Arama

spor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
spor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Nisan 2009 Cumartesi

Wrestler (2008)

***** Then that Cobain pussy had to come around & ruin it all. *****

Konusu şöyle; Randy 'The Ram' Robinson (Mickey Rourke) yaşlanmaya başlayan bir profesyonel güreşçidir. Yalnız bir yaşam süren Randy hayattaki tek yakını olan kızından bile ömrü boyunca uzak durmuştur. Bir gösterinin sonunda kalp krizi geçirince artık kendisini tanımlayan işini yapamayacağını kabullenmek zorunda kalır, kızı ile arasını düzeltmeye ve yakınlaşmaya çalıştığı striptizci Cassidy (Marisa Tomei) ile bir ilişki kurmaya çalışır.

Ne anladım; konuya bakınca 80lerin şampiyonu gibi bir spor filmi izleyeceğiz diye düşünmek mümkün, ama hiç bir kelimesi gerçeğe yaklaşmayan bir varsayım olarak kalır bu ifade. Öncelikle profesyonel güreş denilen aktivite iki kişinin diğer dövüş sporlarındaki gibi birbirine üstünlük sağlamaya çalıştıkları bir güç karşılaştırma değil, en ince detaylarına, hangi araçların kullanılacağına, kimin ne kadar yaralanacağına, sonunda kimin kazanmış görüneceğine kadar öncesinde oyuncuların aralarında anlaştıkları bir gösteri. Ancak bu durum sonuçta kafalarında masa parçalanan, ringde başaşağı çakılıp duran, sürekli bir tarafları patlayan kanayan adamların maruz kaldıkları fiziksel zorlamayı daha kolay hale getirmiyor. Bazen Rocky Balboa'yı anımsatan Randy 'The Ram' Robinson rolündeki Mickey Rourke "gerçek" yaşamda bir uyumsuz olarak kalan, bir ilişkiye başlamak ya da çocuğu ile konuşmak için bile hayattan uzak bir adam, ama bu sanal dünyaya girip ışıklar altında oyununu sergilerken mutlu bir adam ki oyuncunun da buna çok yakın bir yaşamı olduğunu zaten biliyoruz, üstüne üstlük fiziksel olarak da çok çarpıcı bir performans Rourke'un ki. Aronofsky birbirine benzeyen iki film çekmemek prensibinde bir yönetmen olacak gibi görünüyor ki bu da her filminden bambaşka bir başyapıt çıkması gibi leziz bir beklentiyi doğuruyor.

Aklımda kaldı; Ayetullah ile dövüşündeki cam masa ve zımba numarası. Sweet Child O'mine'la dövüşe çıkma ve finaldeki uçma sahnesi. Cassidy ile 80ler ve 90'lar ve film muhabbeti. Kasaplıktan istifa sahnesi.

Sonuç; bomba

16 nisan günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt1125849/

7 Ekim 2008 Salı

Speed Racer (2008)

*** Klişe yarışı ***

Konusu şöyle; yarış arabası üreticisi bir babanın yıllar önce abisini bir yarışta kaybetmiş oğlu Speed Racer (Emile Hirsch) da başarılı bir yarışçı olmak istemektedir. Büyük şirket Royalton'un bünyesine katılması çağrısının ardında gelmiş geçmiş tüm büyük yarışların şikeli olduğunu ve çarkın para etrafında döndüğünü öğrenmesi Speed'i ikileme götürür.

Ne anladım; Wachowski biraderler Matrix sonrası V For Vendetta'nın ardında gene bir uyarlamaya imza atıyor. Bu sefer kaynak eski bir anime serisi. Konu gene kapitalizmin yarattığı bir dünyada uykudan uyanan masum insan figürü ve onun sistemle savaşı. Senaryo çok sıradan, her anında gelecek olayları hatta replikleri tahmin etmek mümkün. Ama filmi izlenir kılan renk cümbüşü bir canlı animasyon estetiği ve ilgi çekici kurgu. Her sahnedeki her bileşen ayrı oluşturulmuş görüntüler, bu sayede sürekli ekranda kayan objeler ve insanlar her ana derinlik katıyor. Aynı çerçevede farklı zamanların hikayeleri dönüyor ve filmin başarısı bütün bu kargaşada izleyici olarak yolumuzu kaybetmiyoruz. Into The Wild sonrası Emile Hirsch için Speed Racer rolü bir geri adım gibi görünüyor (ki aslında hem çocuk hem delifişek şoför rolü için uygun bir seçim olmuş) ve Lost'un Jake'i Matthew Fox'un gene his yoksunu oyunları ne kazmalar oyuncu oluyor dedirtiyor. Böyle bir film için aşırı uzun süresini gene kurgu ve efektler sayesinde kaldırıyor.

