Arama

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Lonely Hearts (2006)

*** Polisler ve donutlar için dediklerini bilirsiniz ***

Konusu şöyle; İkinci Dünya Savaşı yıllarında kocalarını kaybeden kadınların gazetelerin yalnız kalpler köşelerine verdikleri ilanları takip eden, paraları varsa öldürüp soyan Ray Fernandez (Jared Leto) ile başta kurban adayı ama ilk görüşte aşk ile sevgilisi olan Martha Beck (Salma Hayek) o dönemin sansasyonel seri katilleri, Elmer Robinson (Travolta) ise karısı intihar ettiğinden beri işteki konsantrasyonunu kaybetmiş ama bu olaya dört elle sarılan usta detektiftir.

Ne anladım; bu çiftin hikayesinden esinlenilmiş Deep Crimson, 1996 yapımı hüzünlü bir toplum dışı kalmış aykırı katil profili çiziyordu. Bu kez doğrudan çiftin hikayesi anlatılmış ama anlatının odağına peşlerindeki polis ikilisi konulmuş. Sanırım bunun sebebi yönetmenin gerçek hayattaki Robinson ile kan bağları. Bunun sonucunda katil doğanların derinlemesine bir karaktere dönüşememesi olarak ödeniyor ve sık sık komik duruma düşüyorlar. Daha ilk tanışma sahnesinde (cenazede kızın yetişip destek çıktığı) başlayan yüzeysellik film boyunca sulandırılmış bir tat bırakıyor. Ama kanımca burada bir art niyetten ziyade beceriksizlik var. Hollywood'laştırılmış bir hikayede bu kadar şiddet olmazdı ve örneğin sonunda kız kurtulurdu. Jared Leto'nun oyununu beğendim ama Hayek ve Travolta olmamış. Senaryo da çok sıkıntılı, tüm film boyunca sıradan bir tipi oynayan Hayek'in sorguya alınınca donut esprisi yapması gibi çok sırıtan noktaları var.

Aklımda kaldı; intiharla sonuçlanan giriş jeneriği. Leto'nun keli ve peruğu.

Sonuç; eh işte.

27 temmuz pazar gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0441774/

27 Temmuz 2008 Pazar

Jumper (2008)

* Zıpla, zıpla.. Zıplamayan.. *

Konusu şöyle; David Rice Bowl (Hayden Christensen) lisede bir kavgada buzun altına düşer ve o anda daha önceden gördüğü bir yere düşünce gücüyle teleport (ışınlanma) yetisine sahip olduğunu anlar. Bu yetenek banka kasalarına girip kısa sürede zengin biri olmasını sağlar. Ancak yüzyıllardır süregelen bir savaşın piyonlarından biridir.

Ne anladım; Bourne Identity ile iyi iş çıkaran ardından Mr. & Mrs. Smith ile sıradan da olsa sansasyonel bir filme imza atan Doug Liman fantastik bir karakter çalışması ile karşımızda. İzleyene kadar bir süper kahraman filmi olduğunu düşündüğüm hikaye aslında sıradışı bir güce sahip olan ve bunu önce kendi çıkarı için kullanan, sonunda da asil bir savaşa girmek zorunda olan bir gencin hikayesi çıktı. En sevilesi yanı öğle yemeğini Mısır piramidi tepesinde yiyip akşamüstüne Londra'ya zıplama fantezisi. Filmin neredeyse tüm öğeleri dökülüyor. Elemanın gençliğini başka oyuncuya oynatıp 6 yıl sonrasını Hayden'ın canlandırmasından başlayarak hem teknik seçimleri hem senaryo bayağı kötü sonuçlara sebep oluyor. Bu adamın ilk filmi bu olsaydı ikinci işini alamazdı sanırım.

Aklımda kaldı; adam diğerinin dolaylı da olsa ölümüne sebep oluyor, yıllar sonra tekrar karşısına çıkıyor, hiç şaşkınlık yok ve 2 dakika sonra gene arbede çıkarıyor, kız da "aa ne güzel hala yaşıyorsun!" diye sevindirik olup gayet normal birşey gibi devam ediyor. Bu rezillik unutulmaz bir sahneydi.

