Arama

28 Şubat 2010 Pazar

Man On Wire

***** If I die, what a beautiful death! *****

Konusu şöyle; 1974'de açılmasından kısa bir süre sonra, o dönemin en yüksek binası olan New York'daki ikiz kulelerde, uzun zamandır bunu takıntı haline getirmiş olan Philippe Petit, bir grup arkadaşının yardımıyla gizlice binalara girerek iki kule arasına gerilen bir tel üzerinde akrobasi yapar.

Ne anladım; James Marsh tarafından Petit'in kendini anlattığı kitaptan uyarlanan bir belgesel. Özünde bir tutkunun hikayesi. Küçüklüğünden itibaren yüksek yerlere tırmanmayı takıntı ve yaşamın kendisi haline getiren Petit için bir gün gazetede gördüğü çok yüksek binalar yapıldığı haberi zihninde bir hedef yaratmasını sağlıyor ve bunu başarmak için bir ekip oluşturup bu çılgınlığı yapıyor. Kendisinin de çok sevdiğinin belirtildiği eski soygun filmleri tarzında bir kurgusal anlatım olay gününü canlandırırken o dönemdeki karısı ve ekibin değişik üyeleri farklı noktaları anlatıyor. Adamlar daha önce Notre Dame ve Sydney de buna benzer faaliyetler yapıyorlar ve bu olayların anlatımı hikaye gelişiminin kademeli olmasını sağlıyor. Amaç politik bir eylem değil, bir adamın dünyanın tepesinde korumasız meydan okuması. Bir kez o ipin üzerine çıkıp aşağıdan görülünce kendisi inene kadar kimsenin müdahale etmesi mümkün değil, inanılmaz bir konstantrasyon gerektiren ve milimlik hatanın ölüm demek olduğu acaip bir deneyim. Yaşamı risk almak olarak niteleyen bir adamın psikolojisini incelemek var, bir aksiyon filmi kalitesinde gerilim var, yaşamı sorgulama da var ve her kesit gayet derli toplu anlatılıyor. Sirklerde hergün bunu yapan cambazlar bu adamı izlerken ne düşünür merak ettim.

Aklımda kaldı; ekipten bir üyenin diğerleri hakkında "ilk gördüğümde bunlar loser dedim" dediği sahne. Çayırda okçuluk ve bilimum denemeleri.

Sonuç; çok iyi

28 şubat günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt1155592/

27 Şubat 2010 Cumartesi

Time Traveller's Wife (2009)

** Cıbıl zaman yolcusu **

Konusu şöyle; genlerindeki bir anormallikten dolayı sürekli zamanda yolculuk eden kütüphaneci Henry (Eric Bana) üstüne bir de evlenir.

Ne anladım; Tattoo ile dikkat çeken, Flightplan ile Hollywood'a giriş yapan Robert Schwenke bir acaip film çekmiş. Roman uyarlaması olan bu hikaye Jumper'ı anımsattı ve aynı onun gibi giderek dağılan ve toparlanamayan bir fikir yumağı hissi bıraktı. Adam zamanda yolculuk yapıyor, küçük bir kızla tanışıyor ve zamanla onun gelecekteki karısı olacağını anlıyor ve kur yapıyor, kendi annesinin öldüğü trafik kazasının oraya gidiyor ve kendisine yardım ediyor ama bu yolculuklar kendi kontrolünde değil. Nihayetinde zamanda yolculuk senaryoda fantezi ya da bilimkurgunun bir parçası değil romantizmin herhangi bir nedene dayandırılmayan desteği olarak kullanılıyor ki ben pek kafamda oturtamadım bu yaklaşımı ve ısınamadım. Öyle cıscıbıl zamanda yolculuk yaparsan evlenmesen bile en azından kolay arkadaş edinirsin. Belki bu hikaye kağıt üzerinde iyidir ama film olarak anlam ifade etmiyor.

Aklımda kaldı; polis arabasının arka koltuğuna tıkıldığı sahne. Av sahnesi.

Sonuç; bu nedir yahu

27 şubat cumartesi günü izledik

7 Şubat 2010 Pazar

Saw VI (2009)

**** Remember, don't trust the one who saves you. ****

Konusu şöyle; Ajan Strahm bir önceki bölümde ölmüştür ve Dedektif Hoffman artık Jigsaw'un planının uygulayıcısıdır. Bu bölümde ise bir sigorta şirketinin tazminat ödemesini engellemek için müşterilerin davalarındaki açık noktaları bulmakla görevli William'ın hayatındaki insanlar onun kurtarabileceği tuzaklarda can vermeye başlar.

