Arama

30 Haziran 2007 Cumartesi

Breach (2007)

**** Aksiyonsuz casus filmi ****

Konusu şöyle; genç ve heyecanlı bir devlet görevlisi olan ve FBI ajanlığını hedefleyen Eric O'Neill (Ryan Philippe) ajan olma yolunda bir gizli görev alır. Kıdemli bir istihbarat ajanının yardımcısı rolünde onun yasadışı faaliyetlerini araştırma konusunda büroya yardımcı olacaktır. Ancak zamanla gerçek araştırmanın bu kadar basit olmadığı ve Amerikan tarihinin en büyük ihanet vakalarından birinin içinde olduğunu anlar.

Ne anladım; 2001 yılında 25 yıllık F.B.I. ajanı Robert Hanssen (Chris Cooper)'nın Sovyetlere para karşılığı önemli devlet sırlarını sattığının ortaya çıkarıldığı büyük bir istihbarat skandalının gerçek öyküsü. Şık bir casusluk öyküsü, özellikle Chris Cooper sinir bozucu bir karakter oluşturmuş. Bir yandan aşırı dindar, öte yandan karısına porno çevirten çok acayip bir adamı canlandırmış. Ryan Philippe'de kafası karışık yeniyetme ajanı başarıyla canlandırmış.

Aklımda kaldı; iki başrol oyuncusu gayet iyiler. Finaldeki asansör sahnesi biraz yalan olmuş gibi. Eric'in istediğine kavuşmasına rağmen gitmesi şık olmuş.

Sonuç; bir aksiyon filmi değil, sonu başından biliniyor. Filmin amacı iki adam arasındaki ilişkiyi kurmak. Bunları bilerek bakınca beğendim.

30 haziran akşamı evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0401997/

Marie Antoinette (2006)

**** Let them eat cake ****

Konusu şöyle; Avusturya soylularından Antoine 1769 yılında henüz 14 yaşında iken gelecekte kral olacak XVI. Louise ile evlenmek üzere Fransa'ya gönderilir. Köpeğine sarılarak uyuyan genç kız geleceğin kraliçesi olmak üzere eğitilir, evliliğin ardından taht için varis doğurmak zorlamalarını yaşar, giderek aç ve fakir duruma düşen halkın 1789 yılında yaptığı devrime kadar yönetimde kalırlar.

Ne anladım; klasik biyografiye modern bir yorum için yola çıkmış genç Coppola. Girişte ve aralarda az miktarda klasik parçalara göre daha yoğun olarak rock ezgileri çalıyor. Çok küçük yaşta ülkeler arasındaki ilişkileri düzeltmek gibi bir sorumluluk verilen, kocasının gerginliğini bir türlü üzerinden atamamasından dolayı ilişkiye giremeyen, bunun sonucunda bebek de yapamadıklarından üzerine ciddi bir baskı yüklenen Marie'nin hikayesi en bilinen lafına gönderme olarak pasta ve çukulata yoğun sahnelerle bezeli. Bu arada o meşhur "pasta yesinler" lafının sonradan saray halkını kötü göstermek isteyen hizmetliler tarafından ortaya atıldığı yolunda güçlü iddialar olduğunu ekleyeyim. Bu plan işe yaramış ve devrimden 4 yıl sonra kraliçe monarşiyi reddetmediği gerekçesiyle pek çok yoldaşı gibi idam edilmiş.

Aklımda kaldı; Kirsten Dunst'ı pek sevmememe rağmen oynadığı rollerde seçimleri çok başarılı. Kendine uymayacak rollerde pek görmüyoruz. Çocuklardan birinin öldüğünde duvara asılı tablonun değiştirilip çocuğun çıkarıldığı sahne. Sırf yatağın kullanıldığı çok sayıda sahne vardı (kocası ile birlikte olma çabaları, her sabah yapılan giyinme seremonisi, tüm saray halkının hazır bulunduğu doğum sahnesi)

Sonuç; beğendim.

