Arama

30 Kasım 2008 Pazar

The Incredible Hulk (2008)

*** Don't make me hungry. You wouldn't like me when I'm hungry. ***

Konusu şöyle; Bruce Banner (Edward Norton) kendi üzerinde yaptığı bir deney sırasında genetik mutasyona uğrar ve öfkesini kontrol edebilmek için ortadan kaybolarak bir kendini eğitim sürecine girer ancak sorununa çözüm bulamaz. Tedavi için gizlice Amerika'ya geri dönerken General Ross (William Hurt) silah olarak kullanmak için onun peşindedir. Generalin kızı Betty (Liv Tyler) de kenar süsü olarak ona destek olmaya çalışır.

Ne anladım; 2003 yılında Ang Lee tarafından çekilen ama fazla ağır kaçan sinir küpü abinin hikayesi yeniden büyük bir projenin parçası olarak perdede. Marvel kendisinin de film işine iyice girmesiyle bir çok çizgi roman karakterinin hikayelerini anlatıyor, sonrasında da bu elemanları çeşitli filmlerde birleştirmek gibi planları var. Dolayısıyla artık hedef mümkün olduğunca gençleri ele geçirebilecek aksiyonlar yaratmak olmuş. Hulk, yaratığa dönüştüğünde ilkel benliğin ortaya çıktığı, konuşamayan bir tip. Film finale kadar fena ilerlemese de son dövüş sırasında takke düşüyor ve son derece yüzeysel bir hikaye izlediğimizin farkına vardırıyor. "Edward Norton'da olsun, William Hurt de olsun, Tim Roth mu? tabi o da olsun" diyen bir zihniyetin ürünü olduğu belli. Transporter 2 ile piyasaya çıkan Louis Leterrier de yönetmen olarak aksiyonu iyi bir film çıkarmış.

Aklımda kaldı; girişteki Brezilya kenar mahallelerinin bitmek bilmeyen tıkış tıkış görüntüsü ve buradaki kovalamaca. Ortalardaki ses dalgası püskürten tankımsı aletlerle gün ışığındaki mücadelesi.

Sonuç; idare eder.

29 kasım 2008 ctesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0800080/

El Lobo (2004)

**** You can use all of your bullets except for this one. This one... is for Lobo ****

Konusu şöyle; Bask'lı işçi Txema (Eduardo Noriega) ayrılıkçı ETA örgütünün etkin elemanları ile yanyana yaşamasına rağmen şiddet dolu yöntemlerini içten içe desteklememektedir. İspanyol polisi iki taraflı çalışması ya da hapiste çürüyeceği teklifini sununca mecburen kabul eder ancak Lobo kod adıyla örgüt içinde yükselirken hem ailesinden kopacak hem de idealist hayallerinin yok olmasını çaresizce izleyecektir.

Ne anladım; Miguel Courtois'in yönettiği film ilk çağrışımda Spielberg'in Munich'ini anımsatıyor. Franco rejiminin son yıllarında hükümet tarafından kullanılan ama her an gözden çıkarılabilen derin devlet maşası Lobo sıradan bir adamın üzerinden önce ETA örgütünün politik çözüm mü teröre dayalı kargaşa mı çatışmalarını anlatıyor. Asıl vurucu noktası ise devletin bu örgütün kökünü kazıma ve olayları çözüme ulaştırma şansını yakaladığında kendi varlık sebebini olumlayan bu ölümlerin devam etmesinden yana aldığı tavrı göstermesi. 70'lerden sağlam birkaç şarkının yer aldığı müzikleri de çok şık. Ana karakterin azılı bir ETA militanına çok hızlı dönüşmesine rağmen senaryoda bundan başka rahatsızlık veren bir yer yok. "Kurt"un teşkilatı çökerten tek kişilik ordudan ziyade gerçekçi bir şekilde hem hükümeti tarafından hem de halkı tarafından terk edilen bir kişi olarak sunulması da filmin gerçek hikayenin ağırlığını kaldırmasını sağlamış. Terörün ve derin devletin olduğu her yerde geçerli olabilecek bir konu.

Aklımda kaldı; kurdun deparı. İsim yazılı kurşun.

