Arama

animasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
animasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mart 2010 Cumartesi

$9.99 (2008)

*** Swim like a dolphin ***

Konusu şöyle; Sydney'de bir apartmanda yaşayan bir grup insanın yaşamda anlam arayışı. Küçük bir çocuk oyuncak almak için babasının verdiği bozuk paraları domuzcuk kumbarasında biriktirir, genç bir adam kendisini terk eden sevgilisinin ardında uyuşturucularla hayali arkadaşlarıyla parti yapar, bir başkası yeni süpermodel sevgilisi için vücudundaki kılları traş eder ve bir diğeri hayatın anlamını 9.99'a sunan kişisel gelişim kitapları sipariş eder.

Ne anladım; İsrail asıllı yönetmen Tatia Rosenthal'ın Avustralya ortak yapımı çok kaliteli bir stop motion. Kendi başlarına çok etkileyici kısa hikayeler ve anlarla kurulu hikaye bir bütün olarak içine girilmesi biraz zor bir yumak oluşturuyor. Aynı döneme ait Vals With Bashir'i anımsatan tarzı diğeri farklı bir animasyon olmasına rağmen bir İsrail animasyonundan bundan sonraki beklentileri pekiştiriyor. Ne boyutta model kullanılmış bilmiyorum ama ekrana yansıyan görüntü sinemanın bir çok kadrajı yeniden hamurlarla yaratabilecek bir teknoloji olduğu hissini uyandırdı. Açık zihinle izlenebilecek bir felsefik deneme.

Aklımda kaldı; girişteki kahve için borç isteyen silahlı adamlı sahne. Çocuğun sınıfa gülen kumbarasını anlatışı. Modelin koltukları.

Sonuç; ilginç

5 mart günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0790799/

30 Ekim 2009 Cuma

Aliens vs. Monsters (2009)

*** I think I at least deserve a chance to be with Derek! ***

Konusu şöyle; hava durumu sunucusu sevgilisi ile evlenmen üzere olan Susan (Reese Witherspoon) düğün gününde kafasına düşen bir meteor ile dev boyutlara ulaşır. Hükümetin ve ordunun gözlem altında tuttuğu yaratıkların arasına alınan Susan ve yaratık arkadaşları, intikam peşindeki uzaylı Gallaxhar'a karşı dünyanın umudu haline gelir.

Ne anladım; Dreamworks'ün Sevimli Canavarları anımsatan isimli bu yılın animasyonu 1950'li yılların sıradışı korku/bilimkurgularını mizah ve karakter kaynağı olarak alan bir animasyon. Üçüncü Türden Yakın İlişkilerden Dr. Strangelove'a ve bir çok daha eski filmlere göndermelerle dolu olmasına, Seth Rogen, Kiefer Sutherland, Hugh Laurie'li sağlam kadrosuna ve yetişkin hedefli mizahına rağmen çok da dört dörtlük bir iş çıkmamış. Dilinin ve esprilerinin çok büyük işi olmasına rağmen öykünün klasik dramatik yapısı ve tahmin edilebilirliği bu "hoş ama boş" havasına sebep oluyor. Geçen senenin Bee Movie'sinin tadında ve saydığım olumlu sebeplerden dolayı da bir göz atılmayı hakeden bir yapım.

Aklımda kaldı; başkanın sahneleri komikti. Uzaydan gelen bilinmeyen yapıya orgla müzik çaldığı ya da savaş odasındakı dev butonları karıştırdığı sahneler.

Sonuç; idare eder

27 ekim 2009 günü izledim

9 Şubat 2009 Pazartesi

Tous à l'Ouest: Une aventure de Lucky Luke (2007)

*** Batıya hücum ***

Konusu şöyle; Dalton kardeşler banka soyar ve Red Kit tarafından yakalanmadan hemen önce paralarını bir at arabasına saklarlar. Ancak araba Crook adında bir dolandırıcıdan satın aldıkları topraklara seksen gün içerisinde ulaşmazlarsa yeni hayallerini kaybedecek yerleşimcilere aittir ve bu insanlar Red Kit'ten yolculuklarında yardımcı olmasını isterler.

