Arama

2007 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2007 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2010 Pazar

Buddha Collapsed Out Of Shame (2007)

**** Küçük buda ****

Konusu şöyle; küçük Baktay okumayı öğrenmeyi çok ister ve komşusunun oğlu ile bir gün okula gitmek için evden çıkarlar. Okul eşyalarını almak için yumurta satmak, yoluna devam edebilmek için savaş oyunu oynayan erkek çocuklarını aşmak, okula ulaşabilirse de derse gitmek için önyargıları aşmak zorundadırlar.

Ne anladım; ünlü İran'lı yönetmen Muhsin Makmalbaf'ın kızı Hana'nın 19 yaşındayken ortadoğuda eğitim, yoksulluk, kadınların durumu gibi konuları çerçevelediği ve küçük amatör oyuncular üzerinden anlattığı acı filmi. Kamera, renk, görsellik, teknik gibi unsurlarıyla değerlendirildiğinde sınıfta kalabilecek film çevçeveleri, samimiyeti, hikayesinin basitliği ve aktardıklarıyla görevini layığıyla yapıyor. Taliban'ın dev Buda heykelini yok etmesinin görüntüleri ile açılan ve Buda Utancından Yıkıldı başlığı ile sunulan film bir müslüman İran'lı yönetmenin; aşırı dinci Afgan Taliban'ların yarattığı, yalnız erkek çocukların okula gitmelerine izin verilen, kadınların yalnız burka giyerek insan içine çıkmasına izin verilen, ruj sürdüğü için öldürülebildiği bir dünyayı küçük bir kız çocuğunun gözlerinden sorgulaması.

Aklımda kaldı; önce Taliban'cılık oynayan çocukların sonra da Amerikan'cılık oynamaları ama sonuçta gene şiddetin tarafında olmaları. Açık hava derslikleri.

Sonuç; izlenir.

30 ocak cumartesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt1094627/

25 Aralık 2009 Cuma

Paranormal Activity (2007)

** Sen uyurken **

Konusu şöyle; genç bir çift, Micah ve Katie, banliyöde yeni taşındıkları evde garip sesler duymaları üzerine gece uykuları sırasında neler olduğunu görmek için kamera düzeneği kurup gizemi çözmeye karar verirler.

Ne anladım; İsrailli yönetmen adayı Oren Peli bulduğu fikri kendi evi ve kızarkadaşını kullanarak düşük bir bütçeyle çeker ve Blair Cadısının üzerinden yeterince zaman geçtiğini düşünen sinema devleri yeni bir bomba diye piyasaya salar bu filmi. Gerçi Cloverfield ile aynı zamana denk düşen, gene olaylar bittikten sonra bulunan görüntüler sahte belgeseli temasını kullanan bu film ile bunlar bir türe dönüşmeye başlıyor, çünkü genç ve bütçesiz film yapmaya çalışan sinemacılar için uygun bir çıkış noktası. Belki de tam bu yüzden olmuş bitmiş bir şeyleri kameradan izliyorum rahatlığı ile normalde korku filmlerine mesafeli duran ben hiç sıkıntı çekmeden bitirdim filmi. Zaten türü de pek sevmem, sonunda "ee yani?" sorusu ile boşa geçen vakte yandım, iyi ki süresi kısa filmin.

Aklımda kaldı; sonunu söyleyemeyeceğim ama son karesi tek başına akılda kalıcı.

Sonuç; gereksiz

25 aralık 2009 da izledik

http://www.imdb.com/title/tt1179904/

30 Ekim 2009 Cuma

Gray Man (2007)

** Gri hannibal **


Konusu şöyle; 1920'lerin Amerikasında küçük çocuklar ortadan kaybolmaya başlar. Detektif King (Jack Conley) bu davaya atanırken diğer yanda da Albert Fish'in (Patrick Bauchau) yetişkin çocukları ile ve yaşadığı apartmandaki komşuları ile garip ilişkilerini izleriz.


Ne anladım; Scott Flynn'in hikayesi Amerika'nın bilinen ilk seri katillerinden birinin takibi ve aranmasının filmi. Küçük çocukları kaçırıp öldüren bir
akıl hastasının psikolojik tahlili ve onu takip eden detektifin araştırma öyküsünü paralel anlatma kaygısındaki bu televizyon filmi (hem görsel hem yapım kalitesi olarak) grafik şiddete bulaşmadan temiz bir şekilde anlatıyor hikayesini ama bir çok noktada izleyiciye duygu geçirme konusundaki sıkıntıdan dolayı ilişki kurmakta zorlandım. Eastwood'un Changeling'inde kadın karakterin sorunlarını ön plana çıkartan dönem hissi burada yaşananların bizden uzak ve alakasız bir evrende geçtiği gibi bir soğukluk yaratıyor.

Aklımda kaldı; sepetli adam. Gayet munis bir adam gibi görünürken Fish'in komşuya dişini gösterdiği sahnedeki dönüşümü.


Sonuç; beğenmedim.