Aklımda kaldı; Moritz Bleibtrue resmen bir figüran ama Alman yarışçı olarak hepitopu 30 sn görünse de dikkat çekiyor. Çöl yarışı için diğer ekiplerin rüşvetleri aldığı sahneler, gözünde dolarlar parlayan eleman.

Sonuç; katlanılır

6 ekim ptesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0811080/

18 Ağustos 2008 Pazartesi

The Harder They Fall (1956)

**** Bogart'ın son filmi ****

Konusu şöyle; hilekar dövüş organizatörü Nick Benko (Rod Steiger) güney Amerika'dan irikıyım ama kof bir boksör olan Toro Moreno'yu para vaadiyle New York'a getirir. Toro'yu Dünya Şampiyonunun karşısına çıkabilmesi için ardı ardına ayarlanmış maçlarla iyi bir boksör olarak göstermeye çalışırken kamuoyu desteğini sağlaması için de işsiz ama saygın spor yazarı Eddie Willis'i (Bogart) ikna eder.

Ne anladım; 70lerde yaptığı Earthquake ve Avalanch gibi felaket filmlerini bildiğimiz Mark Robson'ın çektiği, aynı zamanda Bogart'ın son filmi olmak gibi duygusal bir özelliği de olan boks konulu kara film. Bogie'nin sinema kariyeri boyunca kurduğu pisliğin içine batsa da hem oyunu kuralına göre oynayan hem de sonunda bir şekilde temiz kalabilen hafif bıkkın karakterlerin son örneği Eddie. Film iyice karanlık bir tablo çiziyor; profesyonel boks tamamen şikelerle yürüyor, sıradan bir adam alınıp sahte bir başarı hikayesi yaratılıyor, önünde sonunda ringde ölümüne dayak yiyen adam bundan sağ çıkarsa da artık simsarın bire on karla satacağı bir başka döngüde sömürülmeye devam ediyor. Kurumlaşmış çirkefin başındaki adam olarak da Rod Steiger aşağı kalmayan bir oyun sergiliyor. Raging Bull'dan yirmidört sene öncesinde gayet başarılı dövüş sahneleri ve gerçekçi yaralanmalarla belki günümüz filmlerine aşık atamaz ama kendi çapında başarılı. Finaliyle biraz naif kalsa da sağlam bir meseleyi alıp dolu dolu anlatıyor.

Aklımda kaldı; boğalı otobüs. Girişte sanki çok iyi bir boksör bulmuşlar gibi izlemek üzere toplandıkları salonda ilk yumruklarla birlikte elemanın köfte çıkması. İlk şikeli dövüşte ayarlanan elemanın "ben bunu döverim" diye gaza gelmesi ve hesabının kesilmesi.

Sonuç; bir başyapıt değil ama olsun

17 ağustos pazar gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0049291

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Leatherheads (2008)

*** Ich gebe auf! ***

Konusu şöyle; 1920'de resmileşmeye çalışan profesyonel Amerikan Futbolu liginde iflastan kurtulmaya çalışan Duluth takımının lideri Dodge (Clooney) takıma izleyici çekmek için flaş kolej oyuncusu Carter'ı (John Krasinski) almaya çalışır. Aynı zamanda birinci dünya savaşından bir kahraman olarak dönen John'un savaş hikayesinin yalan olduğu konusunda haber yapmak için de Lexie Littleton (Renee Zellweger) gazetesi tarafından görevlendirilmiştir.

Ne anladım; Clooney'in aynı zamanda da yönettiği bu film üçüncü denemesi. Her seferinde Amerikan yakın tarihinin bir dönemini ele alan yönetmen zor filmlerin ardından bu sefer savaşın hemen sonrasını konu almış, komediye adım atmış ve aynı zamanda bir spor filmi. Hem 40'ların hızlı dialoglu "His Girl Friday" tarzı filmlerinden öğeler var, hem "Bull Durham" ya da çok yeni "Semi-Pro" çizgisinden de konu olarak izler. Tam olarak ne yapmak istediğine karar veremediğinden filmin iki finali var, bu da temponun iyice dağılmasına neden olmuş. Bir odada konuşma sahnesi ile filmi bitirmeye kıyamadığından olsa gerek bir final de spor filmine uygun şekilde sahada yapmak istemiş. Klişelere dalmamak gibi bir erdemi olsa da karakterlerin izleyici ile iyi bir bağ kurdukları söylenemez.

Aklımda kaldı; girişte futbol oynayanları izleyen inek sahnesi süper. Final maçındaki çamurda çavuş york numarası da güzel.

Sonuç; sıradanlığı aşamıyor.