Sonuç; ne gerek var

22 temmuz salı

http://www.imdb.com/title/tt0489099/

Recep İvedik (2008)

*** Evet, hayatta tek komedi izleyecek olsaydım o bu olmazdı, ama ... ***

Konusu şöyle; yolda bulduğu cüzdanı sahibine teslim etmek için Antalya'ya yollanan Recep İvedik (Şahan Gökbakar) orada çocukluk aşkı Sibel'e rastlar. Otel sahibine cüzdanını teslim ettikten sonra Sibel'in dikkatini çekmek için bir süre de kalmaya karar verir.

Ne anladım; TV şahsiyeti Şahan, kardeşi ile birlikte yaptıkları ikinci sinema projesinde bu sefer ilk filmlerindeki korku türü yerine televizyonda canlandırdığı karakterlerden birine perdede hayat veriyor. İki ana bölümden oluşuyor film, birincisi yolculuk, ikincisi otelde geçen kısım. Bir tv filmi kalitesindeki görüntüler İvedik'in çocukluğunu izlediğimiz kısa bir bölümde değişiyor, demek ki kaliteli çekilebilirmiş ama öyle tercih edilmemiş, belki de maliyetinden. Birkaç sahne haricinde iğrendirmeden güldürmeyi başarmış gene Şahan (esprilerle değil de karakter ve oyunuyla güldürüyor o ayrı). Kamyoncular derneği giriş sınavı finali, arabadaki gülen metalciler gibi çok kolaya kaçtığı yerler de var. En büyük sorun dengesiz olması, çok komik bir sahnenin ardında sadece senaryoyu sürdürmek için düşünülmeden yazılmış bir gereksiz sahne gelebiliyor. En azından Sibel'in Recep'e ilgi duymasına yardımcı olacak bir kaç çözümleme eksik. Sonuçta bu filmi kıyaslarken Mr. Bean, Benny Hill, Wayans filmlerini referans almak gerekir diye düşünüyorum ne alakası var Nuri Bilge Ceylan'la.

Aklımda kaldı; "ragınkok gibising, çadır gurmağ istiyörümm" Otellerde odayı gösterip parayı indragandi yapan komi gibi takıldığı kişisel meseleleri de yedirmiş.

Sonuç; beklediğimden iyi, acaba ben mi çok az şey bekliyordum

21 temmuz pazartesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt1193516/

24 Temmuz 2008 Perşembe

Mio Fratello E Figlio Unico (2007)

**** Kardeşim evin tek çocuğu ****

Konusu şöyle; 60 ve 70 li yıllarda biri sosyalist diğeri faşist görüşlere yakın iki erkek kardeşin aynı kıza aşklarını da içeren hayat hikayeleri.

Ne anladım; Daniele Luchetti bu filme kadar adını duymadığım bir yönetmenmiş. Bir İtalyan ailesinde iki zıt kutuba meyilli ama çok da radikal olmayan kardeş üzerinden politik bir hikaye anlatıyor. Biraz kolaya kaçarak faşist kardeşin yakınına koyuyor kamerayı. Onun yanında gayet safça başlayan bir kamplaşma sürecini izliyoruz. Eleman zaman içerisinde bekleneceği üzere içinde bulunduğu grubun katı önyargılı tutumunu görerek kendisini sıyırabiliyor ve daha sağduyulu bir insan haline geliyor, bu tarafıyla yakın zamanda izlediğim "This Is England"a benzerlikler taşıyor hikaye. Sevimli müzikleriyle, giderek acılaşan tonuyla, bir İtalyan filminden beklentileri karşılayan güzel bir film.

Aklımda kaldı; abinin elebaşı olduğu gösteride annenin onun sosyalist tavırlarını olumlarken küçük oğlanın faşist hareketlerindeki tepkileri. Konser sahnesi vardı, Beethoven çalınırken "ülkücülerin" salonu Beethoven bizimdir şeklindeki saldırıları. Finalde elemanın yaptığı hükümetin vurdumduymazlığı karşısında ipleri eline alıp haksahiplerinin anahtarlarını dağıttığı sahne.