Ne anladım; Olivier Jean Marie Red Kit'in yeni maceralarını televizyona aktaran ekibin de başında yer alan kişi olarak sinema uyarlamasını da gerçekleştirmiş. Revizyondan geçen kahramanımızın tema müziği bile modern ritmik bir melodiyle değişmiş. Çizimler neyse ki hatırladığımıza yakın. Özel bir hikaye değil de tüm bir Red Kit kültürünün tamamına yakınını barındıran hikaye de Liki Liki diyen çinli ahçıdan Rus aksanıyla (daha çok Balkan göçmeni gibi) konuşan göçmenlerin liderine tüm karakterler yer alıyor. Başrolde gene Dalton'lar var, Joe ile Avarel bekleneceği şekilde mizahın çoğunu yükleniyor. Hikayenin çatısı da Amerika tarihinin batıya zenginlik ve hayallere gidişi simgeleyen doğudan batıya yolculuğu. Bir kez daha Avrupalı çizer tayfasının Amerika'yı neden ele aldıklarını düşündürken Red Kit'in kendisini bir kez daha gördüğüm iyi oldu diyorum.

Aklımda kaldı; finalde madende raylar üzerindeki kovalamaca. Dansçıların kıyafetlerinden yapılan balonlar.

Sonuç; Red Kit seven izler

8 şubat pazar günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0792992/

9 Aralık 2008 Salı

WALL-E (2008)

***** Foreign contaminant! *****

Konusu şöyle; çöp sıkıştırma robotu Wall-E artık ortalıkta insan kalmamış bir dünyada yedi yüzyıl sonrasında hala hem çöp küplerden gökdelenler yapar hem de kendince biriktirdiği eşyalarla rutin bir yaşam sürer. Bir gün gezegene inen bir uzay gemisinden bırakılan araştırma robotu Eve'e aşık olur, gemi kızı geri alınca da peşinden ana gemiye gizlice girer. Gemi insanlıktan geriye kalan toplumun yaşanabilir bir gezegen bulunana kadar ikamet ettiği Araf benzeri yaşam merkezidir.

Ne anladım; Pixar/Disney'in baba adamlarından ve Finding Nemo'nun müsebbibi Andrew Stanton'dan gene çok şık bir anlatı. 10000 BC nin üzerine izleyince şöyle karşılaştırılabilir; o filmde kolaycılıktan dolayı dış sesler ve tüm kabilelerin ingilizce konuşması ile yalapşap halledilenler burada ne yapsa şaşırmayacağımız robotların bir elin parmaklarından fazla kelimeye mahkum edilmesiyle ve buna karşın hikayenin gerektirdiği her tür ilerlemenin izleyiciye müthiş bir görsellikle aktarılmasıyla ciddi bir etki yaratılıyor. Benzetmek gerekirse Şarlo ile Lara Croft'un aşkı; Chaplin etkisi en çok kadronun Axiom'a vardığı ve Mo'nun ilk temizleme işlemi sırasında karakterin çok bilinçli olmasa da otorite ile dalgasını geçmesinde hissediliyor, Eve'in her duyduğu çıtırtı kaynağını önce havaya uçurup sonra incelediği ilk göründüğü sahnelerde ise eli makinalı ve güçlü bir kadın karakter doğuyor. İnsanlığın kendi sarmalı içinde kendisini yok etmeye sürüklendiğinden yola çıkan, Axiom'da ise vücudunun hiç bir kas ve sinir hücresini kullanmadan yaşamını sürdüren bitkilere dönüşmüş bir toplumu resmeden filmde nedense koltuğundan düştüğü zaman kendi kendine kalkmayı bile başaramayan bir insan günümüz dünyasına bakınca bile şaşırtıcı gelmiyor.

Aklımda kaldı; son yazılardan sonra eleman Pixar lambasının bozulan ampulunu değiştiriyor, sonra yürürken R yi yıkıp yerine kendi geçiyor. İlk yarım saat boyunca Wall-e, I Am Legend'deki Will Smith gibi takılıyor, fragmanda buldukları eşyalarla yaptıkları çok komik gelmemişti ama filmde atmosfer sağlam. Hamamböceğinin üzerinden geçtiğinde yaptığı gibi Homer Simpson tarzında çığlığı. Alien'da benzer bir duruma kendi düşen Sigorney Weaver bu sefer ana geminin sesi. - Voice confirmation required. - Uhh.. - Voice confirmation accepted.

Sonuç; daha ne yapsın adamlar

9 aralık salı izledim

http://www.imdb.com/title/tt0910970/

8 Kasım 2008 Cumartesi

Kung Fu Panda (2008)

**** Prepare for awesomeness ****

Konusu şöyle; tombik panda Po (Jack Black) rüyasında büyük bir kung fu ustası olduğunu gören, babasının makarnacısında çalışan tembel bir Barış Vadisi sakinidir. Ejder Savaşçının seçim töreninde merakı sayesinde ortalığı karıştırır ve bu hımbıl oğlan dünyanın en tehlikeli savaşçısını durdurabilecek tek kişi olarak seçilir.

