Arama

belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Şubat 2010 Pazar

Man On Wire

***** If I die, what a beautiful death! *****

Konusu şöyle; 1974'de açılmasından kısa bir süre sonra, o dönemin en yüksek binası olan New York'daki ikiz kulelerde, uzun zamandır bunu takıntı haline getirmiş olan Philippe Petit, bir grup arkadaşının yardımıyla gizlice binalara girerek iki kule arasına gerilen bir tel üzerinde akrobasi yapar.

Ne anladım; James Marsh tarafından Petit'in kendini anlattığı kitaptan uyarlanan bir belgesel. Özünde bir tutkunun hikayesi. Küçüklüğünden itibaren yüksek yerlere tırmanmayı takıntı ve yaşamın kendisi haline getiren Petit için bir gün gazetede gördüğü çok yüksek binalar yapıldığı haberi zihninde bir hedef yaratmasını sağlıyor ve bunu başarmak için bir ekip oluşturup bu çılgınlığı yapıyor. Kendisinin de çok sevdiğinin belirtildiği eski soygun filmleri tarzında bir kurgusal anlatım olay gününü canlandırırken o dönemdeki karısı ve ekibin değişik üyeleri farklı noktaları anlatıyor. Adamlar daha önce Notre Dame ve Sydney de buna benzer faaliyetler yapıyorlar ve bu olayların anlatımı hikaye gelişiminin kademeli olmasını sağlıyor. Amaç politik bir eylem değil, bir adamın dünyanın tepesinde korumasız meydan okuması. Bir kez o ipin üzerine çıkıp aşağıdan görülünce kendisi inene kadar kimsenin müdahale etmesi mümkün değil, inanılmaz bir konstantrasyon gerektiren ve milimlik hatanın ölüm demek olduğu acaip bir deneyim. Yaşamı risk almak olarak niteleyen bir adamın psikolojisini incelemek var, bir aksiyon filmi kalitesinde gerilim var, yaşamı sorgulama da var ve her kesit gayet derli toplu anlatılıyor. Sirklerde hergün bunu yapan cambazlar bu adamı izlerken ne düşünür merak ettim.

Aklımda kaldı; ekipten bir üyenin diğerleri hakkında "ilk gördüğümde bunlar loser dedim" dediği sahne. Çayırda okçuluk ve bilimum denemeleri.

Sonuç; çok iyi

28 şubat günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt1155592/

23 Temmuz 2009 Perşembe

Fuck (2005)

**** There is no English equivalent for 'fuck off,' because... it *is* English ****

Konusu şöyle; her yönüyle fuck kelimesi üzerine bir belgesel.

Ne anladım; Steve Anderson bu çok kullanılan, bazı kesimler tarafından aforoz sebebi sayılan, yerine göre kendini ifade aracı, bazen saldırı silahı olabilen kelime üzerinden küfürün sosyal yaşamda yerinden tutun cinselliğin tabularına her yönüyle ekrana getiriyor. Kelime anlamıyla incelemek üzere porno yıldızları, sosyal yönler için psikologlar, sanatla ilişkisi için rapçisi oyuncusu müzisyeninden muhafazakarına çok sayıda isim var röportaj yapılan. Kelime ile ilgili konu başlıkları altında bilindik filmlerden (tabii ki Scarface) dizilerden (Seinfeld'in bir çocuğun yanında ağzından kaçırıp başını derde soktuğu bölüm de var) şarkı sözlerine, politik olaylarla ilgisine bence çok hızlı ve tempolu bir film. Tabi hayli rahatsız edebilecek kısımları da var, adı üstünde. Ama özellikle Billy Connolly'nin değişik tonlaması ve klasik İngiliz aksanıyla tatlı tatlı kelimenin fonetiğine övgüler düzdüğü sahneler başta olmak üzere güzel kısımları çok fazla. Kelimenin kökeni tam olarak bilinmediği halde "fornication under consent of king" ifadesinin kısaltması olduğu şeklinde genel bir kanı olması ilginç geldi. Lenny Bruce ya da George Carlin'e verilen önem sadece insanların sahnede küfür edildiğini duymaktan hoşlanması ile açıklanamaz. İfade özgürlüğü tarafından bakıldığında çığır açan adamlar bunlar. Steril ikiyüzlü bir ahlak anlayışı ile dayatılan toplumsal baskılarla mücadelenin bir bakıma simgesi. Özellikle Bush yönetimi ile birlikte para basmaya başlayan sözde toplumu koruyucu oradaki kurumların buradaki karşılığı rtük de bunlardan ekmek yiyor. Üstelik sigaraları kapatarak, içkileri mozaikleyerek tvde rastgelinecek herhangi bir filmin de zevkle izlenmesini imkansız kılarak buradaki öğrenilmiş çaresizliği daha büyük boyutlarda uygulayarak. Sonuçta toplumsal değerler kılıfından güç alarak tüm akılcı ağaçları budamaya kararlı bir zihniyet egemen zamanımızda.