25 ekim günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0478329/

9 Şubat 2009 Pazartesi

Tous à l'Ouest: Une aventure de Lucky Luke (2007)

*** Batıya hücum ***

Konusu şöyle; Dalton kardeşler banka soyar ve Red Kit tarafından yakalanmadan hemen önce paralarını bir at arabasına saklarlar. Ancak araba Crook adında bir dolandırıcıdan satın aldıkları topraklara seksen gün içerisinde ulaşmazlarsa yeni hayallerini kaybedecek yerleşimcilere aittir ve bu insanlar Red Kit'ten yolculuklarında yardımcı olmasını isterler.

Ne anladım; Olivier Jean Marie Red Kit'in yeni maceralarını televizyona aktaran ekibin de başında yer alan kişi olarak sinema uyarlamasını da gerçekleştirmiş. Revizyondan geçen kahramanımızın tema müziği bile modern ritmik bir melodiyle değişmiş. Çizimler neyse ki hatırladığımıza yakın. Özel bir hikaye değil de tüm bir Red Kit kültürünün tamamına yakınını barındıran hikaye de Liki Liki diyen çinli ahçıdan Rus aksanıyla (daha çok Balkan göçmeni gibi) konuşan göçmenlerin liderine tüm karakterler yer alıyor. Başrolde gene Dalton'lar var, Joe ile Avarel bekleneceği şekilde mizahın çoğunu yükleniyor. Hikayenin çatısı da Amerika tarihinin batıya zenginlik ve hayallere gidişi simgeleyen doğudan batıya yolculuğu. Bir kez daha Avrupalı çizer tayfasının Amerika'yı neden ele aldıklarını düşündürken Red Kit'in kendisini bir kez daha gördüğüm iyi oldu diyorum.

Aklımda kaldı; finalde madende raylar üzerindeki kovalamaca. Dansçıların kıyafetlerinden yapılan balonlar.

Sonuç; Red Kit seven izler

8 şubat pazar günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0792992/

My Blueberry Nights (2007)

*** Yabanmersini geceler ***

Konusu şöyle; erkek arkadaşının yemek yedikleri kafeye kendisinden başkasıyla gittiğini anlayarak aldatıldığını farkeden ve ondan ayrılan Elizabeth (Norah Jones) kafenin sahibi Jeremy'e (Jude Law) dairelerinin anahtarını bırakır. Bu şekilde birçok anahtarı kavanozunda saklayan Jeremy hiçkimse sipariş etmemesine rağmen hergün yeni bir yabanmersinli pasta yapan romantik bir adamdır. Sohbetler ve pastayla geçen bir sürenin sonunda Lizzy kendisini toparlamak için New York'dan Memphis ve Nevada'ya giden bir yolculuğa çıkar.

Ne anladım; Kar Wai Wong'un tamamı İngilizce çektiği ilk film. 2046 ile başlayan son döneminden pek tat alamadığım yönetmenin Chungking Express'i anımsatan bu çalışmasında aşkı sorgulayan bir kadının uzun bir yolculuğa çıkması, yolda karşılaştığı karakterlerle ilişkileri sonucunda yaşadığı deneyim ve ruhsal etkilenimi tipik Kar Wai temalarından. Her ne kadar tatlılar üzerine bir çekicilik ve görsellik vaadetse de asıl duygusal etkisini renkler aracılığıyla yapmaya çalışıyor ve Darius Khondji kafede geçen her anı bir duygusal bombardımana çeviriyor ancak abartılı kaçıyor. Lizzy'nin Memphis'de tanıştığı aradığını bulduğu düşüncesiyle evlenen ancak bir süre sonra gerçekleri farkeden Sue Lynn (Rachel Weisz) ile terkedilen ancak unutamadığı için kendisini içki ile kaybetmeye çalışan Arnie'nin (David Strathairn) hikayesi, bu iki oyuncunun ustalıklarıyla en lezzetli bölüm. Natalie Portman'ın Leslie'si ise Law ile Jones gibi izleyiciyle çok iyi bağ kurabilen karakterler olamadan kalıyor. Ancak Jeremy'nin kafesi "ben de böyle bir şey açsam" isteği veriyor, Norah Jones'da her ne kadar oyuncu olarak pek bir katkı sağlayamasa da (Sue Lynn ile sokakta yan yana oturdukları sahnede Weisz döktürürken yanında öyle ben otursam "ne işim var benim burada" diye düşünürdüm) tema müziği ile üzerine düşeni yapıyor. Bu yollardan daha önce geçtiğini bildiğimiz yönetmene mekan değişikliği yaramamış, başladığı noktanın bile biraz gerisine düşmüş.

Aklımda kaldı; Klyuch isimli kafe. Finaldeki pasta kremalı öpüşme sahnesi. Kavanozdaki anahtarlar. "Yabanmersinli pastaların bir kusuru yok, sadece insanlar başka seçimler yapıyorlar. Yabanmersinli pastaları suçlayamayız, yalnızca... hiçkimse ondan istemiyor" teması.

