Arama

gerilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gerilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2010 Salı

The Tourist (2010)

*** Ameliyata iki milyon euro verdin ve bu suratı mı seçtin ***

Konusu şöyle; Rus mafyasından İnterpol'e neredeyse tüm dünyanın peşinde olduğu hırsız/dolandırıcı Alexander Pearce'in sevgilisi Elise (Angelina Jolie) peşindekileri atlatmak için trende fiziksel olarak Alexander'ı andıran bir adamın yanına oturup konuşur. Karısını kaybetmiş, casus romanı seven bir matematik öğretmeni olan Frank Tupelo (Johnny Depp) kendisini bu çekici kadına kaptırır.

Ne anladım; Başkalarının Hayatı ile tanıdığımız Donnersmarck'ın iki yıldız oyuncu ile kotardığı bir yeniden çevrim. Orijinal filmdeki Sophie Marceau bence Jolie'den daha çok uygun bu role. Paris'ten Venedik'e görsel albenisi olan mekanlarda geçen film klasik tadını izleyiciye verebiliyor. İki karakter arasındaki çekimi izah etmekte zorlanması ise senaryonun eksisi bence.

Aklımda kaldı; son jenerikte çalan Starlight (Muse) filmin tonuna mükemmel uyan bir parça. Çatılarda pijamalarla kaçan Frank. Frank'in İtalya'da ispanyolca konuşmaya çalışması ve elektronik sigara da senaryoda çok güzel detaylar.

Sonuç; eğlencelik

25 aralık ctesi günü sinemada izledik

25 Ocak 2010 Pazartesi

Law Abiding Citizen (2009)

*** Can't fight fate ***

Konusu şöyle; evine girip karısı ve kızını öldüren katillerden biri savcı Nick Rice (Jamie Foxx) ile anlaşıp dışarı çıkınca, Clyde Shelton (Gerard Butler) tüm adalet sistemine savaş açar.

Ne anladım; F. Gary Grey'in filmi ailesi gözleri önünde öldürülen ve intikam saplantısı dışında hayata tutunacak bağı kalmayan adam hikayesini anlatıyor. Ancak aynı hikayeyi yeniden anlatmasını mazur kılacak bahaneye de sahip; mağdur hapisteki hücresindeyken bile onlarca insanı öldürebiliyor ve tüm şehri sarsacak eylemler yapabiliyor. Bu gizem sayesinde olaylar zıvanadan çıktıkça iki başrolün de usturuplu oyunuyla komediye dönüşmüyor. Bol saçmalıkları dolayısıyla ciddiye alınması mümkün değil ancak Crank, Saw gibi utanılarak zevk alınabilecek bir eğlencelik.

Aklımda kaldı; kemikle cinayet. Yargıcın öldürüldüğü sahnede yok artık dedim tabi daha sonunu görmemiştim.

Sonuç; eğlencelik

24 ocakta izledik

9 Kasım 2009 Pazartesi

State Of Play (2009)

**** List of who eats free at Ben's - Bill Cosby - No one else ****

Konusu şöyle; yolsuzluklarla mücadele eden kongre üyesi Stephen Collins'in (Ben Affleck) yanında çalışan bir kız ölü bulunur. Olayın araştırmasında polisin yanında Stephen'ın okuldan arkadaşı Cal (Russell Crowe) da yer alır. Araştırmada Stephen'ın kızla ilişkisi ortaya çıkar ve karısı ile de arası bozulur.

Ne anladım; Tony Gilroy'un elinden çıkan senaryoyu sinemaya uyarlayan Last King Of Scotland ile bildiğimiz Kevin Macdonald. Aynı senaristten çıkan Michael Clayton gibi sağlam bir politik gerilim çıkmış gene ortaya, Robert Redford'lu Sydney Pollack'lı dönemin tadını hissettiriyor. Rachel McAdams'ın karakteri hırslı yeni gazeteci eski blog yazarı, sert patron Helen Mirren, aldatılan eş Robin Wright Penn ile kadın karakter ve oyuncular kontenjandan değil sağlam altyapılarla katılıyorlar gösteriye. Kara filmlerin en gözde işyeri olan gazete binası
dijital devrimin baskısı altında belki de son heybetli duruşunu sergiliyor. Russell Crowe'un tombul yanaklı, hırpani, ağlanacak omuz Cal karakteri de özdeşleşilebilecek bir havalı adam.
Aklımda kaldı; gazete mekanı.

Sonuç; iyi

8 kasım günü izledik

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Horsemen (2009)

** Celalettin Cerrah alsın bu davayı da çözmeden bıraksın **

Konusu şöyle; yakın zamanda karısını kaybeden ve iki oğluyla yaşayan detektif Breslin (Dennis Quaid) kancalarla asılı bulunan ve çok usta bir doktorun açabileceği yaralarla kanından boğularak öldürülen bir seri cinayeti araştırır. Olaylar incilden alıntılanan mahşerin dört atlısını andırmaktadır.