Sonuç; gayet iyi

29 kasım cumartesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0385842/

28 Kasım 2008 Cuma

The X Files : I Want To Believe (2008)

**** Kök hücreye inanmak istiyorum ****

Konusu şöyle; Mulder paranormal dünyaya iyice kendisini kaptırdığı için, Scully de artık bu konularda çalışmak istemediği için bir kaç yıldır teşkilattan uzakta birbirlerinden de habersiz olarak yaşamlarını sürdürmektedir. Scully beyin tümöründen ölümü bekleyen bir çocuk hastasının tek kurtuluş ihtimali olabilecek deneysel bir tedaviye başlamak konusunda ikilem yaşarken bir ajanın kaçırılması konusunda Mulder'ı göreve geri çağırması için kendisinden yardım istenir.

Ne anladım; dizinin yaratıcısı Chris Carter'ın bu sefer yönettiği de uzun metraj versiyon. Uzaylı meselesine girmediği için dizinin hayranlarının pek de iyi karşılamadığı filmi Carter, senelerce bütün olup bitenlerden sonra serinin temel konularından inanç ve ikilemler üzerine yapmakla bence doğru bir seçim yapmış. İkilinin bilimsel çehresi Scully bir çocuğun hayatını kurtarmak için tıbbın sınırlarının ötesindeki bilinmeye sulara girmek konusunda ikilemler yaşarken, mistik Mulder ise gaipten görüntüler gelen pedofil rahibe hem inanıyor hem de şüphelerini bastıramıyor. Dizi hakkında derinlemesine bilgi de gerektirmeyen ekonomik tutumuyla içine girilmesi kolay olmasına rağmen bir aksiyon beklentisiyle izlendiğinde ağır temposu hevesleri kursakta bırakır. Robinson tipiyle Duchovny ve Anderson tanıdık iki karakteri yeniden canlandırırken Scully'nin hikayesi daha arka planda ama aslında temel dönüşüm orada. Billy Connolly medyum rahip rolünde sakin ve etkili oynamış.

Aklımda kaldı; büroda Bush'un resmi önünde tema müziğinin çaldığı sahne. Girişte rahibin geniş buzların üzerinde ceset aradığı ve uzun bir sıra ajanın karı tarayarak yürüdükleri sahne.

Sonuç; beğendim

27 kasım perşembe gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0443701/

24 Kasım 2008 Pazartesi

Issız Adam (2008)

**** Kadınları seven ratatuy ****

Konusu şöyle; otuzlu yaşlarını süren bekar, yakışıklı, restoran sahibi ve başahçısı Alper (Cemal Hünal) özel yaşamında da marjinal bir cinsel hayat sürer ve kadınlarla uzun süreli ilişkilerden kaçınır. Koleksiyoncusu olduğu 60'lar Türkçe pop plaklarından birini aradığı bir sahafta çocuk kostümleri tasarlayıp diken Ada (Melis Birkan) ile tanışır ve kendisine pek de sıcak davranmayan bu kızı tavlamak en büyük önceliği haline gelir.

Ne anladım; Çağan Irmak'ın şu ana kadar en yoğun kullandığı karakter gençliği yeni aşmış, şehir yaşamı tarafından doğal yanı törpülenmiş ve zedelenmiş bir ruha sahip erkek. Mustafa Hakkında Herşey'de de Babam ve Oğlum'da da burada da kendisinin alter egosunu temsil eden bu karakteri tahlil çabaları onun sinemasında büyük yer tutuyor. Bu yönüyle karakterin Truffaut'un çok filminde aynı oyuncuyla da yansıttığı karaktere benzerliği belirgin. Filmin artıları; iki başrol oyuncusunun ve onların yanında anne rolünde Yıldız Kültür'ün son derece başarılı oyunları; Beyoğlu'na, lokanta mutfağına ve evin mutfağına ruh katan başarılı mekan kullanımları (New York filmlerinde sürekli Manhattan'ın kullanılması gibi Taksim'in de bu şekilde filmlerde yer alması çok önemli bence). Zayıf yanları ise; birden çok yerde izleyicide yabancılaşmaya sebep olabilecek kadar acaip yazılmış ve söylenmiş replikleri ki bu yönetmenin sadece bu filmde yaşadığı bir sorun değil. Bir fransız filminin yeniden çevrimi havasını veriyor, ama Amerikan yapımlarında olduğu gibi filmin duygularından arındırılması sonucunu vermemiş, aksine kendi özgün tatlarını da katmış içine.

