Arama

30 Eylül 2007 Pazar

Candy (2006)

*** Hüzünlü bir Trainspotting ***

Konusu şöyle; şair Daniel (Heath Ledger) ile sanat öğrencisi Candice (Abbie Cornish)'in uyuşturucu ile desteklenen ve yükselen tutkulu ilişkisi.

Ne anladım; gelişine yaşayan çiftin iyice dibe vuruşlarının hikayesi tam ortasından giriyor. Geçmişlerini ve durumlarını çok bilmediğimiz Trainspotting'den tipler gibi karakterlerle tanışıyoruz. Ailelerinden para dilenen, vermediklerinde çalan, kızın uyuşturucu ve geçinmek için umursamadan fahişelik yaptığı bohem yaşam tarzlarından ödün de vermiyorlar. İki oyuncu da başarılı, senaryonun biraz yüzeysel kaldığı durumlarda da oyunculukları ile kurtarıyorlar durumu.

Aklımda kaldı; masadan bal dökülme sahnesi. Hastanedeki doğum ve sonrası sahne.

Sonuç; fena değil

30 eylül pazar gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0424880/

29 Eylül 2007 Cumartesi

Goya's Ghosts (2006)

**** Laiklik bir geliyor bir gidiyor ****

Konusu şöyle; Kralın ressamı Fransisco Goya tekrar hortlamaya başlayan işkenceci engizisyon tarafından pek sevilmez ama dokunulamaz da. Ona modellik eden varlıklı bir ailenin kızı yahudi olduğu suçlaması ile "sorgulamaya" alınınca aile Goya'nın kızı kurtarmak için aracılık etmesini rica eder. 15 yıl zindanlarda çürüyen İnes fransız ihtilalinin yayılan dalgaları ile güç kazanan özgürlükçüler tarafından kurtulanlar arasındadır. İçeride peder Lorenzo'nun tecavüzene uğramış ve hiç görmediği bir de kızı olmuştur.

Ne anladım; baba yönetmen Milos Forman bu sefer ünlü ressam Goya'yı konu ediniyor. Aslında konu değil de dönem hakkında film yapmak için onun çevresinde geçen bir hikaye anlatıyor. Hristiyanlığı güç kaynağı olarak kullanan engizisyon içerisinde yer alan Lorenzo özgürlükçü akım hakim olunca onlardan biri oluveriyor ve şeytanın temsilcisi dediği Voltaire gibi yazarların zihnini açtığını söyleyebiliyor. Tam takıyyeci, günümüzün tayyibi işte. Javier Bardem çok başarılı. Natalie Portman hem Ines'i hem de 15 yaşındaki kızını oynuyor.

Aklımda kaldı; ailenin evde yaptığı kendi "sorgulaması" Goya'nın kraliçeyi at üzerinde çizdiği resim için poz verdiği ilk sahnede hakkaten erkeğe benziyor, haklıymış adam :()

Sonuç; güzel

29 eylül ctesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0455957/

Interview (2007)

**** Söylediğin her şey aleyhinde kullanılabilir ****

Konusu şöyle; çaptan düşen politika yazarı gazeteci Pierre Peders, editörü tarafından şımarık dizi oyuncusu "şöhret" Katya ile bir röportaj yapmakla görevlendirilir. Hakkında hiç bir şey bilmediği kadınla yapmaya çalıştığı görüşme kötü başlar ve ikisinin de sinirleri zıplayıp bırakırlar görüşmeyi. Sonrasında bir kaza geçiren gazeteciyi dairesine çağıran oyuncu ile gece boyunca birbirleriyle didişmelerini izleriz.

Ne anladım; radikal islamcılar tarafından 2004'de öldürülen Hollanda'lı yönetmen Theo Van Gogh'un 2003 yapımı filmini beğenen Buscemi, Amerikan versiyonunu hem yönetmiş hem oynamış. Farklı karakterdeki iki kişinin sınırlı bir mekanda bir araya gelmesi ve aralarındaki zıtlıklıktan doğan gerginliğin bol diyaloglu olarak sunulduğu bağımsız filmler tadında (Tape gibi) Çok hızlı kesmelerle başlayan film bir süre sonra temposunu buluyor ve sıkmadan sonuna kadar götürüyor. Karakterlerin sürekli değiştikleri ve şimdi dürüst olduklarını hissettirmelerine rağmen hemen ardından aslında rol yaptıklarını gördüğümüz bir kaç dönüş ilginçleştiriyor.