Aklımda kaldı; Pat Boone'un kendi soyadını küfür yerine kullanması.

Sonuç; herkese göre değil

23 temmuzda izledim

http://www.imdb.com/title/tt0486585/

19 Temmuz 2009 Pazar

Religulous (2008)

***** You don't have to pass an IQ test to be in the Senate *****

Konusu şöyle; komedyen Bill Maher dünyadaki tüm belli başlı dinlere giydiriyor.

Ne anladım; Seinfeld ekibinden, Borat'ın da yönetmeni Larry Charles, Bill Maher'in bu özel projesini yönetmiş. Sivri dilli komedyenin Iconoclasts'da en "gurur duyduğum iş" diye tanımladığı röportaj ağırlıklı belgesel kutsal topraklarda açılıyor. Uzunca bir bölüm hristiyanlığa ayrılırken paragöz tv din adamı mı zırtapoz politikacı mı en gerzek emin olamadım. Sonrasında diğer dinlere de el atan, karikatür krizinden mormonlara, soykırımı inkar konferansına katılan hahamdan scientology zırvalarına birkaç dine daha bulaşıyor. Mistik doğu dinlerini pek kullanmamasına rağmen gözle görülmeyen ispat edilemeyecek hiç bir kanıya pabuç bırakmayacağını açıkça belli ediyor. İsa'nın reenkarnasyonu olduğunu iddia eden ve yüzbin müridi olan adam, insanlarla dinazorları aynı dönemde resmeden zırva müze, konuşan yılana inanan politikacıların dünyayı yönetmesi gibi sahnelerle dolu dinamik bir belgesel. Belki dinleri gruplamak yerine benzerlikleri üzerinden eleştirilecek noktaları ele alsaydı daha tempolu bir sunum olabilirdi. Köşeye sıkışınca düşünmeden inanmanın erdemlerini savunmanın, aklı inkar etmenin acıklı hikayesi. Bizim için eğlence tabi.

Aklımda kaldı; finalde annesi ile "- Cennette görüşürüz. - Kim bilir" diyip gülüşmeleri. Yahudilerinde kutsal gününde hiç bir alet kullanmamalarından para kazanmak amacıyla üretilmiş alet.

Sonuç; helal :P

19 temmuzda izledim

http://www.imdb.com/title/tt0815241/

17 Temmuz 2009 Cuma

Zeitgeist : Addendum (2008)

**** Kimse özgür olduğuna inanan birinden daha iyi köle olamaz ****

Konusu şöyle; belgesel dört bölümden oluşuyor. Birinci bölüm; paranın nasıl oluştuğunu, ekonomik sistemin ana bileşenlerini ve kapitalizmin işleyişini anlatıyor. İkinci bölümde; bu sistemin dünyadaki politik yansımaları bir Ekonomik Tetikçi olan John Perkins tarafından anlatılıyor. Üçüncü bölüm; bu para bazlı sistemin yerine bir alternatif olarak kaynak bazlı bir sistemin olarak tasarlanan Venüs projesinin ilgili toplum mühendisleri tarafından anlatımı ve dördüncü ve son bölümde de bu sisteme alternatifleri en azından zorlamaya başlamak için izleyiciye öneriler şeklinde özetlenebilir.

Ne anladım; ilk filmin bir uzantısı olarak düşünülebilecek bu bölüm gene tamamıyla Peter Joseph'in her tarafını kotardığı bir belgesel. Gene bir görüntüler kolajı izliyoruz ancak bu sefer özellikle ilk bölümde izleyicini takibini kolaylaştıran animasyonlar son derece profesyonel ve konuya odaklı. Özellikle ilk iki bölüm mükemmel derecede bilgilendirici içerik ve sunuma sahip. İkinci bölümde anlatılanların detaylarına elemanın kitabından ulaşmak da mümkün. Üçüncü bölümde anlatılan Venüs projesi ve anlatılanlar elbette ütopik ya da tatil köyü reklemı gibi geliyor. Vizyon açması, düşündürmesi açısından iyi ama mesela paranın yok olmasıyla insanların minimuma insede kendilerinden toplum tarafından bekleneni yapmaya güdüleyecek olan nedir gibi soruları sorsa da yanıtlamıyor. Sondaki öneriler de iyi niyetle kulak arkası edilebilir, nihayetinde kimseyi sokağa dökemeyeceğini bilen yayımcı daha pasif eylemlere cesaretlendirmeye çalışıyor ama günümüzün "bir benim yapmam neyi değiştirir ki" bilincine sahip kuşağını harekete geçirmeye yetmez bunlar. İlk filme göre daha net hedeflere en önemlisi bir sonuca sahip, yer yer kendisini tekrar etse ve bu yüzden uzun kalsa da çok değerli bir belge.

