Arama

25 Ocak 2010 Pazartesi

Ugly Truth (2009)

** Erkekler basittir **

Konusu şöyle; kadın erkek ilişkileri konusunda maço ve dobra yorumlarda bulunduğu kısa programıyla dikkat çeken Mike Chadway (Gerard Butler) düşen reytingleri kurtarmak için Abby'nin (Katherine Heigl) yönettiği haber programına transfer olur. Mike, baskın kişiliği yüzünden uzun süreli bir ilişkiye bir türlü giremeyen Abby'e koçluk yapmayı teklif eder.

Ne anladım; daha önce Monster In Law ve 21 uyarlamasını izlediğimiz Robert Luketic'ten gene bir romantik komedi. Butler cinsiyetler üzerine ahkam kesen, "erkekler basittir" temalı kısayol hayat rehberi aforizmalar savuran derinliksiz bir karakteri, Heigl da kendince kurduğu dünyayı aşırı kontrol merakıyla dakik bir şekilde yaşatan ama diğer karakterin gelmesiyle bu muhafazayı bırakıp içindeki küfürbaz bastırılmış kişiliğin de ortaya çıkmasına izin veren değişen kadın karakteri canlandırıyor. İkisi bir arada görüntüyü kurtaran bir çift olmuş. Fena başlamıyor hikaye, özellikle Mike'ın Abby'e erkek arkadaşı kendisine bağlaması konusunda koçluk etmeye başladığı kısım keyifli ama yarısından sonra birden Mike karakterinin bu agresifliğinin sebebinin kıza duyduğu platonik aşk olması gibi bir yola girince hikaye ile yollarımızı ayırıyoruz, bence Mike karakteri çöküyor bu hamle ile. Mizah unsuru olarak güzel bir kadına küfür ettirmek de filmi taşımaya yeterli gelmiyor. Balonlu final ise kelebek gibi konmuş filme. Netice itibarı ile oyuncular değişik ve eğlenceli karakterler canlandırıyor ama sonlara doğru dağılıyor film.

Aklımda kaldı; maçta kulaklık vasıtasıyla ilk buluşmalarına destek verdiği sahne. İlk programında sunucu çifte yaptığı analiz.


Sonuç; olmamış

25 ocak pazartesi gecesi izledik


http://www.imdb.com/title/tt1142988/

Law Abiding Citizen (2009)

*** Can't fight fate ***

Konusu şöyle; evine girip karısı ve kızını öldüren katillerden biri savcı Nick Rice (Jamie Foxx) ile anlaşıp dışarı çıkınca, Clyde Shelton (Gerard Butler) tüm adalet sistemine savaş açar.

Ne anladım; F. Gary Grey'in filmi ailesi gözleri önünde öldürülen ve intikam saplantısı dışında hayata tutunacak bağı kalmayan adam hikayesini anlatıyor. Ancak aynı hikayeyi yeniden anlatmasını mazur kılacak bahaneye de sahip; mağdur hapisteki hücresindeyken bile onlarca insanı öldürebiliyor ve tüm şehri sarsacak eylemler yapabiliyor. Bu gizem sayesinde olaylar zıvanadan çıktıkça iki başrolün de usturuplu oyunuyla komediye dönüşmüyor. Bol saçmalıkları dolayısıyla ciddiye alınması mümkün değil ancak Crank, Saw gibi utanılarak zevk alınabilecek bir eğlencelik.

Aklımda kaldı; kemikle cinayet. Yargıcın öldürüldüğü sahnede yok artık dedim tabi daha sonunu görmemiştim.

Sonuç; eğlencelik

24 ocakta izledik

Taking Woodstock (2009)

**** Woodstock ruhu ****

Konusu şöyle; iç mimarlık kariyerini bırakıp ailesinin Catskills'deki batmak üzere olan motellerinde onlara yardım için çalışan, yörenin ufak ticaret odasının başında yer alan ve her sene kendince kasaba halkına çayırda plak çalarak müzik festivali düzenleyen Jake Teichberg (Henry Goodman) büyük bir festivalin düzenleneceği Walkill kasabasının son anda şehirlerinin hippilerin basmasından çekindikleri için olayı iptal ettiklerini öğrenince finansal sorunlarını aşmak için festivali düzenleyenlere konserleri kendi kasabasında yapmalarını önerir.