Aklımda kaldı; telefonun havlama şeklinde çalma sesi :) Good bye, Cuntya! Buradan taşınsan uçak pisti olarak kullanabilirler.

Sonuç; gayet iyi

28 eylül cuma gecesi sinemada izledik

http://www.imdb.com/title/tt0480269/

28 Eylül 2007 Cuma

1408 (2007)

*** 1 + 4 + 0 + 8 = 13 ***

Konusu şöyle; paranormal aktiviteleri yerinde görmek için yapılan ihbarlara göre sözkonusu mekana gidip bir gece kalan ve deneyimlerini kitaplara dönüştüren Mike Enslin New York'taki Dolphin otelinde 1408 numaralı odadan uzak durmasını söyleyen bir mektup alır. Kitabına işe yarar bir final arayan Mike otele damlar.

Ne anladım; Stephen King'in kendi yöntemlerini anlattığı Yazma Sanatı (On Writing) için örnek olarak başladığı ve sonra hoşuna gittiği için tamamladığı bu hikaye Ondskan ile göze çarpan, Amerika'daki ilk filmi Derailed ile de beğenilen Mikael Hafström tarafından çekilmiş. Afişte John Cusack ile Samuel L. Jackson abimizi yanak yanağa görünse de bu biraz kandırıkçı, çünkü otel müdürü rolündeki Jackson yardımcı bir karakter. Filmin iki versiyonu var ve ben sanırım alternatif sonlu versiyonu izledim, çok da beğenmedim. Genel olarak Robert DeNiro'nun da son zamanlarda oynadığı tırt gerilimlere benzeyen bir film ama biraz iyicesi.

Aklımda kaldı; pencereden karşı binadaki adam sesini duyurmaya çalıştığı sahne. Duvarda sürünerek yan odaya ulaşmaya çalıştığı sahne. Spoiler olmasın diye açıkça yazmıyorum ama hikayedeki dönüşün aslında dönüş olmadığını gördüğümüz ustaların duvarları yıktıkları sahne.

Sonuç; fena değil

27 eylül perşembe gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0450385/

23 Eylül 2007 Pazar

Knocked Up (2007)

**** Gördüğüm en uzun komedi ****

Konusu şöyle; küçükken bir posta arabası tarafından ezilen, aldığı tazminatla 24 yaşına kadar idare eden ve "loser" arkadaşlarıyla takılan Ben, eğlence dünyasında bir kariyerin başlangıcında TV sunucusu olarak iş bulan Alison'ın yen işi şerefine eğlenmek için çıktığı barda tesadüfen tanışır ve alkolün etkisiyle birlikte olurlar. Birbiriyle tamamen alakasız kişilikler olan çift ertesi gün ayrılırlar ancak 2 ay sonra Alison o gece hamile kaldığını öğrenir.

Ne anladım; iki sene önce 40 Year Old Virgin (ki hiç beğenmemiştim) ile ilk uzun metrajını yapan Judd Apatow'un yeni filmi. Anlaşıldı ki eleman cinsel meselelere kafayı takmış. Bir romantik komedi için çok uzun bir süresi var, 2 saatin üzerinde. Vegas bölümü örneğin daha kısa kesilebilirmiş ama pek sıkıcı duruma düşmüyor film.Hugh Grant'li filmlerin Kevin Smith tarafından yönetilmiş bir ya da American Pie tadında.

Aklımda kaldı; bir yıl boyunca saç sakal kesmeme iddiasına giren ev arkadaşlarına yaptıkları benzetmeler (Hey Crocket, how's Tubbs doing? , How did it feel changing your name from Cat Stevens to Yusef Islam? , See ya... Scorcese on coke. Serpico gibi). Gayet inandırıcı bir hamilelik süreci ve finaldeki doğum sahnesi evlere şenlik. Filmlere göndermeler gayet iyi, Murderball gibi.