Aklımda kaldı; Fed'in kuruluşu, Amerikanın bağımsızlık savaşının altında yatan nedenler, paranın imal edilişi, Perkins'in önce rüşvet, sonra suikast, en son da askeri müdahele aşamalı tetikçilik hikayeleri.

Sonuç; gayet iyi.

17 temmuzda izledim

http://www.imdb.com/title/tt1332128/

11 Ocak 2009 Pazar

Zeitgeist

**** Nothing is more profitable for international bankers than war ****

Konusu şöyle; zeit "zaman" geist "ruh" demek, birleştiğinde de günümüzün ruhu gibi bir anlam çıkıyor. Belgesel üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde hristiyanlık başta olmak üzere çoğu dini inanışın nasıl çok daha öncelerinde varolan hikayelerin kullanılarak türetilen boş hurafe olduğu konu ediliyor, ikinci bölümde 11 eylül'de yaşananların Amerikan hükümetinin kendi politikalarının devamını sağlamak için kendisi tarafından tezgahlanan bir oyun olduğu komplo teorisi anlatılıyor, üçüncü bölümde ise makro bir bakış açısıyla Amerika'nın kuruluşundan günümüze asıl egemen güç olan uluslararası bankerlerin ekonomi aracılığıyla tüm dünyayı nasıl yönlendirdiği anlatılıyor.

Ne anladım; Peter Joseph'in şu ana kadarki filmografisi bu ve bunun devam filminden ibaret. Aslında ilk iki bölüm pek de kanıtlara falan dayanmayan, bilimsel tabanı zayıf, daha çok komplo teorisi düzeyinde kalan ve birbiriyle pek ilgili gelmeyen başlıklar. Ancak son bölümle birlikte daha çok anlam kazanıyorlar ve bu bölümde birbirinden garip şeyler öğreniyoruz. Amerikanın kuruluş hikayesi, merkez bankalarının ne işe yaradığı ve kimlerin elinde olduğu, ekonomik krizlerin doğasını, 11/09 da da 7/7 de de aynı gün aynı senaryolarla tatbikatlar yapıldığını ve gelecekte tüm dünyayı tek bir ülke haline getirmeyi düşleyen küresel sermayenin insanların derisinin altına çip yerleştirme planını ve halkın buna kendi isteğiyle koşarak gidecek şekilde güdülenme hazırlıklarının işlediğini örneğin. Emperyalizm hakkında görsel olarak çok etkili hazırlanmış bir çalışma, astrolojiden ekonomiye bir çok konuya dalıyor, çok konuşarak sürekli izleyiciden aktif katılım beklese de akılda çok şey kalıyor. Çok fazla konuya dalıyor gibi görünse de bence nihayetinde tüm anlattıklarının ne için olduğunu da ortaya koyabiliyor.

Aklımda kaldı; korku salmak için sürekli "terörizm" kelimesini kullanan George Bush ve şürekasının bu korku kelimelerinin hem de aynı konuşmalardan alınmış kurgusu.

Sonuç; çok önemli konular

http://www.imdb.com/title/tt1166827/

11 Kasım 2008 Salı

Mustafa (2008)

**** Mustafa hakkında çok şey ****

Konusu şöyle; doğumundan ölümüne düşünceleri ve özel yaşamıyla Atatürk.