Ne anladım; eşcinsel filmlerinin unutulmaz yönetmeni olma yolunda ilerleyen Ang Lee 1969 un en önemli olaylarından Woodstock'u anlatıyor. Konserin herhangi bir müzikal anını sunmayan, bu olayın kendisi kadar ilginç hazırlanış öyküsüne odaklanan hikaye olayların kahramanının kendi yazdığı otobiyografik kitaptan uyarlanmış zaten. Önemli bir milata ve bir neslin simgesine dönüşen Woodstock olayını bir adamın yaşadıkları paralelinde anlatan çalışma o zamanda oralarda takılıyor olmanın nasıl bir şey olduğu hissini başarıyla veriyor zaten amacı da o. Kim oraya gelmiş, sahneye çıkmış oyuncularla göstermekten ziyade onlar hakkında konuşan katılımcıları izlemek hakkında film zaten öbürü ile ilgili yapılmış bir sürü film ve kayıt var. Bir de filmi yeterince komik olmayan bir komedi olmakla suçlayan eleştiriler gördüm ki tamam tür olarak komedi sınıfında yer alabilir ama o amaçla değerlendirmek gereksiz. Goodman başrol için çok sıradan görünümlü ama bu hikaye için o görünüm tam uyuyor, fakirlikten ölüm gibi korkan anne rolünde Imelda Staunton çok iyi.

Aklımda kaldı; Vw deki çiftle yaşadığı asit deneyimi ve ardından konser alanını dalgalanarak gördüğü sahne bir belgeselin verebileceğinin ötesinde gerçekliğe sahip. Anne babanın sihirli kekleri.

Sonuç; hoşuma gitti

23 ocak pazartesi

22 Ocak 2010 Cuma

Zombieland (2009)

**** Rule #1 : Cardio ****

Konusu şöyle; insanlığın çoğunun beyinlerine nüfuz eden bir hastalıkla zombiye dönüştüğü ve Amerikanın Zombieland'e olduğu bir ortamda eline kız eli değmemiş takıntılı ve hayatta kalmak için upuzun bir kural listesi oluşturan Columbus (Jesse Eisenberg) hayattaki tek amacı yeniden twinkie yiyebilmek olan kovboy karizmasındaki zombi katili Tallahassee (Woody Harrelson) ile birlik olup zombisiz batıya doğru yola düşer.

Ne anladım; Ruben Fleischer isimli yönetmenin ilk büyük projesi, nedense film başlayana kadar Rob Zombie'nin sanıyordum filmi. Zombilerin tehditi altında hayatta kalmaya çalıştığı ve bunun için oluşturduğu kural setini aktardığı girişin ardından bir yol filmi olarak devam eden komedinin büyük ağırlığı oluşturduğu filmde zaten zombiler de tamamen değişik şekilde öldürülmeleri ile eğlence unsurunu oluşturuyor. Shaun Of The Dead sonrası ona öykünen filmlerin en başarılısı olan Zombieland film referanslarıyla yüklü senaryosu ve estetik zombi katli sahneleriyle öne çıkıyor.

Aklımda kaldı; komşu kızla olan sahnesi. Piyanoyla haftanın zombie katli. Tüm Bill Murray sahnesi. - Pişman olduğun bir şey var mı? - Garfield belki.

Sonuç; eğlenceli

http://www.imdb.com/title/tt1156398/

21 ocak günü izledim.

12 Ocak 2010 Salı

Brüno (2009)

**** I gave him like a traditional African name : O.J. ****

Konusu şöyle; ünlü modacı Brüno (Sacha Baron Cohen) giydiği yenilikçi kıyafetle bir defilede rezalet çıkarınca memleketi Avusturya'da mesleğinden aforoz edilir. Amerika'ya gidip ünlü olmaya karar veren Brüno kendisine tapan yardımcısı Lutz ile burada değişik denemeler yapar.