Ne anladım; klip yönetmeni Jonas Akerlund'un filme başlamadan önce artıları: Dennis Quaid var. Ziyi Zhang oynuyor. Yani kadro iyi. Dinsel motifleri kullanarak işlenen cinayetlerin anlatıldığı bir seri katil filmi. Yani "se7en" etkilenimi var. Minimum bir keyif vaat ediyor. Sonra film başlıyor. Kötü haber; yapımcı Michael Bay. SPOILER Karşımıza çıkan; ailelerin, özellikle tek başına çocuk yetiştiren babaların işlerini herşeyin önüne alıp çocuklarını başıboş bırakmaları durumunda kızların babalarını yatağa atan fahişeler, eşcinsel çocukların kendi kalbini canlı canlı çıkarabilecek operatörler haline gelebileceklerini, hatta sırf dikkat çekmek için inanılmaz bir seri cinayeti planlayabilecek dehşet suçlular haline gelebileceklerini anlatan bir hikaye. Onun için arada sırada odasına dalıp bir duvarda asılı olan posterleri kontrol etmekte fayda var diyor. Çocuk maça bilet alıyor, baba da tamam diyor. Mutluluk had safhada, o tam evden çıkılacakken telefon çalıyor ve bir cinayet haberi daha geliyor. Baba işe gidiyor, çocuk da o sinirle birini daha hacamat ediyor herhalde. SPOILER Aşırı didaktik olmak tuzağına kapılmış bir vasat deneme, senaryo faciası olarak süresini tamamlıyor. Hikayenin kendince sürprizleri gerçek olmaması gereken derecede saçma olduklarından insanın inanası gelmiyor.

Aklımda kaldı; o mükemmel ciğer deliklerini bu zibidilerin hangisi açıyor.

Sonuç; olmamış

7 ağustos gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0892767/

9 Haziran 2009 Salı

Angels & Demons (2009)

*** Religion is flawed because man is flawed ***

Konusu şöyle; CERN'deki büyük deney sırasında ortaya çıkan anti madde laboratuardan çalınır ve çalışan biliminsanlarından biri olan Vittoria Vetta'nın (Ayulet Zurer) aynı yerde yönetici olan babası öldürülür. Yüzyıllardır Vatikan'ın baskılarına karşı bilimi savunan Illuminati'nin simgelerinden birinin olay yerinde bulunmasından dolayı olayı incelemesi için Vatikan Profesör Langdon'a (Tom Hanks) başvurur. Ölen papanın halefinin seçilmesi için toplanan 4 kardinal kaçırılmıştır ve gönderilen notta her saatbaşında birinin öldürüleceği belirtilmektedir.

Ne anladım; gene bir çok satan uyarlaması ve Ron Howard. Dan Brown'un tarihi olayları, zekice komplo teorileri ile harmanlayarak oluşturduğu dünyaları anlatan Melekler ve Şeytanlar, dünyada ün kazanma sırasına göre Da Vinci Şifresinden sonra filme çekilmiş. Birkaç ekleme çıkartma dışında kitabı okuyup unutmuş birine tüm hikayeyi iki saatte görsel olarak gözden geçirme fırsatı veren bir hızlı özet var önümüzde. Ne kadar iyi çekilmiş olsa da o kadar gevezeliğe ya da altyazı okumaya bu kadar süre konsantrasyon çok kolay değil hikaye ile ilk kez karşılaşılıyorsa. Ancak bu ikinci deneme Da Vinci uyarlamasından daha başarılı geliyor izlerken, hikayenin zaman kısıtı dolayısıyla sürükleyici bir aksiyon olarak da çalışmasının payı büyük bunda. Tüm kilit rollerde sağlam bir karakter oyuncusunun yer alması gizemi son ana kadar izleyici için keyifli tutmak için iyi bir seçim. Yazarın amacı büyük çelişkileri çözümlemek değil, hem okuyucuyu ciddi biçimde bilgilendirmek, hem şaşırtarak ufkunu açmak ve bu sırada da ticari açıdan başarılı bir ciddi eğlencelik yaratmak bence ki film de tek başına olmasa da bu projenin tamamlayıcısı olarak kabul edilebilir düzeyde.

Aklımda kaldı; son kardinalin havuzdaki boğulma sahnesi.

Sonuç; idare eder.