Ne anladım; Can Dündar büyük bir devlet adamının yaşamını anlatmaya girişmiş ve 2 saatlik bir sürede tüm yaşamını anlatacak şekilde vizyonunu geniş tutmuş, anlatmayı hedeflediği de bu akılalmaz dönüşümün ve zaferin mimarı nasıl bir ortamdan gelmiştir, nasıl bir hayat yaşamıştır, aşk ve özel hayatı nasıldır soruları ile ruhsal profilini çizmek olmuş. Tabularla çerçevelenmiş, üzerinde düşünülmesi ve sorgulanması kanunlarla yasaklanmış bir ulu simge olarak dayatılan bir askeri ve siyasal lideri izleyicinin daha içselleştirmesini ve kendiliğinden de sevebilmesine yardımcı olabilecek bir çalışma. Sorunlu noktaları ise anlatımın Can Dündar'ın etkileyici olmaktan uzak ve monoton ses tonu ile dış sese mahkum olması ve çoğu kısmında birer cümleyle hızla geçilen olaylar, çoğu konunun nedenlerinin fazla açıklanmaması da kafada çok soru işareti oluşturmuş, bu noktalarda yorum yapmadan durumu aktarmış. Bir belgesel için doğrusu belki de bu ama konu hassas olunca tepkilerin de sebebi oluyor. Örneğin Ata'nın son yıllarında her tür devlet işlerinden el çektirilmiş pasif bir emekli haline geldiği gösterilmiş, Atatürk yaşasaydı böyle olmazdı diyenler için ne hayal kırıklığı. Bir belgesel ya da sinema filmi olarak büyük bir başarı olmasa da ele aldığı konuya bir bakış koyabilmesi olumlu. Her söylediğine katılmaya gerek yok, daha çok okuyup araştırmak ve kişisel fikrini oluşturmak lazım.

Aklımda kaldı; İnönü ile mecliste küsüp kağıtla haberleştikleri sahnede bu nedir dedim. Girişteki kardeşinin başına üşüşen leş yiyiciler gibi animasyona yaklaşan fantastik canlandırmaları da beğendim.

Sonuç; izlenir üzerine düşünülür.

9 kasım pazar günü Rexx de izledik. Sineplex olmuş koca sinema, yazıktır.

http://beyazperde.mynet.com/film/4389

2 Kasım 2008 Pazar

Where In The World Is Osama Bin Laden? (2008)

*** How do I say: "don't take me, take the cameraman"? ***

Konusu şöyle; yakında bir bebeği olacağını öğrenen Morgan Spurlock dünyanın geleceği konusundaki endişelerini gidermek için Usame Bin Ladin'i bulmaya karar verir ve ortadoğu ülkelerinde izini arar.

Ne anladım; Super Size Me'den tanıdığımız Spurlock dünyanın en aranan teröristinin peşinde İslamcı ülkelerin bir profilini çıkarmaya çalışıyor. "Onlar da bizim gibi insanlar", "her toplumda iyiler kötüler bulunur" gibi ilkokul seviyesinde sonuçlar çıkaran gayet basit bir bakış açısı var. Filmi bir bilgisayar oyunu gibi tasarlamış, her ülkeyi bir "level" olarak düşünüp tehlikesine göre derecelemiş ve sırayla Mısır, Filistin - İsrail, Arabistan, Afganistan ve Pakistan'a girip sokaktaki vatandaşa Amerika ve Amerikalılar hakkında ne düşündüğünü ve Bin Ladin'i nasıl gördüklerini sormuş. Komik bir şekilde başlamasına rağmen çok derinleşemeyen ve sonunda iyice baştan savma bir şekilde biten filmin en mesajlı sahnesi; ekibin İsrail'de koyu dindar yahudi mahallesinde itilip kakıldığı bölüm. Burada dışa kapalı, gerektiğinde saldırıya geçebilecek düşüncenin her yerde olabileceğini görüyoruz ve kendisi nasıl o toplumu orada bulunarak rahatsız ediyorsa Amerika'nın da saldırgan dış politikası ile daha büyük bir toplumsal rahatsızlık yarattığını gösteriyor. Çok da iyi bir anlatımı ve temposu olmayan film sonuna doğru iyice güçten düşüyor.

Aklımda kaldı; girişteki Tekken tarzı Spurlock - Bin Ladin dövüşü. Son jenerikte filmde geçen çoğu kişinin gülerkenki hallerini gösteren videolar.

Sonuç; eh işte.

1 kasım ctesi gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0963208/

11 Şubat 2008 Pazartesi

Who Killed The Electric Car? (2006)

**** Kim vurduya gitmiş ****

Konusu şöyle; 1996 yılında elektrikle çalışan arabalar Kaliforniya'da yollarda görünmeye başlar. Hatta GM bir seri üretir ve Tom Hanks, Mel Gibson gibi ünlülerin de içinde bulunduğu bir grup müşteriye satmaz ama kiralar. Kullanıcılarının çok memnun olduğu bu araçlar petrol endüstrisi başta olmak üzere birçok faktörün etkisiyle 2000li yıllarda tamamen ortadan kalkar. Bu film bu aracın yok olmasının sebebini bulmaya çalışıyor.