Ne anladım; Larry Charles ile Cohen'in Borat'dan sonraki ikinci birlikteliği. Doğal olarak birinci ile karşılaştırılıyor ve mizah anlamında biraz daha zayıf ya da daha fazla rahatsız edici olduğu doğru. Borat filmin genelinde anlatıcı ya da olayların yanında yer alan kişi iken Brüno açık eşcinsel ve doğrudan bununla ilgili yarattığı sahnelerin içinde, her yeni sahnede yok artık dedirtebiliyor. Epilasyon, jakuzida çıplak erkekler, cinsel organlar ve oral seksle ilgili espriler ardarda. Bayağı mizah yaptığı söylenebilir ama bence yaptığı mizahı iyice ileri götürerek nihayetinde Borat'ta yaptığı muhafazakar bakış açısına doğrudan saldırırken yalandan özgürlükçü liberallerin de sinirlerini bozarak riyakarlığı ortaya çıkartıyor bu açıdan değerli. Karşılaştırmak gerekirse Recep İvedik de benzer noktalardan yola çıkıyor ancak onun amacı avam bir karakteri aşırı karikatürize ederek cehalete, magandalığa övgüler düzüp, elit olarak nitelenen zevklere kolaycı yoldan saldırmak bunu da para basan bir makinaya çevirmek. İzlerken o kadar gelmedi ama sonradan sahnelere baktığımda hakikaten kopuk skeçler var. Bana rahatsız edici gelen tek yeri; bazı sahnelerin doğal sıradan insan tepkileri yerine aktörler tarafından oynanmış hissiyatını taşımasıydı. Birden çok kamerayla çekilen sahneler ya da Brüno'nun bulunmadığı çekimler bunu düşündürdü.

Aklımda kaldı; Harrison Ford'un tepkisi. Richard Bey Show'da zenci kadınlarla dolu bir salonda zenci çocuğu nasıl evlatlık aldığı, adını O.J. koyduğu ve beraber çekilen "sevgi" dolu resimleri gösterdiği sekans. Deneme çekimini izleme sahnesi ve bağıran çük. Maço güreşçilerden oynaşan gaylare dönüştükleri sahne. Finalde Bono, Chris Martin, Snoop Dogg, Elton John falan Brüno'nun şarkısını söylüyor.

Sonuç; uyarayım çok acaip
9 ocak pazar günü izledim

3 Ocak 2010 Pazar

Hurt Locker

** The rush of battle is often a potent and lethal addiction, for war is a drug **

Konusu şöyle; Irak'ta görev yapan bomba imha ekibinin başçavuşu bir görevde ölünce yerine William James (Jeremy Renner) gelir. Daha ilk günden sanki ölmek istiyormuş gibi gözükara davranışları tüm ekibin hayatını tehlikeye atar.

Ne anladım; Kathryn Bigelow'u yıllar sonra yeniden ve daha da tepeye taşıyan film de açıkçası bende yarıştığı eski kocasının filmi ile aynı şekilde hiç heyecan uyandırmadı. Büyük kısmı bomba imha ekibinin birkaç değişik vakasından oluşan sahneler ile film aksiyona mesafeli duruyor. Çok doğru bulduğum bir yorumun özeti şöyle; onların ruh haline odaklanan bir hikaye olmasına rağmen saldıran değil aksine terörist yerlilerin yaptıklarını engellemeye çalışan, dolayısıyla orada bulunmalarını haklı göstermeye çalışan, üstüne de geri dönünce de rahat edemeyen tavrıyla bir propaganda filmine daha yakın görünüyor. Belki de sadece insan psikolojisi ile ilgili tespit yapıyordur ve savaş tutkunu bir adamın profilidir ama ben anlamadım değerini.

Aklımda kaldı; yatakhanede debelenme sahnesi. Afişte de yer alan bomba öbeğini ortaya çıkardığı sahne.

Sonuç; tırt

http://www.imdb.com/title/tt0887912/

2 ocak günü izledim

Neşeli Hayat (2009)

*** Bu da mı gol değil? ***

Konusu şöyle; maddi sıkıntı içerisindeki Rıza (Yılmaz Erdoğan) yılbaşı öncesinde ajanstan bir alışveriş merkezinde noel babalık işi bulur. Bir yandan bir çok tanıdığını alışveriş temsilciliği işine sokup iflas etmesinden dolayı borç ve davalarla uğraşan, diğer yandan karısının kardeşine iyilik olsun diye kız isteme işlerine bulaşan Rıza bu hiç bilmediği işe de başlangıçta uyum sağlayamaz.

Ne anladım; Yılmaz Erdoğan'ın yazıp, yönetip oynadığı ve BKM mutfak kadrosunun tüm diğer rollerde yer aldığı hüzünlü komedi gene İstanbul'un farklı mahallelerindeki yaşama yakından bir bakış atıyor. Filmindeki drama komedi bölgelerini oldukça derin tasarlayan Erdoğan karakterlerini de çok sempatik yapabiliyor. İlk yarısındaki acıklı hikaye giderek bir masal dönüşürken sürekli bir gülümseme bırakıyor izleyicide. Organize İşler'e göre daha skeç havasında olması gibi bir zayıflığı var.