30 mayıs günü sinemada izledik


http://www.imdb.com/title/tt0808151/

5 Ocak 2009 Pazartesi

Alphabet Killer (2008)

** Katil kimse kim bana ne **

Konusu şöyle; küçük bir kızın öldürülmesi vakasını araştıran polis memuru Megan (Eliza Dushku) bir sonuca ulaşamaz. Bir süre sonra hayaller görmeye başlar ve şizofreni teşhisiyle hastaneye yatırılır. Nişanlısından da ayrıldığı iki senenin sonunda masa başı pasif bir görevde işe geri döner ancak ad soyad ve şehirin ilk harflerinin aynı olması benzerliklerini taşıyan yeni cinayetler başlar.

Ne anladım; daha önce Wrong Turn'ü çeken Rob Schmidt 70'lerin başında gerçekten yaşanmış birtakım olayları baz alan ve günümüze taşınmış bir gerilim çekmiş. Filmin temel dayanağı akıl sağlığı bozulmuş bir karakterin gözüyle olayları izlememiz, ancak Dushku'nun berbat oyunculuğundan mıdır, yoksa bu karakterin böyle davranması istenerek mi yapılmış bilemiyorum ekranda yaşananlar izleyicide hiç bir duygu uyandırmıyor. Ne merak ne gerginlik. Gene yan rollerde tanıdık birkaç sağlam sima yan roller de oynuyor (Meltem Cumbul'da ölen kızlardan birinin annesini oynuyor, filmi sürükleyecek değil ya yapacağını yapıyor) ve katil onlardan biri ama film o kadar manasız ki katil ortaya çıkınca pek de önemsemedim. Zodiac'a öykünen ama olmamış bir film.

Aklımda kaldı; nişanlısı rolündeki Cary Elwes'in dombili yanakları.

Sonuç; sıkıcı

http://www.imdb.com/title/tt0818165/

25 Aralık 2008 Perşembe

Los Cronocrimenes (2007)

**** En büyük suç zamanı boşa harcamak değil midir :P ****

Konusu şöyle; karısı Clara (Candela Fernandez) ile yeni bir eve taşınan Hector (Karra Elejalde) komşu bahçede dürbünüyle gördüğü cıbıl bir kızın peşinden giderken peşine biri takılır, sığındığı laboratuar gibi bir mekandaki adamın saklaması için gösterdiği alet bir zaman makinasıdır ve zamanda bir saat geriye gider. Burada başına gelecekleri engellemeye çalışır.

Ne anladım; Nacho Vigalondo tarafından yazılıp yönetilmiş bir de ana karakterlerden biri oynanmış bu ilginç bilimkurgu, deneme aşamasındaki bir zaman makinasına düşen sıradan bir adam üzerine kurulu ve bu sıradan insanın zamanda yolculuğun getirdiği ahlaki ikilemde bir yol bulma çabaları da öykünün temelini oluşturuyor. Olayın başından itibaren birden fazla kez geri gelen karakterin hep yanında kalarak izlediğimiz filmde Back To The Future ya da Quantum Leap'i görüp geçirmiş bir nesil olarak genelde hikayenin önünden gidiyoruz, en azından üçte ikilik süre boyunca. Son dönemeçte ise tüm hikayeyi kendi içinde gayet tutarlı bir finale bağlamasıyla güzel bir seyirlik çıkmış ortaya. Zaman makinası fikrinin sorunu pratikte asla gerçekleşemeyecek (çünkü gelecekteki herhangi bir anda zaman makinası icat edilmiş olsa şu ana gelecekten gelmiş bir sürü insancık zaten görüyor olmamız gerekirdi vs..) bir fantezi üzerine kurulacak her tür mantığın üzerinde düşünülmeye başlandığında içinden çıkılamayacak boşluklara sahip olması. Burada da Hector'un karakterindeki ani dönüşler, kabullenişler de teknik açıdan olmasa da karakter gelişimi açısından kolaycı bir senaryo olduğunu hissettiriyor. İyice karışık bir filmin bitişi ve sonrasında yaşanan kafa zorlayıcı çözme çabalarını sevenlere..

Aklımda kaldı; bandajlı elemanın ellerini dürbün yapıp Hector'u bulma denemeleri. Portakal sıkacağı tasarımındaki makine.

Sonuç; gayet iyi

24 aralık çarşamba gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0480669/

12 Aralık 2008 Cuma

Transsiberian (2008)

**** Kill off all my demons, Roy, and my angels might die, too ****

Konusu şöyle; Çin'de kilise grupları için çocuk resimleri çekmekten dönen tren meraklısı Roy (Woody Harrelson) ve amatör fotoğrafçı karısı Jessie (Emily Mortimer) macera ve meraktan Pekin Moskova arası sefer yapan Sibirya Ekspresine biner. Kompartıman arkadaşları olan çift ile iyi anlaşırlar ancak bir istasyonda Roy trene dönmez. Öte yandan polis uyuşturucu kaçakçılarını yakalamak için sürekli aramalar yapmaktadır.

