Arama

14 Kasım 2009 Cumartesi

Che : Part Two (2008)

**** Comandante ****

Konusu şöyle; Ernesto 'Che' Guevara (Benicio Del Toro) 1967 yılında Küba'lı küçük bir grup ile devrim yapmaya Bolivya'ya gelir. Bu kez devrimcilerin başında yer alacaktır ancak olaylar beklenen şekilde gelişmez.

Ne anladım; Soderbergh'in Che'yi anlattığı devasa filmin bu ikinci bölümü Bolivya'da başarıya ulaşamayan çabaları içeren yaşamının yaklaşık son bir yılını içeriyor. Başından sonuna bir yaşam hikayesi yerine Che'yi Che yapan iki efsanevi dönemi; Küba'da Castro ile tam bir devrim ve komünizmin uygulanmasına giden başarı ve Bolivya'da Amerikan destekli kontrgerilla tarafından katledilip efsaneye dönüşmesini derinlemesine ele alıyor. Küba'da halkla bütünleşen ve Fidel'in siyasal beyin olduğu hareketteki güçlerin olması gerektiği şekilde dağılması istenilen sonucu getirirken Ernesto'nun sonraki deneyiminde köylülerden gelmeyen bir isyanı dayatıyor konumuna gelen, bir yabancının başında olduğu bir harekete destek bulunamayan ve nihayetinde CIA'in gayet güçlü desteğiyle çılgın romantik derecesinde zayıf kalan hareket çözülmese de güçlenemeden eriyip gidiyor. Belki de önceki başarısı kendisine aşırı bir güven sağlıyor ve Guevara astım ilaçlarını yanına almayacak kadar zarar görmez biri olduğunu düşünüyor ve gene aynı sebeple imkansız bir savaşa balıklama dalıyor sonucu çıkarılabilir. Soderbergh gene sağlam görüntülerle izleyiciyi gerillalardan biriymişçesine olayların içerisine katıyor. Devrimcinin hayatının ve uzun dönüşümünün her önemli noktasını içermiyor senaryo (gençlik yılları, Castro ile tanışmadan önceki fikirleri, iki film arasındaki dönem gibi noktalara hiç değinilmiyor örneğin) ancak temiz bir çerçeve içerisinde önemli bir portre çiziyor.

Aklımda kaldı; atı bıçakladığı sahne. Son anlarındaki öznel çekim. Son sözler "Shoot. Do it. Shoot me, you coward! You are only killing a man. You will never kill my spirit, or the spirit of the revolution!"

Sonuç; iyi

14 kasım günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0374569/

9 Kasım 2009 Pazartesi

State Of Play (2009)

**** List of who eats free at Ben's - Bill Cosby - No one else ****

Konusu şöyle; yolsuzluklarla mücadele eden kongre üyesi Stephen Collins'in (Ben Affleck) yanında çalışan bir kız ölü bulunur. Olayın araştırmasında polisin yanında Stephen'ın okuldan arkadaşı Cal (Russell Crowe) da yer alır. Araştırmada Stephen'ın kızla ilişkisi ortaya çıkar ve karısı ile de arası bozulur.

Ne anladım; Tony Gilroy'un elinden çıkan senaryoyu sinemaya uyarlayan Last King Of Scotland ile bildiğimiz Kevin Macdonald. Aynı senaristten çıkan Michael Clayton gibi sağlam bir politik gerilim çıkmış gene ortaya, Robert Redford'lu Sydney Pollack'lı dönemin tadını hissettiriyor. Rachel McAdams'ın karakteri hırslı yeni gazeteci eski blog yazarı, sert patron Helen Mirren, aldatılan eş Robin Wright Penn ile kadın karakter ve oyuncular kontenjandan değil sağlam altyapılarla katılıyorlar gösteriye. Kara filmlerin en gözde işyeri olan gazete binası
dijital devrimin baskısı altında belki de son heybetli duruşunu sergiliyor. Russell Crowe'un tombul yanaklı, hırpani, ağlanacak omuz Cal karakteri de özdeşleşilebilecek bir havalı adam.
Aklımda kaldı; gazete mekanı.