8 ağustos cuma gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0379865/

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Semi-Pro (2008)

** I wish you were still a washing machine! **

Konusu şöyle; bir şarkı ile ünlü olmuş Jackie Moon sahip olduğu amatör lig basketbol takımında aynı zamanda koçluk ve oyunculuk yapmaktadır. Liglerinden sadece dört takımın NBA'e katılacağını ve geri kalan takımların dağıtılacağını öğrenince ekibini ilk dört takım arasında sokmak için çalışmaya başlar.

Ne anladım; bir çok filmde yapımcılık geçmişi olan Kent Alterman'ın ilk yönetmenliği. Will Ferrell merkezli spor filmleri serisinden yeni bir sıkıntı. Talladega Nights gibi filmlerde çok ön planda olmayan spor dallarında kendince başarı arayan kaybedenlerin hikayesini anlatmayı tercih eden Ferrell giderek dibe vuruyor. 70lerde kasaba eğlencesi olarak az da olsa ilgi çeken bir olgu olan amatör basketbol ligini bu sefer alıyor hikayesine. Ancak maalesef hikayesini ciddi ciddi anlatmaya kalkışıyor, komik olması gereken sahnelerin bir vurucu sonunun olmaması hiç gülünmemesine yol açıyor. Örneğin takım 125 sayı atarsa tüm izleyicilere beleş sosisli verilecek, kendi takımının son saniye basketini engellemeye çalışıyor Jackie ve başaramıyor. Bu noktada bir espri patlayacak sanıyoruz ama sahne bitiyor. Tüm espri buymuş. Filmin tamamına yayılan zayıflık finalde ciddi ciddi takımın nihai zaferinin hikayesine dönüşüyor ki izleyici olarak hiç umursanmayacak bir olay. Dodgeball bundan çok daha komikti.

Aklımda kaldı; rakiplerini korkutma için rimel sürerek maça çıktıkları sahne. İmkansız atışı beceren hippi. Maçları sunan ikili.

Sonuç; hiç gereksiz

1 temmuz salı gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0839980/

6 Nisan 2008 Pazar

The Flying Scotsman (2006)

*** Uçan iskoçyalı ***

Konusu şöyle; dünya şampiyonluğu ile bisiklet ile kuryelik arasında gidip gelen ünlü İrlanda'lı bisikletçi Greame Obree'nin şampiyonluk hikayesi.

Ne anladım; Obree evdeki çamaşır makinası gibi parçalardan kendi bisikletini üretmiş, 24 saat içerisinde iki kez dünya rekoru denesinde bulunmuş, süperman pozisyonu denilen ve sonradan yasaklanan sürüş tekniğini keşfetmiş ve pek bilinmeyen bir sporcuymuş. Film bu ilginç hayattan küçük parçalar alıp süresini dolduruyor ama pek anlamlı bir bütün oluşturamıyor. Federasyon başkanının düşmanlığını anlamlandıramıyoruz, ilk bisikletinin mahalledeki kabadayılardan kaçmasını sağlaması komik kaçıyor, ruh sağlığının pek sağlam olmadığı belli ama sebebi var mı yok mu, ya da bir anlamı var mı hikayemiz için, anlaşılamıyor. Özellikle Billy Boyd'un (LOTRden Pippin) felaket ağır İrlanda aksanı çok dikkat çekiyor. Sonuçta "he demek ki böyle bir adam varmış" dedirtmek ve insanın bisiklete binesini getirmek dışında bir marifeti yok filmin.

Aklımda kaldı; acaip bisikleti ve kaskları. Cam kapının ardından kabadayının konuştuğu sahne.

Sonuç; çok da lazım değil

6 nisan pazar sabahı izledim

http://www.imdb.com/title/tt0472268/

6 Ocak 2008 Pazar

Gracie (2007)

** Futbol salağı bir aile **

Konusu şöyle; ailenin gözbebeği, geleceğin futbol yıldızı Johnny'nin bir trafik kazasında hayatını kaybetmesinin ardından ailenin bir küçük kızı Gracie okul takımında onun yerine oynamayı kafaya takar.

Ne anladım; Tema olarak 70lerde sadece erkeklerin sporu olarak görülen futbolda, okulun takımına bir kızın girme çabası üzerine kurulu film. Ama filmin bu konuda olduğunu ancak film bittikten sonraki yazıdan anlıyoruz. Hem Amerikada futbol kız sporu olarak kabul edilir diye biliyordum ben. İşin kötüsü kız sahaya çıkınca pozitif ayrımcılık olmadan başaramayacağını kabak gibi görüyoruz ki bu yüzden film ne anlatıyor belli değil. Bend It Like Beckham ve She's The Man aynı tarzdan ve çok daha iyi filmlerdi. Kelly Prestondan (Death Sentence) sonra Elisabeth Shue'e da anne rolünde çıkmaya başlamış. Yaşlanmışız bea..