Ne anladım; Makinist ve Session 9 gibi sağlam filmlerin yönetmeni Brad Anderson'dan sürükleyici bir gerilim. Öncelikle bir tren yolculuğuna çıkan karakterlerine bol zaman ayıran hikaye kocanın kayboluşuyla doğal olarak Hitchcock'u ve Kaybolan Kadın'ı getiriyor akla. Sonrasında hikaye başka şaşırtıcı dönemeçlerden geçiyor ve Coen'lerin Fargo ya da A Simple Plan'inden de tatlar barındırıyor. Aksiyonu hiç bir noktada belirli bir temponun üzerine çıkarmayan senaryo karakterlerin üzerine eğilecek bol vakit bırakıyor. Özellikle ilgi çekici ve zengin bir kadın karaktere hayat veren Mortimer başarılı. Trenlerde geçen ve modern bir hikaye anlatmak için çok güzel bir yer seçmiş yönetmen ve başta ne güzel mekanmış derken Hostel hikayesine dönecek gerginliği kısa sürede bastırıyor, neyse ki öyle birşey olmuyor.

Aklımda kaldı; trenin kaybolan vagonları. Çin ile Rusya'nın güvenlik için tren raylarını farklı genişliklerde yapması. Tekinsiz matruşkalar.

Sonuç; çok iyi

11 aralık perşembe gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0800241/

8 Aralık 2008 Pazartesi

Vidocq (2001)

*** Dijitalle çekilmiş dönem filmi kılığında fantastik polisiye ***

Konusu şöyle; 1830 yılında, Parisin göbeğinde bir cam üretim yerinde detektif Vidocq (Gerard Depardieu) kimliği belirsiz, yüzünün yerinde ayna ve fantastik güçlere sahip olan bir hayalet tarafından öldürülür. Onun hayat hikayesini yazmakta olan Boisset (Guillaume Canet) kitabını bitirmek için onun araştırdığı son suç dizisinin peşine düşer.

Ne anladım; Pitof isim ya da lakaplı yönetmenin Jean Christophe Grange'nin yazdığı hikayeyi görselleştirdiği bir devrim sonrası Fransa hikayesi ve yazarın ününe uygun olarak gerçeküstü öğelerle bezeli bir polisiye. Romanlarından birine benzetmek gerekirse zaman olarak olmasa da öğelerden dolayı Taş Meclisi'ni seçebilirim. HD ile çekilen ilk uzun metraj ya da uzun metrajlardan biri olan hikayenin 1800 lerde geçmesi yadırgatıcı geliyor çünkü genelde o dönemin insanlarını arasında dolaşan kameraların gözüyle izlemeye alışık değiliz. Nihayetinde oluşan bir suçun ardından bir konudışı karakterin değişik insanlarla konuşarak adım adım gerçek hikayeye ulaşması şablonuyla anlatılmış ilgi çekici ve meraklı bir hikaye var ortada. Benzer çabalarla yapılan bir çok fransız ve hollywood aksiyonundan daha iyi.

Aklımda kaldı; Batman'e benzeyen ve pelerinin içinde bir değişik dövüşen simyacı ile Vidocq'un birbirine girdikleri sahneler. Yıldırımla cinayetler. Simyacının maskesi.

Sonuç; gayet iyi

8 aralık pazartesi günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0164961/

7 Aralık 2008 Pazar

Funny Games U.S. (2007)

***** You shouldn't forget the importance of entertainment. *****

Konusu şöyle; iki dengesiz genç Paul ve Peter ya da Beavis ile Butthead (Michael Pitt ve Brady Corbet) bir aileyi yazlıklarında zorla alıkoyarak onlarla kendilerince oyunlar oynarlar. Sonunda sabah dokuzda tüm ailenin ölmüş olacağına bahse girerler.

Ne anladım; Michael Haneke en geniş ilgi gören eserini on yıl sonrasında Amerikalı oyuncularla ve İngilizce olarak yeniden çekiyor, hem de aynı senaryo ile. İlk filmi yaklaşık çekildiği zaman izlemiştim ve o zaman çok anlamlandıramamıştım. Sonuçta nedensiz yere bir eve dalan, kafasına göre oyunlar oynayan, kameraya konuşan, kumanda ile olayların akışını geri alıp değiştiren ve paçayı ele vermeden sonraki işlerine ellerini kollarını sallayarak giden iki zibidinin hikayesi. Sonrasında bunun tüm bir ana akım sinemanın tamamen karşısında olduğu, izleyiciyi manipüle edip zorla birtakım duyguları pompalayan bütün o düzenin bir analizi ve antitezi olduğu minvalinde okumalar neticesinde fikir olarak çok ısındım ama izleyecek o kadar çok film var ki bir daha izlemeyi düşünmemiştim bile. Bu onuncu yıl yeniden çevrimi sayesinde sanki bir tiyatro oyununun bir başka sahnelemesi gibi başka oyuncularla izleme fırsatı oldu ve bence Michael Pitt ve Naomi Watts (anne) ile film son derece iyi olmuş. Zaten pasif bir rol olan baba da Tim Roth'a aşağılanan ve madara olan ailenin reisi! olarak pek bir iş düşmemiş. Bu sefer ne olacağını bilmeme rağmen benim için daha huzursuz bir seyir oldu.