Ne anladım; hikaye her zamanki gibi sıradan bir karakterin altından kalkamayacak gibi durduğu bir hedefe kendisini keşfederek ulaşmasının hikayesi. Bu sefer karakter sevimli bir hayvan, yapması gereken ise kungfu. Olayların Çin'de ve eski zamanlarda anlatılması son derece doğru bir seçim. Senaryo, animasyonlarda sık karşılaştığımız gibi süper birkaç espriyle başlayıp ortadan sonra tavsamıyor, aksine giderek güzelleşiyor. Özellikle Po'nun eğitiminde motivasyonunun yemek olarak ortaya çıkması ile tavana vuruyor. Dustin Hoffman'ın bu acaip hayvanı eğitmek için bir yol bulması gereken eğitmen Shifu'su da ana karakter kadar iyi işliyor.

Aklımda kaldı; Po'nun eğitim sürecindeki Shifu ile sopalarla dövüşü, özellikle son mantı için yaptıkları. Orijinal mi bilmiyorum ama hoşuma gitti "Yesterday is history, tomorrow is a mystery, but today is a gift. That is why it is called the present. "

Sonuç; gayet iyi

8 kasım ctesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0441773/

29 Haziran 2008 Pazar

Hoodwinked! (2005)

*** What the Schnitzel? ***

Konusu şöyle; ormandaki tüm yemek tarifleri çalınmaya başlar ve esnaf teker teker topu atmaktadır. Bir olaydan ötürü sorguya alınan kırmızı başlıklı kız, ninesi, kurt ve oduncudan biri olayların sorumlusu gibidir ama tecrübeli detektif Nicky Flippers aksini düşünmektedir.

Ne anladım; son derece ileri düzeyde bir senaryo. Filmin büyük kısmı aynı olayların dört farklı kişinin bakış açısından anlatılması üzerine kurulu ki bu yanıyla doğrudan sinema tarihinden çok önemli örneklere göndermeleri bariz. Bu açıdan sinemaseverlere ciddi keyif verecek bir malzeme var. Çizimler konusunda ise pek karşılaşmadığımız bir manzara var; ne klasik çizgi filmler gibi elle çizilmişler ne de günümüzün standardı inanılmaz cgi harikaları var. Evet bilgisayarda yapılmış bir animasyon ama ilkel bir uygulama ile kotarılmış. Aslında bu da çok sorun değil, çünkü bu haliyle küçük izleyicileri daha çok çekebilir, aynı zamanda da dialoglarıyla büyük izleyiciler için zeki bir eğlencelik olabilir. Seslendirme kadrosu da çok sağlam (Anne Hathaway, Glenn Close, James Belushi..) Klasik bir masalı artık alıştığımız gibi bir bambaşka bir temele oturtarak da görevini yapıyor ama tam olmamışlık, yeterince ilgi çekici olmama gibi bir dertten kurtulamıyor.

Aklımda kaldı; "Dolph, tie up the brat; Liesel, hold the book; Vincent, get the truck; and Keith, darnit change your name, please, that's not scary and I'm embarrassed to say it. Boris, try that. Keith, ya know, OOOO Watch out for Keith!" Rezervuar Köpeklerinin Wolf karakteri gibi konuşan sakin ve zeki detektif karakteri Nicky Flippers.

Sonuç; idare eder

29 haziran pazar günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0443536/

13 Nisan 2008 Pazar

Bee Movie (2007)

** - Neden her yere uçarak gitmiyorsunuz? - Siz neden her yere koşarak gitmiyorsunuz? **

Konusu şöyle; standart bir arı olan Barry B. Benson (Jerry Seinfeld) yaşamının üçüncü gününde okuldan mezun olur ve bal üretimine katılmak olan uzun ve sıkıcı mesleğine başlamak üzere olduğunu öğrenir. Başladıktan sonra işini ömrü boyunca değiştiremeyeceği gerçeği, önce biraz dünyayı görme arzusu doğurur ve polen dağıtıcılarının arasına katıldığı bir görevde Vanessa (Renee Zellweger) isimli bir kız hayatını kurtarır.