Sonuç; gayet hoş

24 Temmuz günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0846040/

20 Temmuz 2008 Pazar

Resident Evil : Apocalpyse (2004)

** Rezildent **

Konusu şöyle; ilk filmde Umbrella şirketinin kontrol altında tutamadığı t-virüsü bu sefer daha beter yayılır. Tüm şehir tehdit altında kalınca yönetim şehri yoketmeye karar verir. Alice ve yol arkadaşlarının kurtulmak için birkaç saati kalmıştır.

Ne anladım; herhalde bu serinin de hayranları var ki filmlerini çekip para kazanmaya devam ediyor adamlar. Bilimadamı sony vaiosu ile tüm şehrin kameralarını izliyor ve elemanlarımıza yol tarif ediyor ki kızını kurtarabilsinler. Bilgisayar oyunu kalitesini bile tutturamayan senaryo ve efektlerle tek olayı başroldeki güçlü kadın karakterler olan bu seri Lara Croft'la aynı pastayı paylaşıyor. Sebep sonuç ilişkilerini anlatmaya zahmet etmeyen hikayede zombiler de, şirketin amaçları da, Alice'in ekibi kilisede camdan motorla dalacak kadar nokta vuruşu nasıl bulduğu da havada kalıyor. Lise seviyesi çocukların ilgisini ancak çekebilecek bu filmlerin sorunu o yaştaki çocuklara yasaklanması olsa gerek.

Aklımda kaldı; "GTA, Motherfucker! Oh, yeah! Ten points." Grand Theft Auto göndermesi. Nemesis'in binaya yaptığı saldırıda zenci eleman hariç hepsini hedefleyip indirdiği sahne.

Sonuç; ne bekliyordum ki

20 temmuz pazar günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0318627/

12 Temmuz 2008 Cumartesi

21 (2008)

** Winner winner, chicken dinner! **

Konusu şöyle; MIT'de okuyan ve Harvard Tıp'a gitmek için 300.000 dolara ihtiyacı olan Ben Campbell (Jim Sturgess)'a derslerini takip ettiği Prof. Mickey Rosa (Kevin Spacey) gizli ekibine katılmasını teklif eder. Las Vegas'da kumarhanelerde blackjack oynayan ekip üstün matematiksel yeteneklerine güvenerek vurgun yapmayı planlar, üstelik herşey de yasaldır.

Ne anladım; 2002'de yayımlanan Ben Mezrich'in romanı Kevin Spacey'in ittirmesiyle Robert Luketic tarafından perdeye aktarılmış. Romanı okuduğumda filmi olsa çok gereksiz olurdu diye düşünmüştüm. Nitekim senaryoya dönüştürülürken yapılan değişikliklerle (romanda inek arkadaşlar veya Cole Williams karakteri yoktu, elemanlar sürekli aynı casinoya gitmiyorlardı elbette ve buradaki kadar dramatik bir finali de yoktu) bir yerde okuduğum gibi o kadar kurallara uyularak törpülenmiş ki sinema okulu bitirme ödevi gibi bir senaryo çıkmış. Ben karakterine olaya katılması için ulvi sebepler eklenmiş ve diyalogların bir kısmı hakikaten rahatsız edici basitlikte. Kumarla ilgili olmasına rağmen Oceans 11 gibi bir keyif de vermiyor ama devam filminin ayarında diyebilirim. Altı üstü kartlara bakıp bir rakamı akılda tutmak olan tüm olay sanki bir deha gerekiyormuş gibi eğitim seanslarına yüklenilince çok salakça duruyor.

Aklımda kaldı; keçi ve arabalarla ilgili paradoksal soru.