Ne anladım; kendisi de bir dönem EV serisi bir araç kullanıcı olan Chris Paine'in ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi. Araçların toplandığı dönemde eskiden tanıtımında çalışan hostesler, eski kullanıcılar ve endüstriden insanlarla ropörtaj ağırlıklı bir belgesel gerçekleştirmiş. Son aracın sahibinden geri alınması ve bir filonun yokedilmeye götürülmesini de yakalaması olaylara güncellik katmış. Finalde bir yargılama ve suçluyu ilan etme çabası var ki tarafsız kalmadığını açıkça belirtiyor bu sahnelerle. Film olarak çok değerli değil ama içerik olarak önemli ki zaten belgesellerde bu konu daha ön plana çıkıyor.

Aklımda kaldı; piller haricinde herkesin suçlu ilan edildiği son. İnsanlığın hala bu petrole mahkum bırakılması akıl alır gibi değil.

Sonuç; önemli

11 şubat pazartesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0489037/

14 Ocak 2008 Pazartesi

The 50 Worst Movies Ever Made (2004)

*** O kadar kötü ki hakkaten kötü filmler ***

Konusu şöyle; sinema tarihinde yapılmış en kötü 50 film.

Ne anladım; büyük çoğunluğa Amerikan sinemasından, aralarda uzak doğu filmleri olmak üzere bir kötü film seçkisi. Her biri yaklaşık 1 dakikada anlatılmış olmuş bir saatlik bir kaynak. Arada Haluk Bilginer de Ishtar dolayısıyla görünüyor. Ed Wood filmleri de olmazsa olmaz ama en azından listenin tepesinde daha önceden duymadığım filmler vardı.

Aklımda kaldı; ikinci olan Eegah! birinci filmden daha akılda kalıcı bir rezalet.

Sonuç; değişik bir liste

13 ocak pazar günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0449786/

19 Kasım 2007 Pazartesi

Guns, Germs and Steel (2005)

**** Neden beyaz adamın bu kadar çok kargosu var ve bizim bu kadar az? ****

Konusu şöyle; Jared Diamond isimli profesör dünyadaki eşitsizliklerin, batılı toplumlar sanayi ve teknolojide bu kadar ilerlerken dünyanın bazı bölgelerinin hala ilkel koşullarda kalmasının sebepleri üzerine ürettiği teoriyi etkileyici biçimde anlatıyor.

Ne anladım; Mezopotamyada gelişen toplumların yiyecek üretmede çevrenin de yardımıyla verimliliklerini arttırmaları bir topluma dönüşüp iş bölümüne yardımcı olurken Patagonya'da yer alan kabileler tüm enerjilerini bu işe ayırmak zorunda kalmışlar ve günümüzde bile hala binlerce yıl önceki şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar. Bunun yanında dönemine göre çok İnka uygarlığının nasıl İspanyol yayılmacılar tarafından on bin kişiye iki yüz kişi gibi bir insan oranına rağmen yok edilebildiği gibi birkaç soruya cevap arayan Diamond bu konudaki meşhur kitabının belgesel versiyonunda üç bölümde teorilerini görsel olarak şekillendiriyor.

Aklımda kaldı; kıtaların coğrafik şekillerinin uygarlığın yayılımı üzerindeki etkileri.

Sonuç; güzel bir fikir cimnastiği

18 kasım pazar günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0475043/

15 Kasım 2007 Perşembe

Sicko (2007)

**** Eğitimli, sağlıklı ve kendine güvenen bir ulusu yönetmesi zordur ****

Konusu şöyle; Amerikadaki sağlık sektörünün incelenmesi ve diğer ülkelerle karşılaştırılması üzerine bir belgesel.

Ne anladım; Michael Moore bu sefer de hastahaneler, ilaç şirketleri ve sigorta şirketlerinin karlılıktan başka bir şey ilgilenmediği ve bunların insafına terkedilmiş bir toplum olduğunu anlatıyor. Clinton döneminde herkesin faydalanabileceği açılımlar gelmek üzereyken Bush'un gene nasıl siyasi ve ticari çıkarlara göre gücünü kullanarak göstere göstere dünyaya kazık attığını gösteriyor. Her zamanki gibi olayları aşırı dramatize ediyor ve politik açıdan tuttuğu tarafı göstermekten çekinmiyor. Ama hem film eğlenceli hem de söylediklerinin onda biri bile doğruysa bir şeyler öğrenmiş oluyoruz. Kanada, Küba ve avrupada işlerin nasıl yürüdüğünü de biraz görebiliyoruz.