Ne anladım; Seinfeld'in ana karakteri seslendirmenin yanında senaryosunu da yazdığı bir animasyon fikri heyecanlandırıcı, ancak tıpkı Karınca Z ve Woody Allen projesinin bekleneni verememesi gibi bu da yoğun bir olmamışlık hissi bırakıyor. Hikaye gayet marksist bir toplumda herkesin görevini ifa ettiği ve ihtiyacı olan kadarını tükettiği, biçilmiş rollerin özgürlükçü bireyler için nasıl bir hapishane olacağını göstermekle işe başlıyor. Asi kahraman bu zinciri kendisi için kırmaya çalışırken aslında tüm arıların sömürüldüğü daha büyük bir dünyayı keşfediyor ve bu sefer insanların yöntemleriyle hakkını arıyor. Sonuçta sömürü ortadan kalkınca doğal yaşamı ayakta tutan polen taşıma işlevi yok oluyor ve dünya tam arızaya giriyor. Orta yolu bulmaya çalışan ama sonuç olarak kapitalist sistem olmasa mahvoluruz mu diyor nedir anlamadığım ilginç bir keşmekeş. Bir arının insanla romantik ilişkisi gibi zaman doldurmak için konulmuş senaryo araçları ise hiç işlemiyor ve havaya karışıp gidiyor. Espriler de çok sofistike kalınca hep geriden gelip anlamaya çalışıyoruz.

Aklımda kaldı; araba camında tanıştığı ve Chris Rock'ın seslendirdiği geyikkanı. Sting'in adı arılarla hiç alakası olmadığı halde (bildiğim kadarıyla yüzüklerin efendisindeki kılıcın isminden almış) ısrarla espri konusu yapması, ve yine arılar ve yahudilik gibi zorlama espriler. Ray Liotta ballar ve mahkeme sahnesi.

Sonuç; olmamış

12 nisan ctesi izledim

http://imdb.com/title/tt0389790/

29 Mart 2008 Cumartesi

Enchanted (2007)

*** And so, they all lived happily ever after ***

Konusu şöyle; evlenmek için prensini bekleyen Giselle (Amy Adams) Prens Andrew'u (James Marsden) bulur sonunda. Oğlunun evlenmesini istemeyen Kraliçe Narissa (Susan Sarandon) Giselle'i şatonun kuyusundan evrenin en uzak ve mutsuz noktasına yani New York'taki Times meydanına gönderir. Burada dul, uzun süredir bir ilişki yaşamakta olan ve 6 yaşında bir kızı olan Robert (Patrick Dempsey) ona yardımcı olmaya çalışır.

Ne anladım; ilk 5 dakikası felaket kötü bir çizgi film olarak başlayan hikaye karakterlerin gerçek dünyaya fırlamaları ile katlanılır hale geliyor. Amy Adams'ın Giselle olduğuna inanmak çok zor, yaştan kaybediyor bayağı. Marsden kanlı canlı prens rolünde ikna edici ama. Disney'in körlemesine evlilik yerine flörtün gerekliliğini kabul eden bir hikaye ile gelmesi liberal bir açılım gibi görünse de nihayetinde iki çiftinde parmaklarında yüzükleri görüp anlıyoruz ki gene de izdivaç şart diyor. Modern aşkların biraz masalsı romantizme, masallardaki gözü kara sevdaların da biraz gerçekçi bakışa ihtiyacı var yoksa ikisi de felakete gidebilir gibi yorumladım. Filmdeki Manhattan kullanımı çok başarılı. En yakın karşılığı "The Princess Bride"

Aklımda kaldı; filmin başında çizgi olarak gördüğümüz hizmetkar hayvanların New York'daki canlı izdüşümleri başarılı. Finale yakın baloda, elmanın merdivenlerden yuvarlanıp çiftin ayaklarına geldiği sahne.

Sonuç; balolu masalsı bir romantik komedi

29 mart cumartesi izledik.Doruk'un izin verdiği ölçüde

http://www.imdb.com/title/tt0461770/

20 Ocak 2008 Pazar

Persepolis (2007)

***** Bir millet susturuluyor *****

Konusu şöyle; İran İslam devriminin hemen öncesinde orada, komünist görüşe sahip bir ailenin küçük bir kızı olan Marjane'ın fransa ile ülkesi arasında gidip gelen otobiyografik hayat hikayesi.

Ne anladım; hiç olmaz denilenin 3-4 sene içerisinde gerçekleştiği bir ülkenin içinden çıkan bir yarı belgesel. Film hem bir kızın büyüme öyküsünü hem bir ülkenin dönüşüm öyküsünü anlatıyor. Türbanı bir özgürlük ifadesi diye yutturmaya çalışmalar vs bizim yaşadığımız dönemlerin bile öncesinden beri süregelen aynı oyunun ve planın bir parçası. Film bu yönüyle bir belgesel gibi düşünülebilir. Öte yandan yurtdışına gidebilme imkanını kullanıp Avusturya'da eğitim gören Marjane, burada da kendini evinde hissedemiyor, çok da ayak uyduramıyor. Finali, sonu başında görünen bir filmmiş gibi olmasına rağmen ters köşe etkisi yaptı bende. Komünizmi çok iyi birşeymiş gibi göstermekle eleştirilmesi bana kalırsa haksız, burada yüceltilen belirli bir sistemden ziyade özgürlüğe dayanan dogma karşıtı bir yaşam. Küçükken peygamber olmayı planlayan, tanrı ile marks'ı aynı hayalde birleştiren kızın büyükannesi özellikle çok sevilesi bir karakter.