30 Haziran cumartesi öğlen evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0422720/

Fast Food Nation (2006)

***** There's shit in the meat *****

Konusu şöyle; sınırı kaçak geçip yine kaçak işçi olarak çalışmaya Amerika'ya gelen, ülkesinde bir ayda kazandığı parayı saati 10 dolardan bir günde çıkartan (kill floor adı verilen hayvanların öldürüldüğü ve ilk kesimin yapıldığı bölümde temizlik yapmaktan otellerde çalışmaya kadar) Meksika'lı kadınlı erkekli fakirler,onları kelle başı 1000 dolara sınırdan geçiren insan tacirleri, para kazanmak için kasada duran ya da arkada burgerleri hazırlayan öğrenciler, yeni ürünler bulup halkın gözünü boyamakla görevli olan ama ürünlerinde hayvan dışkısı çıktığını öğrenince buna karşı tavır alan ama sonuçta yan çizen yöneticiler, ürünlerin tahlillerinin sorun yokmuş gibi çıkmasını sağlayan sağlık kurumları. Zincirin her kesiminden karakterler alarak ortak bir hikaye anlatan Richard Linklater.

Ne anladım; fast food devasa bir endüstri ve bunun etrafında yaşamını sürdürmeye çalışan ciddi bir kesim var. Filmde birkaç hikaye var ancak bunlar birbirlerinin etrafında dolaşsa ve aynı amaca hizmet etse de çok hikayeli filmlerde alıştığımız şekilde sonuçta tek bir yere bağlanmıyorlar. Her filminde değişik bir tür deneyen Linklater bu sefer her karakteri kendi hikayesi içinde değerlendiriyor ve aslında sonucu hepimizi etkileyen bu kısırdöngünün içinde nasıl herkesin bile bile lades diyip sessiz kaldığını anlatıyor. Evet hazır yiyecek sektörü bu şekilde çalışıyor ve herkesi bir anda öldürecek bir tehdit yok ama çitleri indirilince de kaçmayı akıl edemeyecek sığırlara dönüştüğümüz gerçeğini değiştirmiyor bu. Traffic havasında, Super Size Me'nin sularında yüzen ve daha gerçekçi doğrudan bir tehditi gösteriyor film.

Aklımda kaldı; finalde artık çaresiz kaldığı için ölüm katındaki işi alan kız ilk kez görürken biz de gerçek kıyım görüntülerini görüyoruz.

Sonuç; çok beğendim.

30 haziran ctesi sabahı evde izledim

http://www.imdb.com/title/tt0460792/

26 Haziran 2007 Salı

Sınav (2006)

*** 69 Rafet ***

Konusu şöyle; üniversite sınavına girmenin arefesindeki bir grup lise öğrencisi, problemlerinin en kökten çözümünün sınav soru kitapçığını çalmak olduğuna karar verir.

Ne anladım; bir Cem Yılmaz'la (G.O.R.A.) bir de Yılmaz Erdoğan'la (Vizontele) çalışan Ömer Faruk Sorak bu sefer gişe garantisi olan bir oyuncu yerine konuyu bulmuş. Tüm Türk gençliğinin bir numaralı düşmanı olan eğitim sistemi ve öss. Bu konu etrafında aile baskısı altında ezilen genç, çocukların beygir gibi yarıştırılması, çalışmak zorunda olan babasız öğrenci gibi akla gelebilecek tüm klişeler bir harmanlanmış. Kamera sürekli döngüsel hareketler yapıyor, Aranofsky'nin PI filminin hatırlatan bir sürekli elektrik şoku veriliyormuş hissi var filmde. Ama bu cafcaflı kurgunun altındaki aksiyon zayıf kalıyor. Bu tarz bir film 90 dakikayı geçince sıkıcı olmaktan kurtulamıyor. En komik kısmı girişi ve gittikçe zayıflıyor espriler ve dikkat dağılıyor. Önemli bir konuda çok da yeni birşey söylemeden bildik şeyleri tekrar ediyor.

Aklımda kaldı; bu sene seçmede değil kesmece alacaklarmış.