Sonuç; beğendim

23 eylül pazar günü izledik. (biz de 19 haftalığız bu arada)

http://www.imdb.com/title/tt0478311/

Küçük Kıyamet (2006)

** Depremden para böyle kazanılır işte **

Konusu şöyle; depremde annesini kaybeden ve bunu yaşayan herkeste olduğu gibi bir fobi geliştiren Bilge ailesiyle birlikte uzun zamandır yapamadıkları tatili yapmak üzere Antalya'ya kiraladıkları villaya giderler. Villanın karşısı mezarlıktır, bekçisi de ruh hastasına benzemektedir.

Ne anladım; Türk sinemasına illa da gerilim filmleri kazandıracağız inadıyla devam eden tıfıl yönetmen ikilisi Taylan kardeşler bir deneme daha yapıyor ve gene ıskalıyor. Teknik açıdan "Okul" dan bir kıt daha iyi olmasına rağmen sonunda tüm bu olanların bağlandığı nokta ile bir bağlantısı olmaması, sadece sonucu etkiliyor olması senaryoyu çok havada bırakıyor. Mesela o zaman diyoruz ki Zeki'nin arabayla kaybolma hikayesinin ne işi var madem.. Efektler Türk sineması için zirve olabilir ama hala çok zayıf..

Aklımda kaldı; unutmak istiyorum

Sonuç; pöff

22 eylül cumartesi gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0845474/

Cashback (2006)

**** Bir sanatçı doğuyor ****

Konusu şöyle; Ben Willis kız arkadaşından ayrılır ve depresyona girer. Tüm zamanında onu düşünmekte artık geceleri de uyuyamamaktadır (insomnia). Bu kazandığı ekstra sekiz saati paraya çevirmek (cashback) için bir süpermarketin gece vardiyasında işe girer.

Ne anladım; 2004 yılında yaptığı, çok beğenilen, Oscar'a bile aday olan aynı isimli kısa filmini ilk uzun metrajında yeniden çekmiş yönetmen (18 dakikalık film bu filmin içinde yer alıyormuş). Bir hikayeden ziyade baş karakter Ben'in dünyayı algılayışının olgunlaşması ve bir sanatçıya dönüşmesi üzerine kurulu romantik komedi kılığında bir drama. En kendine özgü sahneleri çalıştığı yerde zamanı durdurup kadınları soyarak kendi üreteceği eserler için malzeme topladığı yerler. Biraz dağınık yapısı, birçok konuya girecekmiş gibi yapıp girmemesi dikkatleri de dağıtıyor ama sevilebilir karakterler ve mizahı sayesinde ilgiyi hakediyor.

Aklımda kaldı; bir sahnede telefonla konuşurken Ben yatağına düşüyor, bu sahne 25 günlük çekim süresinin 1 gününe malolmuş ve hemen dikkati çekiyor. Her ayrılma sahnesinde eşlik eden arya.

Sonuç; sevdim

23 eylül ctesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0460740/

Death Proof (2007)

** Kötü yönetmen kötü oyuncu **

Konusu şöyle; Dublör Mike (Kurt Russell) özel olarak güçlendirilmiş arabasıyla ortalıkta dolanan, arabası olan bir grup kız görünce önce onlara bir yakınlık kuran ardından arabayla vurarak öldüren bir tür seri katildir. Birinci bölümde sıçrar ikinci bölümde kızlar üzerinde tepinir.

Ne anladım; Tarantino 70 ve 80 lerin film teknikleri, görüntüsü, müziklerini kullanarak günümüzden bir hikaye anlatıyor. Gene anlatacak birşeyi yok, içi boş konuşmalarla dolu çok sıkıcı sahnelerle zaman dolduruyor. Seri katilin kurbanı konumunda olan kadınların daha beter intikam almaya çalışması üzerine kurulu filmin finali "komik" kaçıyor. Artık tamamen kendi filmlerine göndermelerle dolu filmler çekmesi de içime sıkıntı veriyor. İlk iki filminden başka elle tutulur birşey yapamayacak artık gibi..

Aklımda kaldı; ilk kaza sahnesi iyi çekilmiş.

Sonuç; dandik

23 eylül 2007 ctesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt1028528/

The Last Stand (2006)

** It's not gonna suck itself **

Konusu şöyle; bir komedi klübünün çatısından aşağıya atlayarak biri intihar eder. Klüpte sahne alan dört kişinin hikayelerini izleriz.