Aklımda kaldı; "bak hiç jöle göbeği yok" Uzaktan kumanda sahnesi. Holdeki bilardo topu. Olayların başlangıcı yumurta isteme sahnesi.

Sonuç; mükemmel.

6 aralık cumartesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0808279/

27 Ekim 2008 Pazartesi

Oxford Murders (2008)

*** Oxford manyak dolu ***

Konusu şöyle; Oxford'a okumaya gelen Martin (Elijah Wood) hayranı olduğu profesör Seldom'un (John Hurt) tanıdığı bir anne kızın yanına yerleşir. Profesörü danışmanı olmaya ikna etmeye çalışırken cinayetler işlenmeye başlar. Bir matematik bilmecesine benzeyen notlar da gelmeye başlayınca beraber cinayetleri araştırmaya başlarlar.

Ne anladım; İspanyol yönetmen Alex De La Iglesias'ın tanınmış İngiliz ve Amerikalı oyuncularla ilk filmi. Geçen sene izlediğimiz Fermat'ın Odası'na benzeyen hikayesi; akademik çevrelerde gerçekleşen ama hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığı seri cinayetleri anlatıyor. Hikayenin görsellikten çok konuşarak anlatılması takibi zor bir film çıkartıyor ortaya ama dialoglar takip edilebilirse fena olmayan söylemler filmi biraz sürüklüyor. Koca Oxford'da bir tane akıllı adam yok neredeyse. Çekimindeki kusurlara rağmen işlenen cinayetleri ulvi bir sonuca bağlama konusunda zayıf kalan benzerlerine kıyasla senaryo açısından ayakta kalabilen bir film izlenimi bıraktı bende.

Aklımda kaldı; profesörün bilinemezci söylemleri. Elemanın "ben gördüğüme inanırım" diyip parke taşlarına düştüğü sahne çok acemice çekilmiş gibi geldi. Finaldeki önce profesörü sonra Martin'i odağa alan çözümlemeler.

Sonuç; tv filmi tadında.

25 ekim cumartesi

http://www.imdb.com/title/tt0488604/

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Pathology (2008)

*** Dr. Stravinsky, let's take a look inside ***

Konusu şöyle; Ted Grey (Milo Ventimiglia) okulu bitirip çalışmak için gittiği hastanede sırf mükemmel cinayeti işlemek için hakettiğini düşündükleri kişileri öldürüp diğerleriyle birlikte otopsi yapan bir gruba bulaşır. Başta dirense de kısa süre sonra onlara katılır ve sebebi bulunamayacak cinayeti işleme yarışına girişir.

Ne anladım; Crack'i yazan ekipten bir tıbbi gerilim. İlginç ve polisiye bir hikaye beklerken kısa sürede bir vampir hikayesini anımsatan oluşumla karşılaşıyoruz. Bir de bunun üzerine aşırı cinsellik eklenince filmin tonu Öldüren Cazibe / Temel İçgüdü sularına kayıyor. Bol bol otopsi sahnesi, havada uçuşan ciğerler, kesilen uzuvlar ile ölüm ve seks ilişkisi merkez noktaya ulaşıyor, dolayısıyla filmin afişi ya da konusuna göre oluşan beklentiler ters köşeye yatırılıyor. Herhalde bu şekilde daha çok satacağını düşündüler. Kısa zamanda dahi öğrenciden katile dönüşen Milo rolünde Heroes'dan ve son Rocky'den tanıdığımız Milo Ventimiglia var.

Aklımda kaldı; otopside Y şeklinde atılan kesik.

Sonuç; vasat

3 ağustos pazar gecesi

http://www.imdb.com/title/tt0964539/

16 Haziran 2008 Pazartesi

30 Days Of Night (2007)

*** 28 günden sonra ne var, 30 gün ***

Konusu şöyle; 30 gün sürecek olan Alaska gecesine girmek üzere olan kasabada bir uydu telefonu parçalanmış ve köpekler öldürülmüş olarak bulunur. Olayları araştıran Şerif Eben (Josh Hartnett) kasabanın sağlam bir vampir çetesi tarafından ele geçirilmek üzere olduğunu anlar.