Sonuç; fena değil

23 haziran cumartesi akşamı evde izledik.

http://www.imdb.com/title/tt0826631/

22 Haziran 2007 Cuma

Vacancy (2007)

**** -Elbiselerimle yatıyorum. -Ben ayakkabılarımı da çıkartmayacağım ****

Konusu şöyle; Amy (Kate Beckinsale) ile David (Luke Wilson) çocuklarını kaybettikten sonra birbirinden uzaklaşmış, boşanmak üzere olan bir çifttir. Amy'nin ebevenylerinin evlilik yıldönümü kutlamalarından dönüş yolunda kısa yol bulmak uğruna otoyoldan çıkarlar ve arabaları bozulduğu için ıssız bir motele sığınmak zorunda kalırlar. Ancak farkederler ki bu motel misafirlerin gerçek ölümlerin konu edildiği snuff filmler uğruna katledildikleri bir yerdir ve sıradaki kurbanlar da kendileridir.

Ne anladım; 80 dakikalık süresiyle küçük bir gerilim filmi. Filmin bir kısmında acaba ayrılmak istemediği için tüm olanlar David'in tezgahladığı bir oyun mu diye düşündüm. Jenerik tam 70ler havasında. Filmde Funny Games ve Hitchcock açıkça etkililer. Final çok etkileyici veya açıklayıcı değil ve filmin tüm amacı da zaten biraz germek. Çok büyük bir sürpriz ya da devam filmi için kapıyı açık bırakma gibi ticari oyunlara başvurmayan tadımlık bir gerilim olmuş.

Aklımda kaldı; ilginç tiplemesi ile Frank Whaley otel müdürü olarak iyiydi. Yönetmenin adı Nimrod, hangi insan evladına böyle isim verilir ki. Katiller maskeleri ile hayli ürkünç görünüyorlardı.

Sonuç; ben keyif aldım.

22 haziran 2007 cuma gecesi capitol 13. salonda izledik

http://www.imdb.com/title/tt0452702/

21 Haziran 2007 Perşembe

Bobby (2006)

**** A good and decent man, who saw wrong and tried to right it, saw suffering and tried to heal it, saw war and tried to stop it. ****

Konusu şöyle; 1963 yılında ağabeyi JFK'nin suikaste kurban gitmesinden 5 yıl sonra 1968 yılındaki seçimlere adaylığını koyar Robert Kennedy (Bobby) Seçim sonuçlarını doğrudan belirleyecek yer olan California'daki sayımların bitmesi beklenirken Ambassador otelinde birçok karakter ile tanışırız. Kesin gibi görünen zafer birkaç saat sonra bu otelden ilan edilecektir.

Ne anladım; oteldeki kişilikler aracılığıyla Amerika'nın o yıllardaki panoramasını görüyoruz. Artık zenciler kendilerini bir miktar kabul ettirebilmiştir, yeni zenciler ise latin kökenlilerdir. Vietnam savaşına giden sağlam dönememektedir ve gençler evlenerek askerlik görevinden yırtmaya çalışmaktadır. Abi kardeş Kennedy'leri leblebi gibi harcayan ama Bush ailesini dünyanın başına musallat eden bu eblehler ülkesini affetmek mümkün müdür bilemiyorum. Emilio Estevez senaryosunu yazdığı ve yönettiği, aynı zamanda da bir karakteri canlandırdığı bu filmde ülkenin durumunu belirlemiş, Bobby'nin onlar için ne anlama geldiğini ve dünya adil bir yer olsaydı neler olabileceğini hissettirmeyi de açıkça başarmış. Uzun planlar, hareketli kamera, bol karakterler bir Robert Altman filmi havası yakalamış.

Aklımda kaldı; film ünlüler geçidi gibi. Figüranlar bile star. Robert Kennedy'nin bir oyuncu tarafından canlandırılmayıp arşiv görüntüleri ile gösterilmesi iyi olmuş.

Sonuç; eli yüzü düzgün, etkileyici bir film olmuş

21 haziran perşembe evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0308055/

18 Haziran 2007 Pazartesi

Hot Fuzz (2007)

**** Ever fired your gun in the air and yelled, 'Aaaaaaah?' ****

Konusu şöyle; aşırı başarılı polis memuru Nicholas Angel Londra halkının beklentilerinin çok yükselmesine neden olunca meslektaşları ve müdürleri el birliğiyle onu bir kasabaya tayin ettirir. Kendi halinde görünen kasabada büyük şehirdeki heyecanı bulamayan Angel aynı katı çalışma disiplinini burada sürdürmeye çalıştıkça alay konusuna dönüşür.