Ne anladım; Crash gibi herşeyin ölçülüp biçilip senaryoya alındığı hissi veren bir filmle karşı karşıyayız. Hepsi de başarılı komedyenler olmak isteyen, biri zengin babası ile takışan, biri karısı ve çocuğuna bakmak için düzenli bir işe girmesi için zorlanan, biri kadın olmanın zorluklarıyla boğuşan, biri de eşcinselliğini gizlemek zorunda kalan karakterler birbirlerine destek olup şanslarını arttırmak isterler. Tiplerin yüzeyselliğini gördükten sonra sadece acaba hangisiymiş kendini öldüren öğrenmek haricinde bir motivasyon bırakmıyor.

Aklımda kaldı; yerdeki cesedin yanında atlayıştan dolayı artistik puan kartları açan komedi klübü müdavimleri. Atlaması için Kris Kros'tan Jump'ı çalan aynı adamlar. Beğendiği esprileri çalan ve kendi gösterisini yapan zibidi.

Sonuç; olmamış

23 eylül 2007 ctesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0486611/

17 Eylül 2007 Pazartesi

The U.S. vs. John Lennon (2006)

**** Give peace a chance ****

Konusu şöyle; John Lennon Beatles'ın son dönemlerinde Yoko Ono ile birlikte olmaya başladıktan sonra daha politik bir kişilik kazanır. 68 - 72 arasında da Vietnam savaş karşıtlarının bir anlamda liderlerinden biri olur ve yazdığı parçalar bu aktivistlerin dilinde marş olur. Ciddi bir güç haline gelmesinden korkan ABD hükümeti tarafından kontrol altında tutulmak için izletilir. Bu dönemde Lennon'ın görüşlerini ve gücünü inceleyen bir belgesel.

Ne anladım; bir kısım insan aktivistlerle işbirliği yaparak toplumu etkileyen bir güç odağı haline gelmişti ve tehlikeliydi derken bazıları da bir sanatçının dünyanın en büyük ve güçlü hükümetine karşı düşman kabul edilecek kadar bir gücü nasıl olabilir diyorlar Lennon için. Bundan 30 yıl önceki dünyada sanat belki birtakım sonuçlar alabiliyormuş, bugün ise şaşaalı liveeight gibi konserler düzenleniyor kimse de tınmıyor. Film özel olarak Amerikan hükümeti ile en karşı karşıya geldiği 4 yılı baz alarak Lennon'u anlatmaya çalışıyor. Bütün bu durumla kısa bir süre sonra gerçekleşen öldürülmesi arasında bir komplo teorisi kurmasını bekledim ama yapmadı. Ben kurdum o bağı..

Aklımda kaldı; çiftin balayındaki yatak protestoları ve klipte de kullanılan Give Piece A Chance. Çanta ile ropörtaj. Yardım konserinde Lennon'ın adamın kurtarılması için yazdığı parça.

Sonuç; severim Beatles'ı ve Lennon'ı.

16 eylül pazar gündüz izledim

http://www.imdb.com/title/tt0478049/

Impostor (2002)

*** Einstein demiş ki; Yalnızca iki şey sınırsızdır: Kainat ve insan aptallığı. İkincisinden emin değilim ***

Konusu şöyle; 2070'li yıllarda dünyayı ele geçirmek isteyen uzaylılarla savaş devam etmektedir. Önemli şahsiyetleri yok etmek için dünyalıları öldürüp yerlerine onlara çok benzeyen ama içlerinde bomba bulunan benzerlerini (impostor) dünyaya göndermektedirler. Spencer Olham (Gary Sinise) silah tasarımı yapan bir bilim adamıdır. Binbaşı Hathaway tarafından impostor olmakla itham edilir.

Ne anladım; Philip K. Dick'in bir kısa öyküsünden daha uyarlama ile karşı karşıyayız. Karakterlerin arka planını çok anlatmayan, tv için çekilmiş gibi duran bir film. Blade Runner, Minority Report gibi hikayelerin minör bir versiyonu gibi duruyor. Vincent D'onofrio iyice yüzeysel kalabilecek bir acımasız polis karakterini ilginç kılıyor. Oyunculuklar genel olarak iyi. Senaryo da "yeterince" iyi. Total Recall'ın eskizi tadında

Aklımda kaldı; Sinise ve D'onofrio'nun karakterleri.