Sonuç; yönetmene bakmazsak idare eder.

7 şubat cumartesi günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0765120/

11 Ocak 2009 Pazar

Zeitgeist

**** Nothing is more profitable for international bankers than war ****

Konusu şöyle; zeit "zaman" geist "ruh" demek, birleştiğinde de günümüzün ruhu gibi bir anlam çıkıyor. Belgesel üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde hristiyanlık başta olmak üzere çoğu dini inanışın nasıl çok daha öncelerinde varolan hikayelerin kullanılarak türetilen boş hurafe olduğu konu ediliyor, ikinci bölümde 11 eylül'de yaşananların Amerikan hükümetinin kendi politikalarının devamını sağlamak için kendisi tarafından tezgahlanan bir oyun olduğu komplo teorisi anlatılıyor, üçüncü bölümde ise makro bir bakış açısıyla Amerika'nın kuruluşundan günümüze asıl egemen güç olan uluslararası bankerlerin ekonomi aracılığıyla tüm dünyayı nasıl yönlendirdiği anlatılıyor.

Ne anladım; Peter Joseph'in şu ana kadarki filmografisi bu ve bunun devam filminden ibaret. Aslında ilk iki bölüm pek de kanıtlara falan dayanmayan, bilimsel tabanı zayıf, daha çok komplo teorisi düzeyinde kalan ve birbiriyle pek ilgili gelmeyen başlıklar. Ancak son bölümle birlikte daha çok anlam kazanıyorlar ve bu bölümde birbirinden garip şeyler öğreniyoruz. Amerikanın kuruluş hikayesi, merkez bankalarının ne işe yaradığı ve kimlerin elinde olduğu, ekonomik krizlerin doğasını, 11/09 da da 7/7 de de aynı gün aynı senaryolarla tatbikatlar yapıldığını ve gelecekte tüm dünyayı tek bir ülke haline getirmeyi düşleyen küresel sermayenin insanların derisinin altına çip yerleştirme planını ve halkın buna kendi isteğiyle koşarak gidecek şekilde güdülenme hazırlıklarının işlediğini örneğin. Emperyalizm hakkında görsel olarak çok etkili hazırlanmış bir çalışma, astrolojiden ekonomiye bir çok konuya dalıyor, çok konuşarak sürekli izleyiciden aktif katılım beklese de akılda çok şey kalıyor. Çok fazla konuya dalıyor gibi görünse de bence nihayetinde tüm anlattıklarının ne için olduğunu da ortaya koyabiliyor.

Aklımda kaldı; korku salmak için sürekli "terörizm" kelimesini kullanan George Bush ve şürekasının bu korku kelimelerinin hem de aynı konuşmalardan alınmış kurgusu.

Sonuç; çok önemli konular

http://www.imdb.com/title/tt1166827/

25 Aralık 2008 Perşembe

Los Cronocrimenes (2007)

**** En büyük suç zamanı boşa harcamak değil midir :P ****

Konusu şöyle; karısı Clara (Candela Fernandez) ile yeni bir eve taşınan Hector (Karra Elejalde) komşu bahçede dürbünüyle gördüğü cıbıl bir kızın peşinden giderken peşine biri takılır, sığındığı laboratuar gibi bir mekandaki adamın saklaması için gösterdiği alet bir zaman makinasıdır ve zamanda bir saat geriye gider. Burada başına gelecekleri engellemeye çalışır.

Ne anladım; Nacho Vigalondo tarafından yazılıp yönetilmiş bir de ana karakterlerden biri oynanmış bu ilginç bilimkurgu, deneme aşamasındaki bir zaman makinasına düşen sıradan bir adam üzerine kurulu ve bu sıradan insanın zamanda yolculuğun getirdiği ahlaki ikilemde bir yol bulma çabaları da öykünün temelini oluşturuyor. Olayın başından itibaren birden fazla kez geri gelen karakterin hep yanında kalarak izlediğimiz filmde Back To The Future ya da Quantum Leap'i görüp geçirmiş bir nesil olarak genelde hikayenin önünden gidiyoruz, en azından üçte ikilik süre boyunca. Son dönemeçte ise tüm hikayeyi kendi içinde gayet tutarlı bir finale bağlamasıyla güzel bir seyirlik çıkmış ortaya. Zaman makinası fikrinin sorunu pratikte asla gerçekleşemeyecek (çünkü gelecekteki herhangi bir anda zaman makinası icat edilmiş olsa şu ana gelecekten gelmiş bir sürü insancık zaten görüyor olmamız gerekirdi vs..) bir fantezi üzerine kurulacak her tür mantığın üzerinde düşünülmeye başlandığında içinden çıkılamayacak boşluklara sahip olması. Burada da Hector'un karakterindeki ani dönüşler, kabullenişler de teknik açıdan olmasa da karakter gelişimi açısından kolaycı bir senaryo olduğunu hissettiriyor. İyice karışık bir filmin bitişi ve sonrasında yaşanan kafa zorlayıcı çözme çabalarını sevenlere..