Sonuç; iyi

8 kasım günü izledik

8 Kasım 2009 Pazar

Kıskanmak (2009)

**** Tatlılardan ne yicez? ****

Konusu şöyle; Cumhuriyet'in ilk yıllarında Zonguldak'ta göreve gelen mühendis Halit (Serhat Tutumluer) güzel karısı Mükerrem (Berrak Tüzünağaç) ve evde kalmış kız kardeşi Seniha (Nergis Öztürk) ile birlikte yaşarlar. Mükerrem kentin zengin ailelerinden birinin oğlu Nüshet ile ilişkiye girer ve bu durumu kocasından gizlemek için Seniha'dan yardım bekler.

Ne anladım; Zeki Demirkubuz'un ilk dönem filmi çalışması. Kostümlü, balo sahneli bir giriş insanı güzel bir şaşırtıyor. Sonrasında film bir Demirkubuz filminden beklenecek şekilde üç karakterin durumlarına odaklanıyor. Romana ne kadar bağlı kalıyor bilemiyorum ama filmin ikinci yarısında yönetmenin ağırlığı iyiden iyiye hissediliyor. Tüzünağaç'ın başarılı diyemem ama durumu idare eden oyunculuğu Nergis Öztürk'e biraz yapay çirkinleştirilmiş hissi verse de unutulmaz bir Seniha performansında yardımcı oluyor. Her üç karakter de pasif varoluşçu karakterler olarak başlarken sırayla her birinden beklenmeyecek dönüşler izlediğimiz hikayede görsel olarak da değişik denemeler var.
Aklımda kaldı; "Ya niye böyle şeyler yaptı ki şimdi bu?" sorusuna değişik bir yanıt veren Seniha'nın son monoloğu. Nüshet ile Halit'in karşılaştığı sahne. Zifiri karanlık içerisinde Halit'in gaz lambasını yaktığı sahne.

Sonuç; iyi.

7 kasım cumartesi günü izledik

My Sister's Keeper

**** Engineered baby ****


Konusu şöyle; Kate (Cameron Diaz) ve Brian Fitzgerald'ın (Jason Patric) kızları Anna, büyük kızkardeşi lösemi hastası Kate'in tedavisi için ailesi tarafından
sürekli tıbbi müdahalelere zorlandığı ve bunun sona erdirilmesi isteğiyle bir avukata başvurur.

Ne anladım; usturuplu dramaların yönetmeni Nick Cassavetes, Jeremy Leven ile yazdığı senaryodan çekmiş filmi. Abigail Breslin ve Cameron Diaz'ın hastası değilim, afişe bakınca da duygusal bir kanser draması çıkacakmış gibi görünüyor. Ama yönetmenin hatrına bir şans tanıdık ve değdi kanımca. Evet ağlamaklı bir drama ama özgünlüğünü de sağlayabilmiş bir senaryo var ortada. Anne baba verdikleri zor karar sayesinde hayatlarını bir şekilde devam ettirebilmiş ancak küçük kızın artık büyüyüp kendine ait kararları olabileceği gerçeği ile diğer kızlarını kaybetme gerçeği ile karşı karşıya kalıyor. Baba Anna'yı birey olarak kabul etmeye çalışırken anne kendi otoritesine bir saldırı olarak algılıyor. Kate'in de mesleği avukatlık olduğundan mahkeme salonundaki dava merkeze yerleşirken finalde bambaşka bir yöne dönerek asıl meseleyi basit bir haklılık mücadelesinin dışına da başarıyla taşıyor.


Aklımda kaldı; Taylor ile Kate'in hastane aşkı.


Sonuç; başarılı



8 kasım pazar izledik


http://www.imdb.com/title/tt1078588/