Ne anladım; Shaun Of The Dead ile zombi filmlerine yeni bir bakış açısı getiren ekip bu sefer de polisiye klişelerine ilgi alaka gösteriyor. Bir yere kadar büyük şehir polisinin sıkıntı gidermesi üzerine kurulu film sonrasında ciddileşiyor ve bir gerilim olarak da işlemeye başlıyor. From Dusk Till Dawn geldi aklıma.

Aklımda kaldı; kaçak kuğu. Point Break ve Bad Boys II fetişi. "Pub?" repliği. Gore ölüm sahneleri.

Sonuç; gene değişik ve izlenesi bir çalışma.

17 haziran pazar gecesi evde tolga ve şölenle izledik.

http://www.imdb.com/title/tt0425112/

16 Haziran 2007 Cumartesi

Waterboy (1998)

** You can do it **

Konusu şöyle; kafası pek çalışmayan "sucu" Bobby Boucher takımından kovulur ve rakip Amerikan futbolu takımında hayrına çalışmaya başlar. Kendisiyle dalga geçildiği bir gün sinirlenip takımdan birine çift dalınca içindeki futbol yeteneği keşfedilir ve baskıcı annesinden habersiz bir futbolcu olma hayalini gerçekleştirmeye koyulur.

Ne anladım; Adam Sandler'ın tam bir gerizekalıyı oynadığı bu filmde diğer bu tür filmlerde olduğu gibi içindeki kahraman ortaya çıkan "loser", son anda bazı değerlerini keşfederek kazanan takım klişeleri gırla. Espriler ve karakterler de pek başarı olmayınca beklenenin de altında bir film çıkmış ortaya. Karikatürize edilmiş güneyli kasaba filmi iyice aptal komedi havasına sokmuş.

Aklımda kaldı; Boucher'in annesiyle yaşadığı masalsı orman evi. Rob Schneider köylü rolünde. Kathy Bates anne. Ne dediği anlaşılmayan adamların birbirine tercümanlık yaptığı sahne.

Sonuç; zaman öldürmek için

16 haziran ctesi öğlen evde izledim

http://www.imdb.com/title/tt0120484/

10 Haziran 2007 Pazar

Just Cause (1995)

*** If that's a confession then my ass is a banjo! ***

Konusu şöyle; küçük bir kızı kaçırıp, tecavüz etmek ve öldürmekten idam cezasına mahkum edilen Bobby Earl'ün anneannesi hukuk profesörü olan ve 25 yıldır davalara bakmayan, ancak ırkçılıkla ilgili davalar konusunda otorite kabul edilen Paul Armstrong'a bir mektup getirir. Masum bir insanın idam edilmesine izin vermeyecek olan Prof. bunu ispat etmek için Florida'ya gider.

Ne anladım; masum adamı kurtarmak için delil bulmaya ve suçu işlemediğini ispat etmeye çalışan avukat hikayesi. Sırf yakalanan adamın renginden dolayı davanın hızlı çözümlendiğini, artık değişen güneyde kendini ispatlamak için zenci bir polisin bile bir zenciye işkence yapabileceği günlere gelindiğini düşünen profesör dava için ikna olur. Korku Burnu ve Kuzuların Sessizliğinden esintiler taşıyan film kaliteli oyuncuları için en azından bir bakılmayı hakediyor.

Aklımda kaldı; Paul'un kızı rolünde on yaşlarındaki Scarlett Johansson. Hapisteki psikopat olarak Ed Harris çok iyi.

Sonuç; idare eder.

http://www.imdb.com/title/tt0113501/

8 Haziran 2007 Cuma

Spartan (2004)

*** İşareti gördüm %) ***

Konusu şöyle; üst düzey bir Amerikan hükümeti yetkilisinin kızı kaybolur. Soğukkanlı Özel Harekatçı Scott olayı araştırırken hikayenin görünenden daha karışık olduğu ortaya çıkar.

Ne anladım; usta sıfatlı senaryo yazarı David Mamet (ki House Of Games'den başka elle tutulur bir yapıtını göremedim daha) son dönemde yazdıklarını yönetme hevesinde. Tony Scott tarzı karakterler ve aksiyon çekmeye çalışan ama yanına bile yaklaşamayan Mamet gene idare eder bir film çıkarmış.