Aklımda kaldı; dolmalı sahne. Kızın aradığı kitabı kitapçıdan alıp hediye ettiği ve ayarı aldığı sahneler. Evde Ada'ya plak dinlettiği ve neden plakların daha iyi olduğunu anlattığı sahne. Girişte bir chat ekranıyla başlayan karakterin tanıtım sahneleri.

Sonuç; çok beğendim

23 kasım pazar günü sinemada izledik.

http://beyazperde.mynet.com/haber/11978

16 Kasım 2008 Pazar

Chronicles Of Narnia : Prince Caspian (2008)

** Aslanın suratını Bush yapsınlar bir dahakine **

Konusu şöyle; amcasının bir erkek çocuğu olması ile hayatı tehlikeye giren Prens Caspian kaçmak zorunda kalır. Narnia'dan yaptığı yardım çağrısına ise gene Pevensie kardeşler bu dünyanın kral ve kraliçeleri olarak gelerek yanıtlarlar.

Ne anladım; gene Andrew Adamson imzalı serinin bu ikinci filmi ilkinin yüzyıl sonrasında geçiyor, tabi Narnia yılıyla, yoksa dünyada bu gençler sadece bir yıl yaşlanmış. Kitaplarının yetişkinlere yönelik olduğu ve yoğun Hristiyanlık temalarıyla yüklü olduğu söylenen serinin bu filmi ne ilk filmde tanıştığımız dünyaya birşey ekliyor, ne de karakterleri daha geliştiriyor. İki saati aşkın süresiyle ve görkemli sahneleriyle ancak 15 yaş altı çocukların hayal dünyalarını körükleyebilecek, savaş yanlısı sıradan bir anlatı. Zamanda yolculuk konusu bir tv dizisinin sıradan bir bölümüyle aynı sığlıkta. Bilgisayar destekli savaş sahnelerine güvenebilirdiniz ama aslanın canlandırması fena değilken savaş sahnelerinde özellikle baş oyuncuların uyumsuz hareket ve tepkileri çok göze batan bir amatörlükte, felaket bir montaj rezaleti. Burada prens caspian'ı baştan sonra aynı ifadeyle son derece başarısız oynayan Ben Barnes ve Lucy ile anlamsız aşk denemesini aşağılamak için de bir cümle yazmış olayım.

Aklımda kaldı; yoğun bir makyajın ardında da olsa Peter Dinklage'ın Trumpkin karakteri.

Sonuç; bana göre değil

23 kasım pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0499448/

Lars And The Real Girl (2007)

**** That's what people do when tragedy strikes. They come over and sit. ****

Konusu şöyle; dokunulmaya tahammül edemeyen, insanlarla sosyal temasını en aza indirmiş, abisi ve hamile karısının yaşadığı aile evinin garajında tek başına bir yaşamı tercih eden Lars (Ryan Gosling) iş arkadaşının gösterdiği siteden bir şişme kadın satın alır. Ona bir kişilik veren Lars'ın bu plastikten hayat arkadaşını tüm kasabalı ona yardımcı olma çabasıyla benimseyecektir.

Ne anladım; yönetmen Craig Gillespie bununla aynı zamanda Mr. Woodcock u da kotarmıştı ve öbür film vasatı pek aşamayan bir komediydi. Burada ise gayet güzel bir senaryo ve Ryan Gosling'in Lars karakteriyle bütünleşmesi sayesinde minik bir bağımsız başyapıt çıkmış ortaya. Kasaba halkının sırf Lars'a olan sevgilerinden herkesin katıldığı bir oyun oynamaları masalsı ve keyifli bir şiiri vücuda getiriyor. Masalsı çünkü dünyanın hiçbir yerinde ambulansla hastaneye şişme bebek götürülüp acilde normal karşılanamaz. Finali kilometreler öteden sezilebilen filmde hem böyle bir rolün altından başarıyla kalkan Gosling hem de bir şişme bebeği izleyiciyi yabancılaştırmadan filme çok iyi katabilen yönetmen iyi birer iş çıkarıyorlar.

Aklımda kaldı; Bianca'yı ailesine tanıştırdığı sahne. İlk öpücükleri. Finale yakın evde örgü örüp oturan kadınlar ve başlıktaki repliğin sahnesi.

Sonuç; gayet iyi

16 kasım pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0805564/

[Rec] (2007)

*** 28 gün sonra blair cadısı ***

Konusu şöyle; gece çalışanları anlatan bir televizyon programı yapımcısı ve kameraman itfaiyecileri konu aldıkları bir gece yaşlı bir kadının çığlıkları duyulduğuna dair bir çağrıya ekiple beraber gider. Yaşlı kadın kendinden geçmiş şekilde saldırgandır ve ekip konuyu araştıran birimlerce binada karantinaya alınır.