Ne anladım; daha önce Hard Candy'sini izlediğimiz David Slade tanınmış bir çizgi romanı sinemaya aktarıyor. Filmin çıkış noktası çok şık. Her ne kadar kanun adamı olmak için fazla temiz yüzlü olsa da Hartnett'in ve diğer insan karakterlerin hikayeleri ilgi çekiyor. Yaratıkların görünmesini de mümkün olduğunca erteliyor Slade. Ancak ilk görünmeleriyle neden bu kadar geciktiklerini anlıyoruz. Elemanlar korkunç evet, ama korkunç salak görünüyorlar. Güneş doğana kadar hayatta kalma mücadelesi veren kasaba halkı filmin gore öğeleri sayesinde ilgiyi ayakta tutabiliyor. Bol bol kafa kesmece izliyoruz hatta bir yerde küçük bir vampir bile (karamürsel sepeti değil, en iyi rol yapanı o) parçalanıyor. Ben Foster vampirler tarafından görevlendirilen insan ajan rolünde gene aşırı abartılı bir oyun oynuyor.

Aklımda kaldı; finalde güneş ışınlarıyla küle dönüşen adam.

Sonuç; eh işte.

14 haziran ctesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0389722/

5 Haziran 2008 Perşembe

Vantage Point (2008)

*** Bu filmi Rashomon'la kıyaslayan diller tutulsun ***

Konusu şöyle; Salamanca'da düzenlenen bir barış mitinginde Amerikan Başkanına suikast düzenlenir ve ardından meydanda bir bomba patlar. Olay sırasında orada bulunan 8 kişinin gözünden aynı hikayeyi farklı açılardan izleriz.

Ne anladım; Barry Levy'nin senaryosu ilk yönetmenlik denemesinde Pete Travis'in elinde. Filmde yaklaşık on dakikalık olayı önce bir televizyon ekibinin çalışma mekanında monitörlerden takip ediyoruz. Herşey olup bittikten sonra kaset geri sarıyor ve bu kez başkanın korumasının yanında aynı olayları yaşıyoruz ve bildiklerimize yenileri ekleniyor. Bu şekilde olayın tamamını öğrenip iyi ve kötü adamlar belirlendikten sonra da sondaki büyük kovalamaca sahnesine bağlanıyoruz. Filmin genel havası tv dizisi 24'ü anımsatıyor. Rashomon'un adının bu filmle anılması ancak anlatımın fikir olarak benzemesinden kaynaklanabilir, yoksa burada gerçekliğin farklı algılanması üzerinden felsefik bir yaklaşımdan ziyade gayet zayıf yazılmış karakterler üzerinden basit bir aksiyona ulaşma hevesi var. Akla getirdiği diğer bir film de Palma'nın Snake Eyes'ı. İlgi çekici bir fikir kısa sürede sıkıntı vermeye başlıyor, senaryonun ve yönetimin zayıflığı iç bayıyor.

Aklımda kaldı; Forest Whitaker'ın canlandırdığı sıradan vatandaşın neredeyse yürüyerek depar halindeki ajan ve teröristlerin bulunduğu yere aynı anda gelmesi, aynı şekilde kız çocuğunun da gelmesini geçtim kurt ajanın ambulansın kapısını açıp kıçı dönük yüzü görünmeyen adama "Başkan" diye hitap etmesi tüy dikti.

Sonuç; eh işte.

4 haziran çarşamba gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0443274/

26 Mayıs 2008 Pazartesi

La Habitacion De Fermat (2007)

*** Pazar bulmacası ***

Konusu şöyle; kendilerine sorulan soruyu doğru bilen dört matematikçi, kim olduğunu bilmedikleri biri tarafından dünyanın en gizemli sorusunu çözmek üzere ıssız bir eve davet edilirler. Kilitli kaldıkları odada sürekli sorular gelmekte ve süreyi geçirdikleri her an odanın duvarları daralmaktadır.

Ne anladım; Luis Piedrahita ve Rodrigo Sopena ikilisinin yazıp yönettiği tek mekanda geçen bir gerilim. İlk bakışta Testere (ama hiç kansız ve mide bulandırıcı olmayan bir versiyonu) ve Küp'ü (ama tek küp) anımsatan film nihayetinde whodunit tarzı finale çözümleniyor. Sanki cinayet işlenmiş de Poirot katili açıklamak için bu karakterleri odada toplamış gibi. Matematik üzerine olan filmde cevaplanmak üzere gönderilen gerilim unsuru sorular hep bilindik matematik ve mantık soruları, zaten izleyicinin de üzerinde düşünmesi istenen kısım orası değil, o yüzden katılım bekleyen ve o türden keyif veren bir film değil. Eli yüzü düzgün bir gizem hikayesi.

Aklımda kaldı; "kazalarda ölenlerin %75'i emniyet kemeriyle ölüyor" Çoban neden kurdu nehirden karşıya geçirmek istesin ki?