Aklımda kaldı; avrupalı tacirlerin kışkırtması ile şahın diktatörlüğüne giden yolu anlatan kukla oyunu kısmı, ki burada şahın ilk hedefinin Atatürk gibi bir cumhuriyet kurmak olduğunu söylemesi hoşuna gidiyor insanın. "Eye of the tiger"ı söylediği kısım. Sokakta avrupa müziğini el altından satıp grup isimlerini söyleyemeyen yazıcıoğlunun satıcıları.

Sonuç; çok güzel olmuş.

19 ocak cumartesi gecesi Tolga ve Şölen ile izledik

http://www.imdb.com/title/tt0808417/

5 Ocak 2008 Cumartesi

Allegro Non Troppo (1977)

**** Sanatçı yaratıyor ****

Konusu şöyle; bir film yapımcısının dahiyane bir fikri vardır: Klasik müzik parçalarını animasyon eşliğinde canlandırmak.

Ne anladım; Debussy, Vivald, Stravinsky, Ravel, Dvorak ve Sibelius'un birer parçasına birer hikaye anlatan film aralarda da kısa olmayan sahnelerle bir yönetmen, yaşlı kadınlardan oluşan orkestra, zalim maestro ve esir tutulan çizer aracılığıyla geçişleri ve anlatımı yapıyor ki o kısımlar normal çekilmesine rağmen bir çizgi filmden çok farklı değil. Walt Disney'in 1940 yapımı Fantasia'sına Avrupa'dan bir yanıt. Bir Disney filminde görülemeyecek kadar serbest çağrışımlarla, çıplaklıkla bezeli. Çizimlerin kalitesi o kadar ahım şahım değil, yeterli ölçüde.

Aklımda kaldı; Prisney mi Grisney mi güya biri daha önce yapmışmış. Bolero'nun bir kola şişesinden üreyen tek hücrelilerle başlayarak evrimi canlandırması en iyi bölümü bence.

Sonuç; gayet güzel

5 ocak ctesi sabahı izledim

http://www.imdb.com/title/tt0074121/

24 Kasım 2007 Cumartesi

Meet The Robinsons (2007)

*** Keep moving forward ***

Konusu şöyle; bir bebekken annesi tarafından yetimhanenin kapısına bırakılan Lewis minik bir kaşife dönüşür. Tek hedefi insanların tüm düşüncelerini gösteren bir makina icat edip annesinin kendi beynindeki görüntüsünü bulabilmek ve bu yolla annesine ulaşmaktır.

Ne anladım; yüksek bir imdb puanı, iyi eleştiriler görünce merak ettiğim film tam bir Walt Disney filmi. Zamanda yolculuk ve bilimkurgu temalarını olgun bir gözle bakarsak çok fazla hikaye boşluğu içeriyor. Mizah yoğunluğu da düşük olunca çok çekici bir film değil. Çocuklar için ufuk açıcı güzel bir eğlencelik oalbilir.

Aklımda kaldı; ince bıyıklı kötü adam tiplemesi. Edison gibi bir küçük dahinin konu edilmesi.

Sonuç; küçükler için

23 kasım cuma günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0396555/

9 Kasım 2007 Cuma

The Simpsons Movie (2007)

**** "I will illegally download this movie" çünkü sadece dublajlı gösterime girdi :( ****

Konusu şöyle; tam Springfield halkı elele gerip kasabanın gölünü temizlemiştir ki Homer kolaya kaçıp beslediği domuzun pisliğini göle atarak bir çevre felaketine sebep olur. Kasaba bir fanusla kapatılıp karantinaya alınır.

Ne anladım; 19. sezonu oynayan bir dizinin uzun zamandır yapılacağı söylenen sinema filmi. Bu kadar kullanılmış ve tüketilmiş malzeme nihayetinde bambaşka bir şey yapmak için değil bütün bu başarıyı taçlandırmak için sinemada da görünüyor. Elbette biraz uzatılmış bir Simpson's bölümü havası var. Filmin girişinin 4:3 başlayıp jenerikle beraber sinema formatına genişlemesi çok hoş. Green Day'in tema müziği yorumu da süper olmuş.