Ne anladım; İspanyol Jaume Balaguero ve Paco Plaza ikilisinden kameranın olayı yaşayan kişilerden biri olduğu Blair Witch tarzı bir korku filmi. Kısa sürede ün kazanan ve hemen Amerikan versiyonu çekilen hikayenin orijinal hali yeniden çevriminde muhtemelen ana karakteri geliştirmek adı altında eklenebilecek klişe karakter özelliklerinden müstesna hali ve alıştığımızın altında süresiyle hikayesini anlatıp çıkıyor. Şu anda devam filmini çekmekle meşgul olan ikili aynı türün öncüsündeki gibi gayet temiz röportaj çekimlerinden cep telefonu ve gece görüşüyle tamamlanan hem çaresizliğin hem de öğrendiklerimizin arttığı, paranormal sulara da giren bir çalışma yapmışlar. Türü sevenleri fazlasıyla memnun edebilecek bir çalışma.. ama türü sevenleri.

Aklımda kaldı; merdivenlerden "laap" diye düşen itfaiyeci. Israrla kapının önüne yaklaşıp yakalanana eleman çok bariz ve sinir bozucuydu.

Sonuç; basit ve iyi

http://www.imdb.com/title/tt1038988/

11 Kasım 2008 Salı

Mustafa (2008)

**** Mustafa hakkında çok şey ****

Konusu şöyle; doğumundan ölümüne düşünceleri ve özel yaşamıyla Atatürk.

Ne anladım; Can Dündar büyük bir devlet adamının yaşamını anlatmaya girişmiş ve 2 saatlik bir sürede tüm yaşamını anlatacak şekilde vizyonunu geniş tutmuş, anlatmayı hedeflediği de bu akılalmaz dönüşümün ve zaferin mimarı nasıl bir ortamdan gelmiştir, nasıl bir hayat yaşamıştır, aşk ve özel hayatı nasıldır soruları ile ruhsal profilini çizmek olmuş. Tabularla çerçevelenmiş, üzerinde düşünülmesi ve sorgulanması kanunlarla yasaklanmış bir ulu simge olarak dayatılan bir askeri ve siyasal lideri izleyicinin daha içselleştirmesini ve kendiliğinden de sevebilmesine yardımcı olabilecek bir çalışma. Sorunlu noktaları ise anlatımın Can Dündar'ın etkileyici olmaktan uzak ve monoton ses tonu ile dış sese mahkum olması ve çoğu kısmında birer cümleyle hızla geçilen olaylar, çoğu konunun nedenlerinin fazla açıklanmaması da kafada çok soru işareti oluşturmuş, bu noktalarda yorum yapmadan durumu aktarmış. Bir belgesel için doğrusu belki de bu ama konu hassas olunca tepkilerin de sebebi oluyor. Örneğin Ata'nın son yıllarında her tür devlet işlerinden el çektirilmiş pasif bir emekli haline geldiği gösterilmiş, Atatürk yaşasaydı böyle olmazdı diyenler için ne hayal kırıklığı. Bir belgesel ya da sinema filmi olarak büyük bir başarı olmasa da ele aldığı konuya bir bakış koyabilmesi olumlu. Her söylediğine katılmaya gerek yok, daha çok okuyup araştırmak ve kişisel fikrini oluşturmak lazım.

Aklımda kaldı; İnönü ile mecliste küsüp kağıtla haberleştikleri sahnede bu nedir dedim. Girişteki kardeşinin başına üşüşen leş yiyiciler gibi animasyona yaklaşan fantastik canlandırmaları da beğendim.

Sonuç; izlenir üzerine düşünülür.

9 kasım pazar günü Rexx de izledik. Sineplex olmuş koca sinema, yazıktır.

http://beyazperde.mynet.com/film/4389

Stop-Loss (2008)

** Askerliği yananlar **

Konusu şöyle; Çavuş Brandon (Ryan Philippe) ve bir grup arkadaşı Irak'taki görevlerini tamamlar ve memleketleri Teksas'a dönerler. Ancak orduya yeterince başvuru olmadığından terhisinin durdurulduğunu ve tekrar Irak'a gönderileceğini öğrenir.