Aklımda kaldı; bandajlı elemanın ellerini dürbün yapıp Hector'u bulma denemeleri. Portakal sıkacağı tasarımındaki makine.

Sonuç; gayet iyi

24 aralık çarşamba gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0480669/

12 Aralık 2008 Cuma

Paranoid Park (2007)

**** Anlat rahatlarsın ****

Konusu şöyle; anne babası boşanmakta olan lise öğrencisi Alex (Gabe Nevins) kaykaycı arkadaşı ile birlikte gençlerin takıldığı bir pist olan Paranoid Park'ı keşfeder. Birkaç gün pistin yakınlarından sonra bir güvenlik görevlisinin cesedi bulunur.

Ne anladım; Gus Van Sant'ın bir romandan senaryolaştırıp çektiği film Alex'in tuttuğu notlardan oluşuyor. Bu notlar yazılırken karakterin zihninin içinden dünyayı izliyoruz. Kronolojik bir sırayla değil de onun hatırlama sırasına göre zaman zaman yavaş çekimlerle bir karakterin geçişi, bazen bir sorgulamada üçüncü kişi olarak neler olup anlamaya çalışıyoruz. Bir hikaye anlatmaktan ziyade ergenlik aşamasındaki karakterinin yaşadığı sosyal değişime, travmaya ve bunun karşısındaki tepkilere psikiyatrik olarak yaklaşıyor bu filmiyle Van Sant. Sonuçta ne olduğuyla çok ilgilenmiyor, asıl önemli olan gencin zihninden geçenler. Gazeteye göz gezdiriyor diye politik görüşlere sahip olmak zorunda değil bu genç sadece kendi yaşadıklarından nasıl bahsedildiğini merak ediyor. Farklı tarzlar arasında geçiş yapan yönetmenin Last Days'ine yakın duruyor bu seferki anlatımı ancak bu sefer çok daha belirli bir hedefe sahip.

Aklımda kaldı; pistte kayanların arasında dolandığımız görüntüler. Paranoid Park'ı el yazısıyla yazması. Kağıtları yakması.

Sonuç; zor ama iyi

11 aralık perşembe günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0842929/

11 Aralık 2008 Perşembe

Redacted (2007)

**** Savaş karşıtı olmak bir filmi iyi yapmaya tek başına yeter mi? ****

Konusu şöyle; Irak'ta bir kontrol noktasında görevli askerlerin açtığı ateş sonucu hamile bir kadın ve bebeği ölürler. Bunu takip eden başka bir çatışmada da bir asker öldürülür. İpini koparmış askerlerden ikisinin önderliğindeki bir grup sürekli gördükleri bir kızın evini basar, kıza tecavüz eder ailesini öldürür ve evi ateşe verir.

Ne anladım; Brian DePalma daha önce Casualities Of War ile geçtiği yoldan bir daha yürüyor ama aynı yerlere farklı ayakkabılarla basıyor. Bu sefer konusu Irak'ın işgali ve bu sebeple orada bulunan birlikler. Buradaki tecavüz gerçek bir olay, gerisi DePalma'nın bütün bu olayı değişik medyalarla kurgulayarak yarı belgesel gibi anlatımı. Önce sinema okuluna gitmeyi hedefleyen (vietnam'da bulunmuş olan Oliver Stone'a bir gönderme mi) bir askerin kamerasından karakterlerini ve sıkıcı işlerini yanaklarından süzülen ter damlalarına kadar tanıyoruz. Sonra bu el kamerasından bir televizyon ekibinin dramatik belgesellerinden görüntüler giriyor. Arada arap youtube'undan, güvenlik kameralarına kadar türlü parçalarla bütüne varıyoruz. İyi arap karakterler yerleştirip yapmacık iyimserlik gösterilerine girmeyen gayet sinirli bir anlatı var ortada. Hollywood filmlerinden alıştığımız tek taraflılık bu sefer Amerika'lı askerler için geçerli, neredeyse tek bir iyi insan yok aralarında. Aralarından en iyisi çaresizce başını ellerinin arasına alıp ağlayıp sızlıyor ama pasif kalmanın dünyayı iyi bir yere çevirmeye faydası yok. Başlıktaki soru en büyük ikilem. Bir yanım "ya bu film tam olmamış" diyor, diğer yandan agresifliğini ve gerçekçiliğini de beğendim. Ama izlenmesi gereken bir film yapan yanı yönetmenin anlatım yöntemi konusunda kendisine koyduğu kısıtlamalar çerçevesinde ulaştığı başarı olabilir.

Aklımda kaldı; askerlerin nöbetlerindeki durağan görüntüleri. Akrebi götüren kırmızı karıncalar. Görüntülü telefonla konuşan askerin kaçırılması. En önemli mesajı daha büyük cezayı konuya daha uzak görünen karakterlerin çekmesi.