Aklımda kaldı; en güldüğüm espriler: "10000 sert 10000 yumuşak görünümlü adam bulun ki sert olanlar daha da sert görünsün. Onları da şöyle dizin, sert yumuşak sert sert yumuşak yumuşak.. Efendim aşırı güçten delirdiniz galiba. Elbette güçsüz bir deli olmak kadar kötüsü olamaz" diyalogu. Homer'ın köpekleri kırbaçladığı sahne. Lisa'nın Al Gore gibi yaptığı çevre konulu sunumu

Sonuç; eksik kalmasın tabii ki

9 kasım akşamı izledik

http://www.imdb.com/title/tt0462538/

29 Ekim 2007 Pazartesi

Shrek The Third (2007)

**** dada! ****

Konusu şöyle; kral olan kayınpederinin ölmesi ile yeni kral olması gereken Shrek bunun yerine yasal varis Artie'yi okuduğu okuldan geri getirip kral yapmak üzere kadim dostları eşek ve kediyi yanına katar. Bu arada Fiona da tam yola çıkarken hamile olduğunu söyler.

Ne anladım; serinin bu üçüncü filminin fragmanları, bu bölümde Shrek'in baba olduğu ve filmin küçük Shrek hakkında olacağı gibi bir izlenim bırakmıştı bende. Ancak hikaye daha çok Shrek'in bu olayı kabullenme süreci ve bu süre içerisinde bir "ezik" olan Artie karakterinin kendine güvenen biri haline getirilmesi anlatılıyor ve bebeklerle yaşam hikayesi dördüncü bölüme bırakılıyor. Yolculuk ve Shrek'in birisine eskortluk yapması ilk filmin de tüm hikayesinin oluşturduğundan biraz kendini tekrar eden ve kolaycı senaryo dikkati çekiyor. Ama esprilerin ve mizahın kalitesi yüksek. Bir hücreye kapatılmış kadınların kurtarılmayı beklemeyi bırakıp kendi başlarının çaresine baktıkları kısım gibi gene klasik masalları ve onların kalıplarını güzel zorlamalar ve tersyüz etmeler var.

Aklımda kaldı; kafasıyla duvar yıkan kraliçe. Shrek'in bebeğini gördüğü ve kafasını çevirip "dada" dediği kabusu. Eşeğin masum bakış yaparak gardiyanları ikna etmeye çalıştığı sahne. "Live And Let Die", "Immigrant Song"

Sonuç; gayet güzel

26 ekim cuma izledik

http://www.imdb.com/title/tt0413267/

19 Ekim 2007 Cuma

Ratatouille (2007)

*** Farenin fareden başka dostu yoktur ***

Konusu şöyle; Paris varoşlarında sürüsüyle birlikte yaşayan ama çöpten yemeyi reddeden, aksine büyük bir şef olmak arzusu taşıyan fare Remy yuvasından olunca şehir merkezindeki lüks bir lokantada yeni işe başlayan temizlikçinin yemek yapma hayallerine gizlice yardım etmeye başlar.

Ne anladım; açıkçası animasyon filmleri içindeki kaliteli esprilerden dolayı, çok iyi komediler oldukları zaman seviyorum. Bunun dışında çocuklara iyi mesajlar iletmek amaçlı olmaları, çizim ve bilgisayarlarla son teknolojinin yardımıyla farenin bilmem kaç kılının tek tek farkedilebilen canlandırmaları evet hoş deneyimler olabiliyor ama sadece takdir edip geçebileceğim bir film çıkartabiliyor. Burada da güldüğüm sahne sayısının çok az olması dolayısıyla izlerken sıkıldım biraz. Senaryo da çalakalem geldi, temizlikçi çocuk ile ahçı kız arasında birdenbire bir ilişki başlaması gibi sallanmış dönüşler var. Brad Bird ilk filmi Iron Giant'tan beri aile kavramını genişleten, biraz sosyalist mesajları da filmlerine yediren bu yüzden ismini ciddiye aldığım ama kanımca konuya gereğinden fazla ciddi yaklaşan bir isim. Filmdeki en değerli parça Anton Ego ve onu seslendiren Peter O'Toole.

Aklımda kaldı; Anton Ego'nun yemeği tadıp çocukluğuna döndüğü "rosebud" vari sahne. Bütün filmin farenin dış sesi tarafından anlatılması, ilk göründüğü sahneden pencereden uçarken karenin donduğu ve filmin geri döndüğü anlatım.