Aklımda kaldı; Michael Moore karşıtı en büyük site sahibinin nasıl sağlık sorununa düştüğünü ve yardım ettiğini anlattığı sahne. Amerikada 100$a alabildiği ilacı Küba'da 5 sente bulunca depresyona giren kadın. İki parmağı arasında tercih yapmaya zorlanan adam.

Sonuç; her zamanki Michael Moore.

13 kasım salı günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0386032/

17 Eylül 2007 Pazartesi

The U.S. vs. John Lennon (2006)

**** Give peace a chance ****

Konusu şöyle; John Lennon Beatles'ın son dönemlerinde Yoko Ono ile birlikte olmaya başladıktan sonra daha politik bir kişilik kazanır. 68 - 72 arasında da Vietnam savaş karşıtlarının bir anlamda liderlerinden biri olur ve yazdığı parçalar bu aktivistlerin dilinde marş olur. Ciddi bir güç haline gelmesinden korkan ABD hükümeti tarafından kontrol altında tutulmak için izletilir. Bu dönemde Lennon'ın görüşlerini ve gücünü inceleyen bir belgesel.

Ne anladım; bir kısım insan aktivistlerle işbirliği yaparak toplumu etkileyen bir güç odağı haline gelmişti ve tehlikeliydi derken bazıları da bir sanatçının dünyanın en büyük ve güçlü hükümetine karşı düşman kabul edilecek kadar bir gücü nasıl olabilir diyorlar Lennon için. Bundan 30 yıl önceki dünyada sanat belki birtakım sonuçlar alabiliyormuş, bugün ise şaşaalı liveeight gibi konserler düzenleniyor kimse de tınmıyor. Film özel olarak Amerikan hükümeti ile en karşı karşıya geldiği 4 yılı baz alarak Lennon'u anlatmaya çalışıyor. Bütün bu durumla kısa bir süre sonra gerçekleşen öldürülmesi arasında bir komplo teorisi kurmasını bekledim ama yapmadı. Ben kurdum o bağı..

Aklımda kaldı; çiftin balayındaki yatak protestoları ve klipte de kullanılan Give Piece A Chance. Çanta ile ropörtaj. Yardım konserinde Lennon'ın adamın kurtarılması için yazdığı parça.

Sonuç; severim Beatles'ı ve Lennon'ı.

16 eylül pazar gündüz izledim

http://www.imdb.com/title/tt0478049/

16 Eylül 2007 Pazar

Workingman's Death (2005)

**** Ne pis işler var dünyada ****

Konusu şöyle; dünyanın 5 farklı köşesinden işçi portreleri. Ukrayna'da kömür madencileri (kahramanlar), Endonezya'da kükürt taşıyıcıları (hayaletler), Nijerya'da mezbaha çalışanları (aslanlar), Pakistan'da gemi işçileri (kardeşler) ve Çin'de çelik işçileri (gelecek) bölümleri oluşturuyor.

Ne anladım; Avusturya'lı yönetmen Michael Glawogger içinde bulunduğumuz dönemde hala ne şartlarda kas gücü ile ne tür işler yapıldığının resmini oluşturmuş. Her bölümün kendine ait ilgi çekici bölümleri var ve sonuçta Çin'dekine benzeyen Almanya'daki bir fabrikanın kapatıldıktan sonra eğlence parkına dönüşmüş görüntüleri ile bitirmiş filmini. Anlatıcısız sadece görüntülere dayanan, 2-3 kamera ile çekim yapılmış. Örneğin bir gemi parçalama sahnesinde tüm açıları ile görebiliyoruz. Nijerya'daki kesimhane görüntüleri mide kaldırıcı.

Aklımda kaldı; evlenme sahnesi. Emekli olan madencinin elbiselerini yaktıkları sahne. Kükürt taşıyıcılarının turistlerle karşılaşmaları. Mezbaha'da yıkılmış hayvanların çatır çutur boğazlarını kesen kasap. Çin bölümünün başında yere yazı yazan sanatçılar.

Sonuç; düşündürücü.

15 eylül ctesi izledim.

http://www.imdb.com/title/tt0478331/

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Long Way Round (2004)

***** Uzun yoldan *****

Konusu şöyle; İngiliz aktör Ewan (yuvın diye okunuyomuş) McGregor ve kankası Charlie Boorman (ingiliz yönetmen John Boorman'ın oğlu) motorsiklet ile Londra'dan New York'a bir macera yaşamaya karar verirler. Ama uzun yoldan. Bu macera hazırlık aşamaları ile birlikte 7 bölümlük bir mini diziye dönüşür.