Sonuç; sıkı film

10 aralık gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0937237/

7 Aralık 2008 Pazar

Funny Games U.S. (2007)

***** You shouldn't forget the importance of entertainment. *****

Konusu şöyle; iki dengesiz genç Paul ve Peter ya da Beavis ile Butthead (Michael Pitt ve Brady Corbet) bir aileyi yazlıklarında zorla alıkoyarak onlarla kendilerince oyunlar oynarlar. Sonunda sabah dokuzda tüm ailenin ölmüş olacağına bahse girerler.

Ne anladım; Michael Haneke en geniş ilgi gören eserini on yıl sonrasında Amerikalı oyuncularla ve İngilizce olarak yeniden çekiyor, hem de aynı senaryo ile. İlk filmi yaklaşık çekildiği zaman izlemiştim ve o zaman çok anlamlandıramamıştım. Sonuçta nedensiz yere bir eve dalan, kafasına göre oyunlar oynayan, kameraya konuşan, kumanda ile olayların akışını geri alıp değiştiren ve paçayı ele vermeden sonraki işlerine ellerini kollarını sallayarak giden iki zibidinin hikayesi. Sonrasında bunun tüm bir ana akım sinemanın tamamen karşısında olduğu, izleyiciyi manipüle edip zorla birtakım duyguları pompalayan bütün o düzenin bir analizi ve antitezi olduğu minvalinde okumalar neticesinde fikir olarak çok ısındım ama izleyecek o kadar çok film var ki bir daha izlemeyi düşünmemiştim bile. Bu onuncu yıl yeniden çevrimi sayesinde sanki bir tiyatro oyununun bir başka sahnelemesi gibi başka oyuncularla izleme fırsatı oldu ve bence Michael Pitt ve Naomi Watts (anne) ile film son derece iyi olmuş. Zaten pasif bir rol olan baba da Tim Roth'a aşağılanan ve madara olan ailenin reisi! olarak pek bir iş düşmemiş. Bu sefer ne olacağını bilmeme rağmen benim için daha huzursuz bir seyir oldu.

Aklımda kaldı; "bak hiç jöle göbeği yok" Uzaktan kumanda sahnesi. Holdeki bilardo topu. Olayların başlangıcı yumurta isteme sahnesi.

Sonuç; mükemmel.

6 aralık cumartesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0808279/

16 Kasım 2008 Pazar

Lars And The Real Girl (2007)

**** That's what people do when tragedy strikes. They come over and sit. ****

Konusu şöyle; dokunulmaya tahammül edemeyen, insanlarla sosyal temasını en aza indirmiş, abisi ve hamile karısının yaşadığı aile evinin garajında tek başına bir yaşamı tercih eden Lars (Ryan Gosling) iş arkadaşının gösterdiği siteden bir şişme kadın satın alır. Ona bir kişilik veren Lars'ın bu plastikten hayat arkadaşını tüm kasabalı ona yardımcı olma çabasıyla benimseyecektir.

Ne anladım; yönetmen Craig Gillespie bununla aynı zamanda Mr. Woodcock u da kotarmıştı ve öbür film vasatı pek aşamayan bir komediydi. Burada ise gayet güzel bir senaryo ve Ryan Gosling'in Lars karakteriyle bütünleşmesi sayesinde minik bir bağımsız başyapıt çıkmış ortaya. Kasaba halkının sırf Lars'a olan sevgilerinden herkesin katıldığı bir oyun oynamaları masalsı ve keyifli bir şiiri vücuda getiriyor. Masalsı çünkü dünyanın hiçbir yerinde ambulansla hastaneye şişme bebek götürülüp acilde normal karşılanamaz. Finali kilometreler öteden sezilebilen filmde hem böyle bir rolün altından başarıyla kalkan Gosling hem de bir şişme bebeği izleyiciyi yabancılaştırmadan filme çok iyi katabilen yönetmen iyi birer iş çıkarıyorlar.

Aklımda kaldı; Bianca'yı ailesine tanıştırdığı sahne. İlk öpücükleri. Finale yakın evde örgü örüp oturan kadınlar ve başlıktaki repliğin sahnesi.

Sonuç; gayet iyi

16 kasım pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0805564/

[Rec] (2007)

*** 28 gün sonra blair cadısı ***

Konusu şöyle; gece çalışanları anlatan bir televizyon programı yapımcısı ve kameraman itfaiyecileri konu aldıkları bir gece yaşlı bir kadının çığlıkları duyulduğuna dair bir çağrıya ekiple beraber gider. Yaşlı kadın kendinden geçmiş şekilde saldırgandır ve ekip konuyu araştıran birimlerce binada karantinaya alınır.