Sonuç; izlenir

18 ekim perşembe akşamı izledik

http://www.imdb.com/title/tt0382932/

8 Ekim 2007 Pazartesi

Surf's Up (2007)

**** Dalgaların kralı ****

Konusu şöyle; yıllar önce kaybolan dünya çapında sörfçü Büyük Z (Jeff Bridges) anısına düzenlenen şampiyonaya katılmaya çalışan Cody Maverick (Shia LaBeauf) yarışma öncesinde 9 yıldır kazanan Tank Evans ile kapışır ve yaralanır. Tedavisinde yardımcı olan Geek ile Büyük Z'nin yaşadığı sahili bulurlar.

Ne anladım; penguenleri konu aldığı için sıklıkla Happy Feet ile karşılaştırılıyor. Filmin büyük çoğunluğu kurmaca bir belgesel havasında çekilmiş. Yarışmaya katılanlardan ailelerine ve hatta civardaki nesnelerle bile ropörtaj yapılmış havasında. Sürekli yürüyen bir kamera eşliğinde sanki turnuvanın kulislerinde dolaşıyoruz havasında, sanırım ilk olarak A Bug's Life'ın son yazılarında bir şaka olan bu röportaj tekniği tüm filmin anlatımı olmuş. Çok güzel ve dinamik başlıyor yarıdan sonra tempoyu kaybediyor. Zaten konusu da bildik olduğundan anlatıma yüklenmek zorunda kalınmış. Su içeren animasyonların revaçta olduğu bir dönemde çoğunlukla büyüklere yönelik espri seviyesi yüksek ve başarılı bir animasyon.

Aklımda kaldı; üzerine basılan deniz kestanesiyle ropörtaja koptum. Jeff Bridges'ın seslendirdiği şarkı. Soundtrack Green Day başta olmak üzere alternatif müziklerden oluşuyor. Sörfün tarihçesini anlattığı kısım. Babasının son resmi :)

Sonuç; guldük eğlendik.

7 ekim pazar izledik

http://www.imdb.com/title/tt0423294/

5 Mayıs 2007 Cumartesi

Tokyo Godfathers (2003)

**** Üç serseri ve bir küçük bebek ****

Konusu şöyle; biri travesti, biri evden kaçmış bir çocuk, diğeri karısı ve çocuğunu kaybetmiş eski bir bisikletçi olan 3 evsiz çöplükte bir çocuk bulurlar ve annesini aramaya başlarlar.

Ne anladım; Japonyadan gelen bir noel hikayesi. Kilisede başlayan hikaye çocuğun bulunması ile İsa'nın doğumuna göndermelerle devam ediyor. Üç sıradışı karakterin de geçmişiyle hesaplaşmaları gereken yarım kalmış hikayeleri var ve iyimser bir toplamada birleşiyor bunlar.

Aklımda kaldı; her tür küfürü kabullenen ama "yaşlı" denilmesini hazmedemeyen travesti. Japonya'nın bu kadar koyu hristiyan bir toplum olduğunu bilmezdim, en azından bu filmde öyle gösteriliyor.

Sonuç; bilimkurguya kaçmayan başarılı bir anime.

5 mayıs ctesi sabah evde izledim

http://www.imdb.com/title/tt0388473

11 Nisan 2007 Çarşamba

Happy Feet (2006)

** Bu senenin animasyonlarında hakikaten iş yok **

Konusu şöyle; Mumble (Elijah Wood) tüm İmparator penguenlerinin doğuştan sahip olduğu şarkı söyleme yeteneği yerine tap dansı yeteneğine sahiptir. Bunun haricinde de senaryo namına hiç bir şey yok filmde.

Ne anladım; Hiç bir orijinal fikir yok filmde. Önce çirkin ördek yavrusu hikayesi ile başlıyor. Bir sürü popüler şarkı birbirine karışıyor. Finale doğru çevreci bir mesaja bağlanmaya çalışılıyor ama o kısım tam kepazelik. Ne kendini olduğu gibi kabul etme hikayesini düzgün bağlıyor ne de bir penguenin tüm insanlığı insafa getirmesi gibi bir hikayeyi tutarlı bağlıyor. Heralde nasılsa çocuklar o kadarını sorgulamaz, büyükler de burasına kadar filme dayanamaz diye düşünmüşler. İspanyolca konuşulan ülkeler gerçekten büyük bir pazar herhalde, artık her filme mutlaka etnik çeşitlilik olsun diye bir karakter konuluyor ve onlar ana karakterden daha iyi olur. Shrek'teki çizmeli kedi mesela.. Burada da Ramon ve arkadaşları var ve sahne çalıyorlar.