Ne anladım; iki kankanın kendilerine sponsor bulma çalışmalarını, projenin şekillendiği zamanları konu alan ilk bölüm dahil çok keyifli bir macera. 115 günde 20.000 millik bir yolculuk. Önce Almanya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya gibi ülkeleri hızlı hızlı geçiyorlar, sonra macera başlıyor. Kazakistan'da her yerde eskort vermeye çalışan ve başlarına birşey gelmesinden endişelenen hükümetle biraz sıkıntı yaşıyorlar. Moğolistanda yol namına hiçbirşey yok, Rusya'ya döndüklerinde asfaltı öpecek duruma geliyorlar. Bu sırada da her geçtikleri yerde misafirperverlikle, ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışan insanlarla karşılaşıyorlar, unicef için yaptıkları aktiviteler de cabası. Birbirinden çok farklı kültürlerle karşılaşıyorlar ve bir yerde dedikleri gibi motorsiklet içinden geçtikleri ortamla daha açık bir ilişki kurmalarını sağlıyor. 2004 yılında yaptıkları bu yolculuğun ardından bu sene de Long Way Down isimli bir tur yapmışlar, Londra'dan Cape Town'a. Şu aralar post prodüksiyon çalışmaları devam ediyor.

Aklımda kaldı; evinde kaldıkları Rus Mafyası kılıklı adam. Müzik bandı çok iyi, özellikle Stereophonics'in aynı isimli parçası güzel. Moğolistan'da dibe vurdukları ve kısa yoldan kaçmayı düşündükleri kısımlar. Kazakistan'da içlerinden sadece birinin içebildiği testis çorbası. KTM motorsiklet firmasının attığı kazık (Ewan çok istiyor onunla yola çıkmayı, adamlarda önce kabul ediyor, sonra başarabileceğinize inanmıyoruz diye iptal ediyorlar, elemanlar da BMW ile anlaşıyor).

Sonuç; insanın macera yaşayası geliyor.

25-26 ağustos haftasonunda izledim.

http://www.imdb.com/title/tt0403778/

11 Ağustos 2007 Cumartesi

Air Guitar Nation (2006)

**** To err is human , to air guitar divine ****

Konusu şöyle; Finlandiya'nın Oule şehrinde her yıl düzenlenen Air Guitar dünya şampiyonasını tesadüfen öğrenen Amerikalı bir çift organizatör ülkelerinin de bu organizasyonda yer alması gerektiğini düşünür ve yarışmada Amerikayı temsil edecek kişiyi bulmak için ulusal bir yarışma düzenlerler.

Ne anladım; Air Guitar denen olay özellikle gitar solo ya da ritm çalarken elinde gitar varmış gibi parçaya eşlik etmek. Bill & Ted'in ustası oldukları bu disiplinin özellikle heavy metale çok önem verilen İskandinav ülkelerinde bir dünya şampiyonası düzenlenecek kadar hastası varmış demekki. Gerçekten enstrüman çalmak yerine çalıyor rolü yapan birinin performansını izlemek başta çok saçma geliyor ama sonuçta düşününce bu durumun dans etmekten bir farkı da yok gibi. Müziği hissetmek, coşmak ve insanlara bu duyguyu geçirmek amaçlı çok eğlenceli bir faaliyet. Yarışmanın gediklisi C-Diddy ilginç bir tip, müzmin ikinci Bjorn Turoque (Bjorn to rock diye okunuyor adı) daha da deli bir adam.

Aklımda kaldı; Motörhead'in "Ace Of Spades"i. Herkesin elinde bir hava gitarı olsa silah tutacak boşta eli kalmaz insanların diyen, iki kez kaybettiği halde usanmayıp dünya şampiyonluğuna katılmak için de bağış toplayan ruh hastası Turoque sonrasında bu filmin tema müziğini de yapmış, kitap yazmış.

Sonuç; çok eğlenceli

11 ağustos cumartesi gündüz izledim

http://www.imdb.com/title/tt0799915/

4 Ağustos 2007 Cumartesi

Le Peuple Migrateur (2001)

**** Uçan kazlar ****

Konusu şöyle; dünyanın çeşitli köşelerinden göçmen kuşların hikayeleri.

Ne anladım; Microcosmos'u yapan sabır küpleri bir 3 yıllarını da bu işe vermişler. Yakından çekim yapabilmek için erkenden alıştırmak amacıyla yumurtalarla konuşmuş çekim ekibi, kamera sesi dinletmişler vs. Bu kadar çabanın sonunda da bir sürü çarpıcı görüntü yakalamışlar.