Ne anladım; İspanyol Jaume Balaguero ve Paco Plaza ikilisinden kameranın olayı yaşayan kişilerden biri olduğu Blair Witch tarzı bir korku filmi. Kısa sürede ün kazanan ve hemen Amerikan versiyonu çekilen hikayenin orijinal hali yeniden çevriminde muhtemelen ana karakteri geliştirmek adı altında eklenebilecek klişe karakter özelliklerinden müstesna hali ve alıştığımızın altında süresiyle hikayesini anlatıp çıkıyor. Şu anda devam filmini çekmekle meşgul olan ikili aynı türün öncüsündeki gibi gayet temiz röportaj çekimlerinden cep telefonu ve gece görüşüyle tamamlanan hem çaresizliğin hem de öğrendiklerimizin arttığı, paranormal sulara da giren bir çalışma yapmışlar. Türü sevenleri fazlasıyla memnun edebilecek bir çalışma.. ama türü sevenleri.

Aklımda kaldı; merdivenlerden "laap" diye düşen itfaiyeci. Israrla kapının önüne yaklaşıp yakalanana eleman çok bariz ve sinir bozucuydu.

Sonuç; basit ve iyi

http://www.imdb.com/title/tt1038988/

9 Kasım 2008 Pazar

Reign Over Me (2007)

*** Hangimiz akıllı hangimiz deli ***

Konusu şöyle; Alan Johnson (Don Cheadle) saygın bir diş doktorudur. Karısı ve çocukları ile ortanın üstünde bir yaşam sürer. Yolda, ailesini 11 eylül saldırılarında kaybeden ve ardından kendi içine kapanan üniversitedeki oda arkadaşı Charlie Fineman ile (Adam Sandler) karşılaşır. Bir yandan onu yeniden hayatın içine çekmeye çalışırken diğer yandan da kendi yaşamındaki sorunlarla uğraşır.

Ne anladım; afişinde Adam Sandler'ın olduğu ama komedi olmayan bir sürpriz. Oyuncu olarak daha bilindik bir kariyere sahip olan Mike Binder psikolojik travma yaşayan bir adamın çevresinde şekillenen bir New York hikayesine imza atıyor. Ailesini kaybedince çocuğa dönüşen, olay hakkında konuşmayı ve düşünmeyi reddeden Charlie, karşısında ise görünüşte mükemmel bir yaşama sahip olan ama muhabbet edeceği bir arkadaşı bile olmayan, sorumluluklarla yüklenmiş Alan. Sandler'ın başarılı bir drama oyunu çıkarttığı filmin sıkıntısı senaryonun sarkması. Bu da tempoyu iyi ayarlayamayan, aynı noktaya birden fazla kez gelen ve monoton bir anlatıma sebep oluyor. Ancak uzun süresini fazla dağılmadan kullanması sayesinde de izlenebilir karakterler ve durumlar çıkartıyor. "Smart People"dan daha iyi, "Accidental Tourist" "Rain Man" "As Good As It Gets" tadından "psikolojik rahatsızlı" bir drama.

Aklımda kaldı; Charlie'nin scooterı. "Shadows Of The Colossus" Charlie'nin sürekli oynadığı oyun. Charlie'nin kendini polislere öldürtmeye çalıştığı sahne.

Sonuç; fena değil

8 kasım ctesi gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0490204/

15 Eylül 2008 Pazartesi

Mongol (2007)

*** Mongol kral ***

Konusu şöyle; kargaşanın hakim olduğu Moğol topraklarında bir lidere dönüşen ve zamanla dünyanın yarısını fetheden Cengiz Han'ın kölelikle geçen ilk gençlik yılları ve karakterini oluşturan dramatik olayları gösteren bir biyografi.

Ne anladım; Sergei Bodrov'un çektiği, sanırım sonuçta bir üçleme olacak bir başlangıç filmi. Yabancı film dalında Kazakistan'ın Oscar adayı olması ile ilgiyi çeken çalışma tarihe güçlü ve zalim bir lider olarak geçen bir figürün doğuşunu anlatıyor. Uzun yıllar köle yaşamı süren Cengiz Han'ın o dönemde dağınık küçük birlikler halinde bulunan Moğol güçlerini birleştirip tek ve büyük bir orduya dönüştürmenin çözüm olduğunu görmesi ve bunu karizması ile uygulaması hikayenin çatısı (ve aslında tamamı) Görsel olarak güzel bir gri tonları çalışması ve çekilen bölgeyi güzel kullanımı ile izleyici etkilemesine rağmen senaryo çok varyasyon içermiyor. En dramatik olayın birinin kaçırılması sonra kurtarılması olması ve bu olay dizisinin birden fazla kez kullanılması zamanı doldurmak için doldurma yapılmış hissi veriyor. Sonraki filmler çekilirse gene aynı olayı izlemek zorunda kalacağımdan endişe ederim.

Aklımda kaldı; elemanın karısını seçme töreni ve kriterleri. Camoka tiplemesi Han'dan daha iyi işlenmiş.

Sonuç; idare eder.

13 eylül cumartesi

http://www.imdb.com/title/tt0416044/

10 Eylül 2008 Çarşamba

99 francs (2007)

**** Everything is temporary. You, me.. especially me ****

Konusu şöyle; dahi reklam yazarı Octave (Jean Dujardin) tutkulu bir ilişki yaşadığı Sophie ile ayrılınca iyice hayattan kopar. Aynı zamanda ünlü bir yoğurt firması için hayatının en önemli kampanyasını tasarlamaya çalışmaktadır.