Sonuç; idare eder

16 eylül pazar gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0160399/

16 Eylül 2007 Pazar

Workingman's Death (2005)

**** Ne pis işler var dünyada ****

Konusu şöyle; dünyanın 5 farklı köşesinden işçi portreleri. Ukrayna'da kömür madencileri (kahramanlar), Endonezya'da kükürt taşıyıcıları (hayaletler), Nijerya'da mezbaha çalışanları (aslanlar), Pakistan'da gemi işçileri (kardeşler) ve Çin'de çelik işçileri (gelecek) bölümleri oluşturuyor.

Ne anladım; Avusturya'lı yönetmen Michael Glawogger içinde bulunduğumuz dönemde hala ne şartlarda kas gücü ile ne tür işler yapıldığının resmini oluşturmuş. Her bölümün kendine ait ilgi çekici bölümleri var ve sonuçta Çin'dekine benzeyen Almanya'daki bir fabrikanın kapatıldıktan sonra eğlence parkına dönüşmüş görüntüleri ile bitirmiş filmini. Anlatıcısız sadece görüntülere dayanan, 2-3 kamera ile çekim yapılmış. Örneğin bir gemi parçalama sahnesinde tüm açıları ile görebiliyoruz. Nijerya'daki kesimhane görüntüleri mide kaldırıcı.

Aklımda kaldı; evlenme sahnesi. Emekli olan madencinin elbiselerini yaktıkları sahne. Kükürt taşıyıcılarının turistlerle karşılaşmaları. Mezbaha'da yıkılmış hayvanların çatır çutur boğazlarını kesen kasap. Çin bölümünün başında yere yazı yazan sanatçılar.

Sonuç; düşündürücü.

15 eylül ctesi izledim.

http://www.imdb.com/title/tt0478331/

12 Eylül 2007 Çarşamba

28 Weeks Later (2007)

**** Sil Baştan ****

Konusu şöyle; virüs salgınının 28. gününde tüm İngiltere nüfusu yokolur. Olayın üzerinden 6 ay geçince tüm etkilenenlerin öldüğüne karar veren hükümet şehrin bir bölümünde kontrollü olarak yeniden insanları yerleştirmeye karar verir. Olaylar sırasında yurtdışında olan iki çocuğu, hayatta kalan babalarının yanına geri dönerler.

Ne anladım; Intacto filmiyle çıkış yapan İspanyol Fresnadillo bu filmi yönetiyor. Danny Boyle ve ekibi Sunshine ile uğraşırlarken devam filmine yapımcı olarak katılmaya karar vermişler. İlk filmde bir adamın hikayesini izlemiştik bu sefer bir ailenin yanında olaylara tanıklık ediyoruz. Olayların tersine dönmesi ve kaos durumu iyi anlatılmış. Klasik ve klişe anlatım kalıplarına takılmayan hikayeler anlatan bir ekol var alıştık artık. Bir anda baş karakter denilen biri ölebiliyor, bu yüzden her an bir sürpriz gelebilir hissi veriyor ki bu hoş.

Aklımda kaldı; Londra'nın bomboş görüntüleri. Olayların kontrolden çıkıp sniperlara ateş serbest emri verildiği sahne. Wembley stadyumu. Eyfel kulesi. Sis bulutu halinde gelen sinir gazı.

Sonuç; güzel.

12 eylül 2007 gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0463854/

9 Eylül 2007 Pazar

Stir Crazy (1980)

*** Hapishane kuşları ***

Konusu şöyle; hayatlarından sıkılıp işlerinden ayrılan ve batıya doğru yola çıkan iki kanka Skip ve Harry işlemedikleri bir banka soygunu ile suçlanıp hapse atılırlar.

Ne anladım; büyük oyuncu Sidney Poitier'in yönettiği film bir dönemin komik ikilisi Gene Wilder ile Richard Pryor'ın işbirliğinin bilinen örneklerinden. Kanımca Bana Göz Kulak Ol (See No Evil, Hear No Evil) bu birlikteliğin en komik ve başarılı ürünüdür, bu film de iyi örnekler arasında sayılabilecek bir hikaye. Ama modası geçmiş hissini veriyor biraz, hikaye zayıf daha çok oyuncu performansı üzerine kurulu. İkili çoğu sahnelerde doğaçlamaya başvurmuş ki güzel de olmuş.