Aklımda kaldı; filme özel çekim tekniklerinden kuşların uçuşunun yakın çekim gösterildiği yerler özellikle etkileyici. Kanadı kırık kuşun yengeçlerin saldırısına uğradığı sahne. Güzel güzel uçarken avcıların saldırıp teker teker kuşları indirdiği sahne

Sonuç; etkileyici

4 ağustos cumartesi sabah izledim

http://www.imdb.com/title/tt0301727/

5 Haziran 2007 Salı

What The **Bleep** Do We Know? (2004)

*** Polkasız Polonya düğünü olmaz! ***

Konusu şöyle; kalbi kırık düğün fotoğrafçısı Amanda kuantum fiziğinin bazı prensiplerini öğrenip hayatına uygulayarak yeni bir bakış açısı kazanır.

Ne anladım; pozitif düşünce konusunda uzun bir reklam gibi bir film. Oturaklı adamlar çıkıyor gibi arada ama isimleri ve ne iş yaptıkları yazmıyor. Filmin sonunda anladığım kadarıyla bunların çoğu filmi çekenlerin kankaları. Adamların kameraya konuştukları kısımlar ki bu filmin nerdeyse tamamı sıkıcı. Dramatizasyonların bazı kısımları ise anlaşılmaz. Bilimsel bir altyapısı olmayan, mistik bazı anlamlar yaratmaya çalışan bir film. Scientology ile bir bağlantısı olsa gerek. Matrix'teki gibi Tavşan Deliğinden aşağı inmeyi hayatın gerçek anlamına geçiş olarak kullanıyor.

Aklımda kaldı; çok eğlenceli bir düğün bölümü var.

Sonuç; bir belgesel olarak fazla boş

5 haziran ptesi akşamı evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0399877/

27 Şubat 2007 Salı

An Inconvenient Truth (2006)

***** http://www.climatecrisis.net *****

Konusu şöyle; Al Gore son seçimlerde oğul Bush'a karşı demokratların başkan adayıydı. Politik kimliğinin yanısıra Al Gore tüm dünyayı dolaşarak küresel ısınmanın etkileri ve buna karşı yapılabilecekler konusunda seminerler veriyor. Amacı Amerikan halkını ve dünyayı bu konuda bilinçlendirmek olan bu seminerlerden birini yan hikayelerle birlikte izliyoruz.

Ne anladım; bazı kısımlarında belgesel Al Gore için propaganda halini alsa da çok önemli şeylerden bahsediyor. Film sonuçta umut vermeye çalışsada bahsedilen rakamlara ve görüntülere bakılırsa hızla felakete sürükleniyoruz ve bütün bunları ikinci dünya savaşından bu yana 60 yıl gibi bir sürede becermemiz inanılmaz. En azından tüm galaksiyi etkileyecek gücümüz yok henüz ve muhtemelen bir elli yıl içerisinde dünya etrafına pek zarar veremeden cehenneme dönüşecek sonrasında ısınma soğuma ile kendi dengesini kuracak. Biz de insan olduğumuzdan utanmakla kalacağız.

Aklımda kaldı; güneşten gelen ışınımlar atmosfere girer, toprağa ulaşır, sonra bir kısmı yansıyarak geri dönermiş. Atmosferdeki co2 birikimi bununda bir kısmının geri dönmesini engellermiş, bu sayede de atmosferin ısısı belirli bir derecede kalabiliyormuş. Ama bu co2 miktarının aşırı artışı geri dönen miktarın azalmasına sebep oluyormuş ve dolayısıyla sıcaklıklar artıyormuş bu da küresel ısınma oluyormuş. Bunun Futurama'dan alınan bir animasyonla anlatıldığı kısım etkileyici. Buzullara ulaşmak için onlarca kilometre yüzen kutup ayılarının son zamanlarda yüzme mesafelerinin artmasından dolayı boğulma vakaları. Kurbağayı kaynar suya atarsan zıplar ve kaçar ama soğuk suya koyup yavaşça ısıtırsan öylece oturur, ta ki "kurtarana" kadar esprisi güzeldi. (Bunun aslı "pişene kadar"dır ama Al Gore insanlığın durumu hakkında o kadar karamsar olmadığını belirtmek için değiştirmiş. Zaten umutsuz olsa niye yapsın ki bu kadar semineri)

Sonuç; ölümcül hastalığa yakalanmış biri hakkındaki dramalara benziyor. Hastanın adı "Dünya", hastalığın adı "İnsan". Mutlaka izlenmeli

27 şubat salı gecesi evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0497116/