Aklımda kaldı; Al Bundy aksiyon filminde, gelecek sezon 24'de de oynar belki. Zaten film de 24'ün 1-2 bölümü birleştirilmiş gibi birşey.

Sonuç; idare eder

7 haziran gecesi evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0360009/

Dreamgirls (2006)

*** Rigid and Black ***

Konusu şöyle; Dreams isimli üç bayandan kurulu vokal grubu James "Thunder" Early (Eddie Murphy)'nin arkasında şarkı söylemek için teklif alır. Burada kendilerini gösterip grup olarak çıkacakları zaman menajerleri Curtis Taylor (Jamie Foxx) grubun asıl şarkısıcının tombik Effie yerine güzel Deena olmasına karar verir. Effie'de müziği falan bırakıp evine döner.

Ne anladım; zamanının ünlü bayan R&B grubu Supremes ve Diana Ross'un hikayesiymiş. Aynı şekilde daha güzel olan Diana Ross grubun asıl şarkıcısı olarak seçilince şimdi kimsenin adını bile bilmediği eski vokalistte evine dönmüş ve bu hikayedekinin aksine sonu mutlu bitmemiş. American Idol isimli yarışmadan çıkma Jennifer Hudson'ın Effie'yi Beyonce'nin de Deena'yı oynadığı film aslında bir Broadway müzikalinin sinema uyarlaması. Müzikleri pek iyi değil, özellikle ilk sahnede 3-4 şarkı çalıyor hepsi birbirinin aynı. Normal konuşurken arada bazı cümleleri şarkı şeklinde söylemek gibi bir acayiplik tercih edilmiş, hepsi aynı şekilde olmayınca anlamsız duruyor. R&B'yi de pek sevmem onun için zevk alamadım fazla. Neyse ki şarkılar ve oyunculuklar sonradan biraz iyileşiyor da işkenceye dönüşmüyor. Yine de gerçek hayat hikayesi için aşırı dramatize, bir masal için de fazla gri geldi bana. "Ray" den zevk alanlara hitab edebilir.

Aklımda kaldı; Eddie Murphy'nin afro saçları.

Sonuç; bu tür müziği sevenler için idare eder. Artık eskisi gibi müzikal yapılmayacak heralde.

6 haziran çarşamba gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0443489/

5 Haziran 2007 Salı

What The **Bleep** Do We Know? (2004)

*** Polkasız Polonya düğünü olmaz! ***

Konusu şöyle; kalbi kırık düğün fotoğrafçısı Amanda kuantum fiziğinin bazı prensiplerini öğrenip hayatına uygulayarak yeni bir bakış açısı kazanır.

Ne anladım; pozitif düşünce konusunda uzun bir reklam gibi bir film. Oturaklı adamlar çıkıyor gibi arada ama isimleri ve ne iş yaptıkları yazmıyor. Filmin sonunda anladığım kadarıyla bunların çoğu filmi çekenlerin kankaları. Adamların kameraya konuştukları kısımlar ki bu filmin nerdeyse tamamı sıkıcı. Dramatizasyonların bazı kısımları ise anlaşılmaz. Bilimsel bir altyapısı olmayan, mistik bazı anlamlar yaratmaya çalışan bir film. Scientology ile bir bağlantısı olsa gerek. Matrix'teki gibi Tavşan Deliğinden aşağı inmeyi hayatın gerçek anlamına geçiş olarak kullanıyor.

Aklımda kaldı; çok eğlenceli bir düğün bölümü var.

Sonuç; bir belgesel olarak fazla boş

5 haziran ptesi akşamı evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0399877/

4 Haziran 2007 Pazartesi

Hannibal Rising (2007)

*** - Sana ne yaptım ki. - Kardeşimi yemekten başka mı? Hiç ***

Konusu şöyle; sonrasında nasıl bir psikopat olduğunu bildiğimiz Hannibal Lecter karakterinin bu hale gelmesinin hikayesi. Annesi ve babası İkinci Dünya Savaşı sırasında bir bombardımanda ölen, Almanlarla Rusların birbiriyle çok çetin şartlarda savaştığı bir dönemde kız kardeşi Mischayla beraber düşman eline düşer Hannibal. Açlıktan ölmek üzere olan askerler küçük kızı afiyetle yerler. Olayın travmasıyla üzerine ket vuran Hannibal'ın yıllar sonra bu durumla hesaplaşma zamanı gelir.