Sonuç; gereksiz

12 temmuz ctesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0478087/

10 Temmuz 2008 Perşembe

In Bruges (2008)

**** If I grew up on a farm, and was retarded, Bruges might impress me but I didn't, so it doesn't. ****

Konusu şöyle; yanlış bir kişinin de öldüğü bir infazın sonrasında ortadan kaybolmaları için Londra dışına, Bruges'e gönderilen iki zıt karakterli mafya adamı Ken (Brendan Gleeson) ve Ray (Colin Farrell) iki haftalarını orada geçireceklerdir. Patronları (Ralph Fiennes) Ken'i Ray'i öldürmekle görevlendirir.

Ne anladım; tiyatro yazar ve yönetmeni Martin McDonagh bu ilk uzun metrajında David Mamet ile karşılaştırılıyor. Hikaye bir aksiyonun ertesi gününde olayın ardından uzağa gönderilen iki suçlunun durumunu anlatıyor, biri turistik zevklerle tatmin olabilen, olgunlaşmış bir adam, diğeri beş dakikada gotik mimariden ve kültür gezisinden sıkılan, istemeden işlediği bir suçun ağırlığı altında ezilen bir cücesever. Öncelikle çok kıvrak, komik ve yaratıcı bir senaryo filmin en büyük artısı. Rahat rahat İrlanda'lı aksanını kullanabilen Colin Farrell'in en kendine uyan oyunu. Gleeson her zamanki gibi başarılı, Fiennes filmin son perdesinde sahne alsa da oyunuyla çok yardımcı oluyor ve finaldeki kaliteyi çok yukarılara taşıyor. Suç komedisi alanında rahatlıkla Snatch, The General, Lock Stock konulabilecek bir başarı.

Aklımda kaldı; şişeyle saldırana yumruğu yapıştırdığı sahne. Kuleden adama kısa yoldan silahı ulaştırmak için atladığı sahne çok hassastı. Gişe görevlisinin iki sahnesi var. "Ye's a bunch of fooking elephants" sahnesindeki Amerikalılar. Cüceyle çekilen rüya sahnesi "Living In Oblivion" u hatırlattı

Sonuç; çok iyi

9 temmuz çarşamba gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0780536/

7 Temmuz 2008 Pazartesi

The Other Boleyn Girl (2008)

*** Sex and the kingdom ***

Konusu şöyle; kızların ailelerine gelecek sağlamak için alınıp satıldığı bir devirde, karısı kendisine erkek çocuk veremeyene kral Henry VIII (Eric Bana) Boleyn ailesinin büyük kızı Anna (Natalie Portman) ile tanıştırılır. Ancak kral dikbaşlı Anna yerine henüz evlenen kardeşi Mary(Scarlett Johansson)'i gözüne kestirir.

Ne anladım; İngiltere tarihinden Tudors isimli diziye de konu olan İngiltere kralı 8. Henry'nin aşk, seks ve üreme hayatından kesitler, Philippa Gregory'nin romanından Peter Morgan'ın senaryosu ve Justin Chadwick'in yönetiminde uyarlanmış. Kralın sarayına bir şekilde girmeyi kafasına koyan anne babanın kızlarını krala pazarlamaya çalışmalarından çıkan hikaye, amcanın aileyi sonunda mahveden hırsı, kızların arasındaki çekişmeler ilgiyle izletiyor hikayeyi. Bir kaç dramatik unsuru beğenmedim; Anna'nın Fransa'da birkaç ay geçirdikten sonra çok değiştiğini söyleyip kralın yeniden ilgilenmeye başlaması, hiç bir şey değişmemişti ki kızda; Mary artık kraliyet ailesiyle hiç ilgisi olmamasına rağmen bir hışımla saraya dalıp krala dik dik bakarak tafra yapabiliyor vs.. Eric Bana hiç beklemediğim kadar ilginç bir şekilde kralın durumunu izleyiciye geçirebilen başarılı bir oyun çıkartmış.

Aklımda kaldı; İngiliz kilisesinin katolik kiliseden ayrılması ve kuruluş öyküsünün hayli dramatize edilmiş olsa da 8. Henry'nin libidosundan kaynaklandığı. Finaldeki idam sahnesi.