Ne anladım; eski bir reklamcı olan Frederic Beigbeder'in içinden geldiği dünyaya ağzına geleni söylediği kitabı çevresinde oluşturulan filmin köşebaşları kitaba sadık. Jan Kounen aksiyon ağırlıklı özgeçmişi ile bu tür bir film için ilginç bir seçim ama sonuç başarılı. Dujardin, yazarın alter egosu olan karakterde Beigbeder'e de olağanüstü benzerliği ile çok doğru bir seçim. Film iki alternatif son içeriyor gibi ama tabii ki birinci sanal final henüz çektikleri reklam bile görünmediği için sadece izleyiciye yapılmış bir şaka. Genelde başarılı Fransız romanlarının felaket Fransız filmlerine dönüşmesi ızdırabını yaşadığımdan beklentim yüksek değildi ama burada tam tersi şekilde kitabı harika bir senaryolaştırma ve görselleştirme çalışması var. Vardığı sonuçlar her zaman doğru olmasa da Beigbeder'in sinirli, sık sık çelişkili tarzını seviyorum, aynı tadı filmden de aldım.

Aklımda kaldı; extasy alıp araba kullandığı animasyon/fantezi/katliam yolculuğu. Barkodlu giriş jeneriği, süpermarketli final jeneriği.

Sonuç; beklediğimden iyi

10 eylül çarşamba sabahın köründe uykum kaçtı

http://www.imdb.com/title/tt0875113/

7 Eylül 2008 Pazar

WAZ (2007)

** Bencil gen **

Konusu şöyle; derilerine WAZ harfleri kazınmış hamile bir kadın cesedi bulunur. Bezgin polis Eddie (Stellan Skarsgard) ve yardımcısı Helen Westcott (Melissa George) olayı araştırmaya başlar ve cinayetlerin sayısı hızla artar.

Ne anladım; filmin tanıtımında "testere ile se7en karışımı" yazınca beklenti biraz yüksek oluyor. Dolayısıyla video estetiği ile karşılaşmak ilk baştan izleyiciyi şaşırtıyor. Gene iddiasından dolayı birisinin karşısındaki için kendisini feda etme ikilemi ile karşılaşacağı farklı zeki durumlar beklerken tüm cinayetlerin aynı düzenekle oluşturulması film içerisinde mantığı sağlıyor (testeredeki sürekli ilginç bir durum yaratma zorlamasının giderek nasıl bayatladığını ve zıvanadan çıktığını görmüştük) ama öte yandan yavanlığa sebep oluyor. Bencil gen teorisinin kullanılması entellektüel bir tat sağlıyor ama katil neden WaZ kazımış kurbanlara ben çok da anlamadım. Netice itibarıyla Nolan'ın da çevirdiği Insomnia tadında bir film olmuş.

Aklımda kaldı; parmak çivileme. Skarsgard'ın bezgin adamı yakışmış.

Sonuç; vasat

6 eylül ctesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0804552/

Big Stan (2007)

** Somebody didn't strengthen their titties! **

Konusu şöyle; pek de dürüst olmayan ve yaşlı kadınlara kakaladığı evlerle yolunu bulmaya çalışan emlakçı Stan (Rob Schneider) sonunda dolandırıcılıktan yakalanır ve hapis cezası alır. Avukatı sayesinde hapise girmeden önce altı ay süre kazanan Stan, Kung Fu Üstadından (David Carradine) bu süre içinde aldığı derslerle içeride tecavüz edilmekten kurtulmaya çalışır.

Ne anladım; Rob Schneider ilk kez kameranın da arkasına geçip yönetiyor. Zaten filmin temel sıkıntıları da orada başlıyor ve paralel kurguyu tercih ettiği birkaç uzun sahnedeki teknik yetersizlikler filmin temposunun tamamına yansıyor. David Carradine'ı kendi parodisi bir rolde, ülkemizde de çok bilindiği bir rolün parodisinde hele izlemek ilginç gelebilir, ama senaryo ve replikler o kadar baştan savma ki değmez. Bir komedide gerekmeyecek kadar dövüş sahnesi var filmde, hakkaten çalışmış öğrenmiş Schneider ama ne anlamı var ki. Daha önceki filmlerine katlanabilenler için bile fazlasıyla zor bir film.

Aklımda kaldı; sabunlardan yaptığı nun-chako.

Sonuç; ı-ıh

6 eylül ctesi

http://www.imdb.com/title/tt0490086/

20 Ağustos 2008 Çarşamba

It's A Free World ... (2007)

**** Özgür Dünya ****

Konusu şöyle; Polonya'dan İngiltere'ye işçi getiren bir iş bulma kurumunun çalışanı Angie (Kierston Wareing) kendisine sulanan müdürün suratına içki döker, ardından işten atılır. Bunu bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışır ve ev arkadaşıyla birlikte kendi şirketlerini kurup iş hayatına atılmaya karar verirler.