Aklımda kaldı; Robin Williams'ın seslendirdiği Ramon ve ekibi, özellikle Gypsy Kings yorumuyla My Way'i söylediği kısım. Bir de sonlara doğru Mumbles'ın balıkları kurtarmak için kendini aşağı attığı yüksek bir tepe vardı, oradaki yükseklik içimi kaldırdı, ciddi gerçekçi olmuş. Buradan kendisini hayvanat bahçesinde bulduğu kısma kadar olan kısım filmin tek iyi bölümü.

Sonuç; sıkıntı verici

10 nisan salı evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0366548/

31 Mart 2007 Cumartesi

Waking Life (2001)

*** Iguana, rüya görmeyenleri ısıracaktır ***

Konusu şöyle; klasik anlamda bir konusu yok filmin. Bir adam uyanmaya çalıştığı halde her uyanışında hala rüyada yaşadığını görüyor ve bu rüyalarında çeşitli insanlarla konuşarak ya da izleyerek yaşam hakkında dialoglar "yaşıyor".

Ne anladım; bu filmi izlemenin ağır bir roman okumaktan çok farkı yok. Karakterler hayat, varoluşçuluk, rüyalar, evren hakkında sürekli, ağır ve o kadar çok konuşuyorlar ki altyazı okumaktan görüntülere bakmaya pek vakit kalmıyor. Sanki çok ciddi bir muhabbet dönüyor biz de neler konuşulduğunu anlamaya çalışıyoruz belki söz bize düşer diye. Tüm film canlı olarak bir kez çekilmiş, oyuncular arasında yönetmenin kendisi, önceki filmlerinden karakterler, mekanlar ve Steven Soderbergh gibi konuklar da var. Karelerde sürekli bir titreme ve hareketlilik var, bu teknik bence klasik animasyonda dublaj yapılınca kaybolan inandırıcılığa iyi bir çözüm olmuş, sanki muhabbetlere uzakça bir mesafeden gerçekten tanıklık ediyormuşuz hissi yaratıyor.

Aklımda kaldı; Ethan Hawke ve Julie Delpy Before Sunset/Sunrise filmlerinde canlandırdıkları karakterlerle bir sahnede çıkıyorlar. Varoluşçuluğun insana geçici bir fransız modasından daha fazla şey vaat ettiği üzerine girişteki profesörün incelemesi, arabada megafonlar liberal demokratlar da muhafazakar cumhuriyetçiler de aynı paranın iki farklı yüzüdür diye insanları uyarmaya çalışan karakterin konuşması akılda kalıcı olanlardı.

Sonuç; bazı kısımlarda çok iyi dedim bazı kısımlarda daha kaç dakika var bitmesine diye hesap yaptım açıkçası.

31 Mart 2007 sabahı önceki gece uyuyakaldığım bu filmi tamamladım :)

http://www.imdb.com/title/tt0243017/

30 Mart 2007 Cuma

Renaissance (2006)

**** Entellektüel Bilim Kurgu Animasyon ****

Konusu şöyle; 2054 yılında Paris'deyiz. Avalon isimli (Avon'a bir gönderme galiba) bir şirket, bu bilim kurgu dünyasında insanlara gençlik, güzellik, sağlık ürünleri sunuyor. Bu şirketin araştırmacılarından biri kaybolur. Onu bulmakla da cevval polis Karas görevlendirilir. Karas kızın ölümsüzlük üzerinde çalıştığını öğrenir.

Ne anladım; film çok keskin siyah ve beyazlardan oluşan bir animasyon. Başlangıçta Max Payne gibi bilgisayar oyunlarının geçiş sahnelerinin hissini veriyor ama neyse ki hikayenin ilginçliği filmi toparlıyor ve Final Fantasy gibi bir felakete dönüşmüyor. Çoğu bilimkurgu animasyonunda biçime takılıp hikayeden hiçbirşey anlayamam problemini bu filmde yaşamadım. "eğer ölüm olmasa hayatın değeri kalır mıydı?" şeklinde bir mesele çevresinde gelişiyor hikaye.

Aklımda kaldı; genel olarak Blade Runner havası var. Karas'ı Daniel Craig (şimdilik son Bond) seslendiriyor. Renkli olmamasından dolayı olsa gerek belirli bir sahne ön plana çıkmadı benim için filmin genel havası belirleyici şekilde akılda kalıyor.

Sonuç; Filmi genel olarak beğendim ama çok sağlam bir sebep ortaya koymadan tuttuğu taraf içime sinmedi (hayatın şu anda bir sonu var da sanki daha fazla değer vermemizi sağlıyor mu ki bu?).

28 mart 2007 çarşamba akşam izledim merve doktor muayenesindeyken. Sonra halam hastaneye kaldırılmış gece onu ziyarete gittik. Neyse ki durumu iyi

http://www.imdb.com/title/tt0386741/