Ne anladım; hikaye ve senaryo ilk filme çekilen Silence Of The Lambs'in yazarı Thomas Harris tarafından yazılmış. Sinema tarihinin en meşhur kötü adamlarından Hannibal Lecter'ın bu duruma gelmesinin sebebini açıklamaya yeltenen film biraz vampir hikayesine sapmış, biraz da Parfüm'deki gibi genç ve sakin bir katil portresi çizmeye çalışmış. Anthony Hopkins'in yorumunun altını pek dolduramamış gibi geldi bana.

Aklımda kaldı; filmde görsellik başarılıydı. En lezzetli yeri yanakları diye herkesten bir lokma alması. Başlangıçtaki bombardıman sahnesi, ata bağladığı ipi çekerek ağaçta listedekilerden birini öldürdüğü sahne.

Sonuç; orijinal filmden bağımsız düşünülürse biraz katlanılabilir.

4 haziran pazar akşamı evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0367959/

3 Haziran 2007 Pazar

Little Children (2006)

*** Be A Good Boy ***

Konusu şöyle; Brad iki sefer başarısız olduğu baro sınavına tekrar girmek üzere hazırlanmaktadır (kitabın kapağını bir kez olsun kaldırmamıştır ama karısına yalan söylemektedir, bu dönemde de toplumun gündüz bir erkeği sokakta çocuğu ile ilgilenirken görmeye alışık olmadığı pozisyonlarda ortalıkta dolaşmaktadır) Eğitimli biri olmasına ve Madam Bovary başta olmak üzere bir edebiyat dünyası tarafından uyarılmış olmasına rağmen mutsuz bir evliliğin içine sıkışıp kalmış Sarah'da çocuğunu gezdirmek için diğer taşra kadınlarıyla mecburen bir arada olmak zorunda olan ama bundan nefret eden bir annedir. Bunların yanında psikocinsel sorunlar yaşayan, çocuk tecavüzünden hüküm giyip yeni hapisten çıkan Ronnie kasabasında istenmeyen adamdır. Ona karşı aileleri örgütlemeye çalışan başmuhalif Larry ise yıllar önce bir çocuğu yanlışlıkla öldürmüş zorla emekli bir polistir.

Ne anladım; yetişkin bedenlerin içinde hapsolmuş küçük çocuklar. Bahaneler bularak hayatlarıyla yüzleşmekten kaçınan ve ayakları yere basamayanlar. Avukat olmak istemediğini biliyor Brad, kocasıyla paylaştığı birşey kalmadığının farkında Sarah, bunu kitap eleştiri toplantısında açıkça anlatıyor, Ronnie kendinden daha problemli birini bulduğunda bile olumlu bir adım atamıyor. Kubrick'in Eyes Wide Shut'ında piyanist olarak izlediğimiz Todd Field sonrasında yönetmenlik yolunda ilerlemiş, 2001 de In The Bedroom ile oluşturduğu tarzı devam ettiriyor. Amerikan yaşamının yakından incelemesi var yine. Finale kadar kötü birşeyler olacak gerilimini de iyi kuruyor ama çok yargılayıcı olmama çabasından belki de sonunda toparlayamamış gibi bir hisle bırakıyor. Kitabında bu durumların daha açık anlatıldığı söyleniyor. American Beauty, Crash tarzında.

Aklımda kaldı; Ronnie'nin havuza geldiği farkedildiğinde herkesin Jaws görmüş gibi kaçıştığı sahne. Park civarında kameranın dolaştığı ve farklı zamanlarda Brad, Sarah ve çocukların değişik köşelerde plan sekans içinde görüntülendiği müzik eşliğinde uzun sahne.

Sonuç; sonuna kadar gayet iyi götürüyor hikayeyi ama aynı güzellikte bitiremiyor.

3 haziran pazar öğlen evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0404203/