Aklımda kaldı; kızın sağına soluna tekme geldikçe oh olsun dedim.

Sonuç; olmamış

5 ocak ctesi günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0441007/

14 Ekim 2007 Pazar

The Greatest Game Ever Played (2005)

*** Read it, roll it, hole it ***

Konusu şöyle; 1900 lerin başında Harry Vardon (Stephane Dillane) soylu kesimden olmamasına rağmen kendini ispat ederek dünyanın en ünlü golf oyuncusu olur. Yıllar sonra aynı şekilde kendini ispat etmeye çalışan Francis Ouimet (Shia LaBeouf) Amerika açık turnuvasında Amerikalıları yenmesi için gönderilen Vardon'a karşı bir amatör olarak son umut haline gelir.

Ne anladım; oyuncu olarak tanıdığımız Bill Paxton filmiyle üçüncü kez yönetmenliği deniyor. Gerçek bir hikayenin anlatılmasına rağmen iyice çekiştirilip olabildiğince dramatik hale getirilmiş. Seabiscuit'i hatırlatıyor. Golf gibi durağan bir sporu bile gayet dinamik bir kurguyla heyecanlı bir hale getirmeyi başarmış. İyi repliklerle bezeli film, Shia LaBeouf'un ilk büyük rolü ve gayet sevimli. Ayda yılda bir eline sopa alıp dünya şampiyonluğuna oynayan genç hikayesi elbette mantık olarak sırıtıyor ama ne yapalım, gerçek hikayeymiş. Zaten jenerikte Walt Disney adı olunca mantığı nizamiyede bırakmak lazım.

Aklımda kaldı; atışlar sırasında oyuncuların konsantrasyonlarını anlattığı, Vardon'ın sadece deliği gördüğü, Ouimet'in balık gözü ile deliği yaklaştırdığı görüntüler iyi düşünülmüş. Vardon'ın usta bir oyuncu olarak bir rakibini aldattığı, Ouimet'i de aldatmaya çalıştığı sahneler özellikle açıkça anlatılmadan izleyiciye geçebildiği için sinemasal olarak keyifli sahneler.

Sonuç; keyifle izlenebilir

14 ekim pazar izledik

http://www.imdb.com/title/tt0388980/

6 Mayıs 2007 Pazar

Rocky Balboa (2006)

**** Acaba ölecek mi? ****

Konusu şöyle; İtalyan Aygırı eski şampiyon Rocky Balboa artık yetmiş yaşlarına gelmiş, Adrian'ı birkaç yıl önce kaybetmiş, hala Paulie ile takılan, kendi İtalyan restoranında isteyen olursa dövüş hikayelerini anlatan, oğlu ile arasında istediği ilişkiyi oluşturamayan yaşlı bir adam haline gelmiştir. Ağır siklet boks şampiyonu ile Rocky'i farklı dönemlerin dövüşçüleri olmasına rağmen bilgisayar animasyonu ile dövüştüren spor basınından ilham alan menajerler bunu paraya çevirmek için gerçek bir dövüş organizasyonu teklif ederler.

Ne anladım; beşinci filmle hiç kimseyi tatmin etmeyen bir final yapan Rocky karakteriyle bu şekilde vedalaşmak istemeyen Stallone bu hikayeyi çıkarmış, gerekli destekle de filmi yapmış. İyi de yapmış. İlk filmlerin havasını yakalayan filmde dört hikaye var. Rocky'nin bir kenara bırakılmayı ve yaşlanmayı kabul etmeme hikayesi, oğlunun babasının isminin gölgesinden kurtulma isteği, şampiyon Dixon'ın kendini topluma kabul ettirme çabaları ve Rocky'nin Marie ve oğlu ile ilişkisi var. İzlerken eski filmleri izlediğim zamanlar geldi aklıma. Zaman gerçekten de çok hızlı geçiyor. Film boyunca finalde ölecek mi acaba düşüncesi insanı bırakmıyor. Diyaloglar bazı kısımlarda iyice basit kaçıyor. Gereksiz sahnelerle uzatılmamış derli toplu hikayesini anlatıp gidiyor Rocky.

Aklımda kaldı; baba ile oğlunun tartıştıkları sahnede öyle iyi yakalamış ki ağız hareketlerini oğul rolündeki eleman gerçek baba oğul gibi görünüyorlar. Rocko gene et dövüyor, merdiven tırmanıyor, tek kolla şınav çekiyor. Son jenerik akarken aynı merdivenleri tırmanan ve Rocky hareketleri yapan insanlar görünüyor.

Sonuç; Rocky serisi için enfes bir final.

6 mayıs pazar akşamı evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0479143/