Aklımda kaldı; Cezmi Baskın'ın şişe dibi gözlükleriyle kuruyemiş çitleten babası. Rıza'nın işe geç kalıp da minibüs yakalamaya çalıştığı sahne hissiyatı tümüyle izleyiciye geçirebilen bir bölüm.

Sonuç; izlenir.

26 aralık'da izledik

Soul Kitchen

*** Leben ist, was passiert, waehrend du dabei bist, andere Plaene zu machen ***

Konusu şöyle; Hamburg'da yaşayan Yunan asıllı Zinos (Adam Bousdoukos) kızartma ızgara ağırlıklı fastfood lokantasına mecburen üst düzey bir aşçı transfer eder ve yapılan yemeklerin kalitesi o bölge için bambaşka düzeylere çıkar.

Ne anladım; Fatih Akın'ın son yıllardaki ağır filmlerinin ardından eğlenmek amaçlı yaptığı bir komedi. Başroldeki Adam Bousdoukos'un kendi yaşamından esinlendiği senaryo fazlasıyla çalakalem. En azından yönetmenin "Im Juli" sine benzer bir samimiyet beklerken çok dağınık ve yapay sahnelerle bezeli bir film ile karşılaşıyoruz. Eğlenceli değil diyemem ama bir numara küçük geliyor. Adam'ın oyunculuğu içler acısı herşeyden önce, abartılı sakat taklidi sahnesi örneğin. İyi ki Moritz Bleibtrue onun hapishane kuşu kardeşini oynuyor. Başlıktaki cümlesi Lennon'un "Hayat siz başka planlar yaparken başınıza gelendir" cümlesi.

Aklımda kaldı; skype sahnesi. rock'çılara kaliteli yemek sahnesi.

Sonuç; idare eder

http://www.imdb.com/title/tt1244668/

1 ocak günü izledik

2 Ocak 2010 Cumartesi

Avatar (2009)

*** jaksali ***


Konusu şöyle; belden aşağısı tutmayan deniz piyadesi Jake Sully (Sam Worthington) ölen bilimadamı ikiz kardeşinin yerine aynı genlere sahip olduğu için kaynak açısından zengin Pandora gezegenindeki bir göreve katılır. Burada makinaya bağlanarak bir avatar kullanacak ve Navi halkının güvenini kazanarak değerli kaynakları insanlara bırakmaya ikna etmeye çalışacaktır.


Ne anladım; James Cameron'ın yeni bir devrim iddiasındaki filmi. Olumlu yanlarını sıralayayım; değerli kaynakların üzerinde yaşayan halk ve sömürgeci insanların bu mekana göz koyması üzerinden hem savaş ve işgal karıştı hem de insanların para hırsıyla doğaya verdikleri zararları ön plana koyan naif, çevreci ve hiç yoktan iyi olan mesajı, istese izleyicinin aklını alabilecek 3 boyut teknolojisini usturuplu kullanması. Ticari anlamda insanlara sinemada izlemeye mecbur kalacakları bir ürün sunması muhtemelen maliyetini kısa sürede çıkarmasını sağlayacak, ama 3-d olarak izleyemedikten sonra dvd ya da tvde bu film izlenir mi bilmem. Hikaye anlamında değil tabii ama teknik açıdan tıpkı Terminator 2 nin yaptığı gibi kendisinden sonrasını etkileyeceği de kesin. Bunlara rağmen uzun süresi, çok sert başlayıp birden aşırı duygusal bir karaktere dönüşen doktor, son yarım saatte birden dönüşüveren hırslı patron ve iyice kartonlaşan general karakteri ile bunları pek önemsemeyen filme karşı ilgimi kaybettim. Ben Real 3-d ile izledim belki imax daha iyidir bilemem ama on yıl sonrasında gene film izleme alışkanlıklarımızın ciddi şekilde değişeceğinin işaretidir.


Aklımda kaldı; giriş sahnesi - elemanın uyanırken uçuşan hava baloncukları ile yaşadığı şaşkınlık izleyici ile doğrudan bağ kuran güzel bir başlangıç. Jake'in avatarı ilk kullandığında koşturduğu sahne. Toruk Macto.


Sonuç; idare eder.

2 ocak günü izledim


http://www.imdb.com/title/tt0499549/