Sonuç; izlenir

25 mayıs pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt1016301/

23 Nisan 2008 Çarşamba

À l'intérieur (2007)

*** Son rahat gecenin keyfini çıkar ***

Konusu şöyle; beş aylık hamile olan Sarah (Alysson Paradis) bir trafik kazası geçirir ve erkek arkadaşı ölür. Dört ay sonra doğum günü geldiğinde bir kadın (Beatrice Dalle) evine girmeye çalışır ve çok ısrar eder.

Ne anladım; bol kanlı, gore tipinde korku filmleri son yıllarda Fransa'dan çıkıyor. Küçük bütçeli bu çalışma Alexandre Bustillo'nun ilk uzun metrajı. Çoğunluğu bir evin de içinde geçen hikaye dar mekanda oldukça sinir bozucu olmayı başarıyor. Kesme, biçme, parçalama sahneleri giderek vahşileşip sonuçta merdivenden oluk oluk kan akan finale kadar şiddeti arttırıyor. Hostel'i anımsatan, ama hikayesine daha fazla anlam katabilen, sonuçta tür ile ilgilenenleri tatmin edebilecek bir film.

Aklımda kaldı; girişteki anne rahmindeki huzurlu bebek animasyonunun bir kaza ile kesilen sahnesi. Sonlarda öldü zannettiğimiz bir polisin kalkıp bir de hamile kadına saldırdığı sahne orada anlamsız geliyor, ama kadının ona ateş ettiği silahın öldürücü olmayan bir silah olmasından ama çok yakından ateş etmesinden dolayı beyinde hasar meydana geldiği ve bundan dolayı davranışlarının kontrolsüz olduğu yönünde bir yorum okudum.

Sonuç; sinir bozucu

22 nisan salı gecesi izledik

http://imdb.com/title/tt0856288/

24 Mart 2008 Pazartesi

Sleuth (2007)

*** İki adamlık gösteri ***

Konusu şöyle; Milo Tindle (Jude Law) genç bir aktördür ve ünlü yazar Andrew Wyke'in (Michael Caine) karısı ile bir ilişki yaşamaktadır. Wyke'ın kırsaldaki evine onu boşanmak konusunda ikna etmek üzere gelir. Kısa sürede bu iki adamın arasında bir kedi fare oyunu başlar.

Ne anladım; 1972 yapımı aynı isimli film, Jude Law'un yapımcılığında, ilk filmde Milo'yu oynayan Caine'in yaşlı yazara terfi etmesi ve Law'un genç aktör rolüne geçmesi ile Shakespeare takıntılı Kenneth Branagh tarafından perdede. Senaryoda Harold Pinter imzası var. Mekan gene yazarın malikanesi ancak bu sefer ultra modern ve teknolojik bir evde geçiyor olaylar. Hikayeye bir son bölüm eklenmiş ki karakterler arasındaki gerilimi kadın karakter üzerine odaklayan ve iyice çiğleşen tepkilere yol açan daha mantıklı olabilecek bir yöne taşımış, ancak öykünün inandırıcılığına pek katkıda bulunmamış bu tercih. Branagh'ın yönetim konusunda ilginç tercihleri var. Başlangıç sahnesinde giriş kapısının hayli üstüne tepeden aşağıya bakan bir kamera yerleştiren, sonraki sahnelerde güvenlik kameralarından ve acaip açılardan görüntüler alan, renkleriyle fütüristik etki yaratmaya çalışan yaklaşım en azından anlatım açısından filmi yeniliyor. Orijinal filmin finalindeki kalitesiz izlenimi veren kurgunun etkisini en azından silebiliyor. Hiç olmasa başarılı oyunculuklar izliyoruz. Sürekli bir tarafın diğerine üstünlük sağladığı ve oyunun giderek sertleştiği bir satranç/tenis maçı.

Aklımda kaldı; ne kadar makyajı bassan da sonuçta adam tanınıyor. Bu hikayenin en zayıf kaldığı nokta bu bence. Koca "oyuncu" yazarın karşısındaki adamı tanıyamaması. Kurusıkı tabancanın patlayınca adamı zıplatması da ayrı bir şenlik. İki karakterin yaptıkları karşı atakların kimisi zekice.

Sonuç; iyidir

23 mart pazar sabahı izledik

http://www.imdb.com/title/tt0857265/

14 Ocak 2008 Pazartesi

Saw IV (2007)

*** Nerden geliyor bu kadar teybin parası ***

Konusu şöyle; Jigsaw ile partneri ve suç ortağı Amanda'nın öldüklerini serinin üçüncü filminde görmüştük. Ama bir detektifin ölü bulunması ile başka bir yardımcı olabileceği kuşkusuyla iki FBI ajanı yeni bir soruşturmaya başlar.