Ne anladım; bir önceki ara taksim ya da aslında yarım bırakılan bölümden sonra tüm seriyi tamamlayan bir final var önümüzde (ama serinin son bölümü değil). Bir serinin altıncı filmi için son derece başarılı, üstüne üstlük kendi içerisinde bile tüyler ürperten sürprizler barındıran bu adımda senaryonun sadece jigsaw gizemi üzerine değil, paralelde William'ın hikayesine de eşit ağırlık verilerek kurulması nihayetinde çok şaşırtıcı bir başarı getiriyor.

Aklımda kaldı; atlı karıncadaki çalışanların kendilerini kurtarmak için yalvarışları. William hikayesinin sonu

Sonuç; gayet iyi

http://www.imdb.com/title/tt1233227/

30 ocak cumartesi gecesi izledik

Up In The Air (2009)

**** We are not swans, we're sharks ****

Konusu şöyle; çalışanlarını işten atmak isteyen ancak bunu kendileri yerine başka bir insan kaynakları şirketine bırakan firmalara Ryan Bingham (George Clooney) ülke içerisinde uçakla seyahat ederek gider ve bu çalışanlarla görüşme yaparak kovar. Ancak artık zaman değişmiştir ve bu işi yapmanın daha teknolojik bir yöntemi denenmektedir. Uçmak dışında bir hayatı olmayan Ryan için bu ölmek gibidir.

Ne anladım; her sene bir izlenesi film çıkartan Jason Reitman'dan bu senenin mahsulü. Senaryolara da el atan yönetmen Clooney'i çok doğru bir rolde kullanıyor. Sahne aralarındaki o bölümün geçeceği şehrin havaalanının havadan görüntüleri Ryan'ın sürekli gözlerinin önündeki manzara. Şehirlerin yukarıdan bakınca o kadar birbirinden farkı da yok. Vera Farmiga'nın canlandırdığı Alex'te hayat arkadaşı olma potansiyeline sıkıca sarılan Ryan'ın sonrasında yaşadığı sürpriz bize de vuruyor aynı şaşırtıcılık ve acıyla. Natalie'nin ise terkediliş biçimi o gözyaşlarının karşısında kahkaha atmamıza neden oluyor.

Aklımda kaldı; J.K. Simmons'un işten atma görüşmesinde Natalie'nin söze karışması, adamın onu feci haşlaması sonrasında Ryan'ın "ama bu senin hep yapmak istediklerini yapman için bir fırsat olabilir" mealinde konuşmasıyla sakinleştirdiği sahne. Ryan ile Alex'in Natalie'ye kendi kuşaklarını anlattıkları sahne. Ryan'ın sunumda yaptığı "sahip olduklarımız arttıkça yavaşlar ve ölürüz" temalı konuşması.

Sonuç; izlenesi

31 ocak pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt1193138/

Buddha Collapsed Out Of Shame (2007)

**** Küçük buda ****

Konusu şöyle; küçük Baktay okumayı öğrenmeyi çok ister ve komşusunun oğlu ile bir gün okula gitmek için evden çıkarlar. Okul eşyalarını almak için yumurta satmak, yoluna devam edebilmek için savaş oyunu oynayan erkek çocuklarını aşmak, okula ulaşabilirse de derse gitmek için önyargıları aşmak zorundadırlar.

Ne anladım; ünlü İran'lı yönetmen Muhsin Makmalbaf'ın kızı Hana'nın 19 yaşındayken ortadoğuda eğitim, yoksulluk, kadınların durumu gibi konuları çerçevelediği ve küçük amatör oyuncular üzerinden anlattığı acı filmi. Kamera, renk, görsellik, teknik gibi unsurlarıyla değerlendirildiğinde sınıfta kalabilecek film çevçeveleri, samimiyeti, hikayesinin basitliği ve aktardıklarıyla görevini layığıyla yapıyor. Taliban'ın dev Buda heykelini yok etmesinin görüntüleri ile açılan ve Buda Utancından Yıkıldı başlığı ile sunulan film bir müslüman İran'lı yönetmenin; aşırı dinci Afgan Taliban'ların yarattığı, yalnız erkek çocukların okula gitmelerine izin verilen, kadınların yalnız burka giyerek insan içine çıkmasına izin verilen, ruj sürdüğü için öldürülebildiği bir dünyayı küçük bir kız çocuğunun gözlerinden sorgulaması.

Aklımda kaldı; önce Taliban'cılık oynayan çocukların sonra da Amerikan'cılık oynamaları ama sonuçta gene şiddetin tarafında olmaları. Açık hava derslikleri.

Sonuç; izlenir.

30 ocak cumartesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt1094627/