Ne anladım; işçi sınıfının sesi usta yönetmen Ken Loach globalleşme, iş gücünün dolaşımı ve bunun daha büyük bir sömürme sömürülme meselesi haline gelmesini konu alıyor. Başlangıçta haksızlığı uğradığı için sempati beslediğimiz, işini kurmaya çalıştığı için meraklandığımız Angie giderek çizginin öbür tarafına geçtikçe şaşırıyoruz ve nihayetinde iyice kötümser bir biçimde çemberi tamamlıyor Loach. Ev arkadaşı karakterinin sürekli kötü ihtimalleri, Angie'nin ise gözükara girişimci modelini temsil ettiği filmde baş karakterden geri kalanı pek işlenmiyor.

Aklımda kaldı; oğlunun çalan kapıya bakmaya gittiği bölüm. TV'de izledikleri film Dog Soldiers. Daha önce yardım ettiği İran'lı aileye karavan parkında ettikleri.

Sonuç; iyi.

19 ağustos salı gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0807054/

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Son Of Rambow (2007)

**** This has been my best day ever. ****

Konusu şöyle; aşırı dindar ve her tür teknolojiyi reddeden bir aileden gelen Will Proudfoot (Bill Milner) televizyon izlemeside yasak olduğundan sınıfın önünde beklediği bir gün okuduğu okulun haylazı Lee Carter (Will Poulter) ile tanışır. Abisi için "İlk Kan" filminin kasetlerini kopyalayan küçük sinemacı Carter ile tanışmak Will için hayalgücünün patlamasını sağlar. Beraber bir yarışma için Rambo'dan esinlenilmiş bir kısa film çekmeye girişirler.

Ne anladım; Hitchhiker's Guide To The Galaxy'nin sinema uyarlaması ile tanıdığımız Garth Jennings'den daha mütevazi bir komedi. İçine kapanık bir çocukla afacan bir diğeri arasında sıradan bir dostluk hikayesi anlatacakmış gibi ilerleyen filmde bir anda Will'in korkuluğun canlandığını hayal etmesi ve Rambodan aşırı etkilenip bandanayla hiperaktif deparlar atmaya başlaması ile çok klişe bir yola girmiyor hikaye. Fransa'dan gelen Michael Jackson çakması kendini beğenmiş eleman da başta olmak üzere geçtiği dönemin etinden sütünden yararlanıyor film. Çok fazla olmasa da bu tür fantazi sahnelerinde Michel Gondry'nin tarzını sık sık anımsattı, "Be Kind Rewind" tadında. Tanınmamış oyunculardan kurulu kadrosundan iyi oyun alan yapıt hatırlandıkça gülümsetenlerden.

Aklımda kaldı; yazılar geçtikten sonra Carter "Rambo w ile yazılmıyor ki" diyor, Will de "Hadi be!" Sonunda sinemada gösterilen kısa filmleri. İpte sallanarak suya atıldığı aksiyon sahnesinde yüzme bilmediğinin ortaya çıkması.

Sonuç; gayet iyi

10 ağustos pazar günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0845046/

24 Temmuz 2008 Perşembe

Mio Fratello E Figlio Unico (2007)

**** Kardeşim evin tek çocuğu ****

Konusu şöyle; 60 ve 70 li yıllarda biri sosyalist diğeri faşist görüşlere yakın iki erkek kardeşin aynı kıza aşklarını da içeren hayat hikayeleri.

Ne anladım; Daniele Luchetti bu filme kadar adını duymadığım bir yönetmenmiş. Bir İtalyan ailesinde iki zıt kutuba meyilli ama çok da radikal olmayan kardeş üzerinden politik bir hikaye anlatıyor. Biraz kolaya kaçarak faşist kardeşin yakınına koyuyor kamerayı. Onun yanında gayet safça başlayan bir kamplaşma sürecini izliyoruz. Eleman zaman içerisinde bekleneceği üzere içinde bulunduğu grubun katı önyargılı tutumunu görerek kendisini sıyırabiliyor ve daha sağduyulu bir insan haline geliyor, bu tarafıyla yakın zamanda izlediğim "This Is England"a benzerlikler taşıyor hikaye. Sevimli müzikleriyle, giderek acılaşan tonuyla, bir İtalyan filminden beklentileri karşılayan güzel bir film.

Aklımda kaldı; abinin elebaşı olduğu gösteride annenin onun sosyalist tavırlarını olumlarken küçük oğlanın faşist hareketlerindeki tepkileri. Konser sahnesi vardı, Beethoven çalınırken "ülkücülerin" salonu Beethoven bizimdir şeklindeki saldırıları. Finalde elemanın yaptığı hükümetin vurdumduymazlığı karşısında ipleri eline alıp haksahiplerinin anahtarlarını dağıttığı sahne.

Sonuç; gayet hoş

24 Temmuz günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0846040/