Aklımda kaldı; ikilinin mahkemede cezayı öğrendikleri sahnede verdikleri tepkiler. Hapishaneye ilk geldiklerindeki maço tavırları, Pryor'ın iri zencinin göğsünde kibrit çaktığı sahne. Rodeo sahnelerinin eski havası.

Sonuç; klasik komedi.

7 eylül 2007 cuma gündüz izledim

http://www.imdb.com/title/tt0081562/

Spider-Man 3 (2007)

*** Büyük güç büyük sorumluluk getirir ***

Konusu şöyle; Mary Jane ile ilişkisini düzene sokmaya çalışan Peter Parker kendi sorunlarına iyice gömülünce gerçek sorunları göremez hale gelir. Kızının iyileşmesi için para bulmaya çalışırken suç dünyasına katılan Kum Adam, uzaydan dünyaya düşen bir meteor ile gelen, önce Peter'a sonra iş hayatındaki rakibi fotoğrafçıya musallat olan ortak yaşar siyah kostüm Venom ve eskiden kalan Hobgoblin'in oğlu Harry Osborn bu maceradaki düşmanlarıdır.

Ne anladım; kadronun son kez bir araya geldiğini açıkladığı, gene Sam Raimi'nin yönettiği örümcek adam serisinin şimdilik son filmi. Kötü karakter sayısı üçe çıkıp temalar da çoğalınca biraz sıkışık bir film ortaya çıkmış. Her bir hikaye çok tatmin edici şekilde bağlanmıyor, yine de daha az şey anlatmasından iyidir bence. Peter Parker'ın kötücül tarafının ortaya çıkması Süperman 3'deki benzer hikayeyi anımsatıyor. Harry Osborn ve Peter Parker'in doğal halleri iyice saftirik resmedilmiş, sinir bozacak kadar aptalca sırıtıp duruyorlar, çizgi romanda depresif bir hava ile verilen özel hayatındaki sorunlar bu yaklaşımdan dolayı sarsaklık seviyesine indirgeniyor, biraz tadı kaçıyor. Thomas Haden Church çok başarılı bir kumadam olmuş.

Aklımda kaldı; gazete patronu Jonah Jameson'ın sekreteri tarafından tansiyonu konusunda ikaz edildiği sahne ve küçük bir kızdan (ki Sam Raimi'nin kızıymış) dandik bir fotoğraf makinası ile kazık yediği sahneler filmin en komik kısmı. Gökdelene vinçin kontrolden çıkarak çarptığı sahneler ile final dövüşü sahneleri etkileyici.

Sonuç; çok tatmin edici olmasada izlenir

9 eylül pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0413300/

Mr. Brooks (2007)

**** I don't enjoy killing, Mr. Smith. I do it because I'm addicted to it. ****

Konusu şöyle; uzun yıllardır hayali yol göstericisi Marshall'ın yönlendirmesi ile cinayetler işleyen ama kuralları sayesinde yakalanmaya öldürme bağımlısı, günlük hayatında saygın bir işadamı olan Bay Brooks bu alışkanlığından kurtulmak için tedavi olmaya çalışmaktadır. Son cinayetinde bir fotoğrafçıya yakalanır. Kendine Mr. Smith diyen adam karşılığında para değil öldürme deneyimi yaşamak ister.

Ne anladım; bir seri katil hikayesini katilin yanından, onun aklına girerek anlatmaya çalışan, bu katilinde bir eşi ve kızı olduğunu ve normal biri gibi göründüğünü temel alan değişik bir hikaye. Talented Mr. Ripley'i anımsatan bir çalışma. Demi Moore'da olayın diğer tarafında onu bulmaya çalışan polis memurunu oynuyor ama berbat oynuyor kötü yazılmış bir karakteri. Ama Kevin Costner, onun kana susamış alt benliği William Hurt (gerçi boş boş gülüyor ama olsun..) ve meraklı Mr. Smith o kadar ilgi çekici kurulmuş karakterler ve hikayelere sahip ki film ilgi ile izleniyor.

Aklımda kaldı; sonlara doğru rüya sahnesi. Mezarlıktaki cinayet sahnesi.

Sonuç; beğendim açıkçası

9 eylül pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0780571/