Sonuç; Elizabeth: Golden Age'den daha çok beğendim

6 temmuz pazar günü izledik. Hemi de projeksiyonla

http://www.imdb.com/title/tt0467200/

6 Temmuz 2008 Pazar

Zwartboek (2006)

**** Kara kaplı Mata Hari ****

Konusu şöyle; İkinci Dünya savaşının son yıllarında Hollanda'nın Naziler tarafından işgali ile Yahudiler de ülkelerinde sığıntı gibi yaşamaktadır. Ailesi katledilen Ellis De Vries (Carice Van Houten) direniş örgütüne katılır ve gestaponun güçlü bir yüzbaşısı olan Müntze (Sebastian Koch) ile yakın ilişkiye girer.

Ne anladım; çok hazetmediğim bir yönetmen olsa da Verhoeven'in en iyi filmi. Pek tanınmamış oyunculardan kurulu kadrosu ile kara film ve savaş /casusluk tarzında mükemmel bir karışım yaratmış. Mata Hari gibi bir kadın kahramanın merkezde yer aldığı hikaye sürükleyici bir anlatımla ilerliyor, polisiye dönüşler, beklenmedik ölümler ve yönetmenden beklenecek şekilde yoğun cinsellik ve şiddet kullanımıyla bezeniyor. Yapay bir yumuşaklığa kıyasla gerektiği şekilde kullanılan bu öğeler bence bu kez istismar olarak nitelenmeyecek bir uyum sağlıyor. İyi ve kötü arasında taraf tutmaya zorlamaması, nazilerden iyi adam çıkabileceği gibi direnişçilerden de bir hain çıkmasının şaşırtıcı olmaması izleyiciyi kalıplara sokmamak konusunda belki de ülkesinde film çekmesinin sağladığı bir avantajdır.

Aklımda kaldı; bok kazanı. Sudaki işkence sahnesinde hayalara gelen tekme. İnsülin çikolata ilişkisi.

Sonuç; gayet güzel

4 temmuz cuma günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0389557/

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Semi-Pro (2008)

** I wish you were still a washing machine! **

Konusu şöyle; bir şarkı ile ünlü olmuş Jackie Moon sahip olduğu amatör lig basketbol takımında aynı zamanda koçluk ve oyunculuk yapmaktadır. Liglerinden sadece dört takımın NBA'e katılacağını ve geri kalan takımların dağıtılacağını öğrenince ekibini ilk dört takım arasında sokmak için çalışmaya başlar.

Ne anladım; bir çok filmde yapımcılık geçmişi olan Kent Alterman'ın ilk yönetmenliği. Will Ferrell merkezli spor filmleri serisinden yeni bir sıkıntı. Talladega Nights gibi filmlerde çok ön planda olmayan spor dallarında kendince başarı arayan kaybedenlerin hikayesini anlatmayı tercih eden Ferrell giderek dibe vuruyor. 70lerde kasaba eğlencesi olarak az da olsa ilgi çeken bir olgu olan amatör basketbol ligini bu sefer alıyor hikayesine. Ancak maalesef hikayesini ciddi ciddi anlatmaya kalkışıyor, komik olması gereken sahnelerin bir vurucu sonunun olmaması hiç gülünmemesine yol açıyor. Örneğin takım 125 sayı atarsa tüm izleyicilere beleş sosisli verilecek, kendi takımının son saniye basketini engellemeye çalışıyor Jackie ve başaramıyor. Bu noktada bir espri patlayacak sanıyoruz ama sahne bitiyor. Tüm espri buymuş. Filmin tamamına yayılan zayıflık finalde ciddi ciddi takımın nihai zaferinin hikayesine dönüşüyor ki izleyici olarak hiç umursanmayacak bir olay. Dodgeball bundan çok daha komikti.

Aklımda kaldı; rakiplerini korkutma için rimel sürerek maça çıktıkları sahne. İmkansız atışı beceren hippi. Maçları sunan ikili.

Sonuç; hiç gereksiz

1 temmuz salı gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0839980/