Ne anladım; Saw II'den beri serinin yönetmenliğini yapan Darren Lynn Bousman gene iş başında. İkinci filmden sonra daha geniş bir hikaye evrenini anlatmaya dönüşen seriden kendi başına pek de bir anlam ifade etmeyen filmler çıkmaya devam ediyor. Artık karakterleri, yaklaşımı ve şiddetini kanıksadığımız için rahat takip edebildiğimiz bu film de bittiğinde pek çok soruyu cevaplamamış oluyor. Hatta o kadar ki filmin sonunu başında gördüğümüzü ve aslında üçüncü filmin son kısmı ile aynı zaman diliminde geçtiğini yani aynı yere bağlandığını kavramak için biraz zaman gerekiyor. Hikayelerdeki boşluklar ve bağlantılar üzerinde kafa yormaya gerek var mı bilemiyorum. Tüm seri tamamlanınca belki anlam ifade edebilir ama o zaman buna vakit ayıracağımı sanmıyorum. Tek başına da idare eder bir seyirlik.

Aklımda kaldı; şık sahne geçişleri, örneğin ekranın bir köşesindeki karaltının giyilen bir cekete dönüştüğü gibi. Buz kütleleriyle kafa pörtletme sahnesi. I want to play a game :)

Sonuç; seriyi takip edenler için

13 ocak 2008 pazar gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0890870/

7 Ocak 2008 Pazartesi

Session 9 (2001)

*** Mary kim ki? ***

Konusu şöyle; bir asbest temizleme ekibinin başındaki Gordon, işe ihtiyacı olduğu için terkedilmiş bir hastanenin temizlenmesi için 3 haftalık işi 1 haftada bitireceğine söz vererek işi alır. Hastane pek tekin değildir.

Ne anladım; Makinist (2004) filminin yönetmeninin daha önceki bir çalışması. En doğrudan paralellik Shining ile kurulabilir. Görüntülerinin tv filmi seviyesinde olmasına rağmen iyi bir oyuncu kadrosu var. CSI serileri ile bilinen David Caruso, Peter Mullan (sadece bir sağlam oyuncu olsa direk ondan şüphelenicem, ama böyle iki adam olunca sonuna kadar katili bulmak da zorlaşıyor) ve Josh Lucas başta olmak üzere 5-6 kişiden oluşan karakterlerin ıssız bir akıl hastanesinde sesler ve hayallerle yüklü gerilimli macerası serbest kamera hareketleri ile yer yer Blair Cadılaşıyor. Finalinde olayların sebebinin tam olarak açıklanmaması ile seyirciye de büyük iş bırakan değişik bir gerilim. SPOILER: (En akla yakın senaryo, adam katliam yapar, ket vurur, sonrasında bir de işin kısa sürede bitirilmesi stresi ile tamamen çöker)

Aklımda kaldı; yarasa şekilli bina. Phil: [to the crew] Good first day, guys.
Henry: Yeah. If it keeps up like this, we'll all be dead by Monday. :)

Sonuç; iyi

6 ocak pazar gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0261983/

23 Aralık 2007 Pazar

The Invasion (2007)

** Uzaylılar kovalasın **

Konusu şöyle; Washington'da oğluyla yaşayan psikiyatrist Carol Bennell (Kidman) uzaydan gelen bir virüsün insanları ele geçirerek hızla yayıldığını ve oğlunun bağışıklığa sahip olduğu için hedefte olduğunu farkeder.

Ne anladım; daha önceden üç kez sinemaya uyarlanan hikayenin bu Hollywood uyarlaması Das Experiment ve Der Untergang filmlerinin yönetmeni tarafından (Oliver Hirschbiegel) ele alınıyor. 1956 Don Siegel'ın yönettiği versiyon sadeliğine rağmen bence bilimkurgunun mükemmel öncülerindendir. Bu yüzden bu filmi beğenmeyeceğimi biliyordum ama bu kadar kötüsünü de beklemiyordum. Her hikayenin standart senaryo şablonlarına oturtulup servis yapılması (boşanmış anne, korumak için hayatını hiçe sayacağı çocuk, anlayışlı erkek arkadaş) burada hiç işlememiş. Hislerinden arınmış ve "mutlu" bir toplum olmak ile "insan" olmak ama savaşlara ve kötülüklere açık yaşamak arasındaki seçimi temeline oturtmaya çalışıyor film ama laf arasında iki cümleyle geçiştiriyor bu meseleyi de.

Aklımda kaldı; bir tek herhangi bir makyaj ya da efekt kullanılmamasına rağmen dönüşüm geçiren insanlar çok kolaylıkla ayırt edilebiliyor, onu beğendim.

Sonuç; orijinali dururken boşa zaman kaybı

22 aralık 2007 gecesi tolgalarda izledik

http://www.imdb.com/title/tt0427392/