Ne anladım; Boys Don't Cry'ın yönetmeni Kimberly Peirce'ın uzun bir aradan sonra çektiği film gene safkan Amerikalılarla ilgili. Irak'taki politikalar üzerine birşeyler söylemeye çalışan hikaye öncelikle konu aldığı etkafa amerikan gençleri ile sıkıntı veriyor, karakterler ile bağ kurmak gerçekten güç. Öte yandan gerçekten oralara kadar gidip de savaşacak kadar cahil adam ne düşünür, nasıl bir ortamdan gelir sorusunun cevabını görmek mümkün.

Aklımda kaldı; girişteki baskın sahnesi.

Sonuç; MTV logosunu görünce kaçıcan

10 kasım ptesi gecesi

http://www.imdb.com/title/tt0489281/

9 Kasım 2008 Pazar

Reign Over Me (2007)

*** Hangimiz akıllı hangimiz deli ***

Konusu şöyle; Alan Johnson (Don Cheadle) saygın bir diş doktorudur. Karısı ve çocukları ile ortanın üstünde bir yaşam sürer. Yolda, ailesini 11 eylül saldırılarında kaybeden ve ardından kendi içine kapanan üniversitedeki oda arkadaşı Charlie Fineman ile (Adam Sandler) karşılaşır. Bir yandan onu yeniden hayatın içine çekmeye çalışırken diğer yandan da kendi yaşamındaki sorunlarla uğraşır.

Ne anladım; afişinde Adam Sandler'ın olduğu ama komedi olmayan bir sürpriz. Oyuncu olarak daha bilindik bir kariyere sahip olan Mike Binder psikolojik travma yaşayan bir adamın çevresinde şekillenen bir New York hikayesine imza atıyor. Ailesini kaybedince çocuğa dönüşen, olay hakkında konuşmayı ve düşünmeyi reddeden Charlie, karşısında ise görünüşte mükemmel bir yaşama sahip olan ama muhabbet edeceği bir arkadaşı bile olmayan, sorumluluklarla yüklenmiş Alan. Sandler'ın başarılı bir drama oyunu çıkarttığı filmin sıkıntısı senaryonun sarkması. Bu da tempoyu iyi ayarlayamayan, aynı noktaya birden fazla kez gelen ve monoton bir anlatıma sebep oluyor. Ancak uzun süresini fazla dağılmadan kullanması sayesinde de izlenebilir karakterler ve durumlar çıkartıyor. "Smart People"dan daha iyi, "Accidental Tourist" "Rain Man" "As Good As It Gets" tadından "psikolojik rahatsızlı" bir drama.

Aklımda kaldı; Charlie'nin scooterı. "Shadows Of The Colossus" Charlie'nin sürekli oynadığı oyun. Charlie'nin kendini polislere öldürtmeye çalıştığı sahne.

Sonuç; fena değil

8 kasım ctesi gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0490204/

8 Kasım 2008 Cumartesi

Kung Fu Panda (2008)

**** Prepare for awesomeness ****

Konusu şöyle; tombik panda Po (Jack Black) rüyasında büyük bir kung fu ustası olduğunu gören, babasının makarnacısında çalışan tembel bir Barış Vadisi sakinidir. Ejder Savaşçının seçim töreninde merakı sayesinde ortalığı karıştırır ve bu hımbıl oğlan dünyanın en tehlikeli savaşçısını durdurabilecek tek kişi olarak seçilir.

Ne anladım; hikaye her zamanki gibi sıradan bir karakterin altından kalkamayacak gibi durduğu bir hedefe kendisini keşfederek ulaşmasının hikayesi. Bu sefer karakter sevimli bir hayvan, yapması gereken ise kungfu. Olayların Çin'de ve eski zamanlarda anlatılması son derece doğru bir seçim. Senaryo, animasyonlarda sık karşılaştığımız gibi süper birkaç espriyle başlayıp ortadan sonra tavsamıyor, aksine giderek güzelleşiyor. Özellikle Po'nun eğitiminde motivasyonunun yemek olarak ortaya çıkması ile tavana vuruyor. Dustin Hoffman'ın bu acaip hayvanı eğitmek için bir yol bulması gereken eğitmen Shifu'su da ana karakter kadar iyi işliyor.

Aklımda kaldı; Po'nun eğitim sürecindeki Shifu ile sopalarla dövüşü, özellikle son mantı için yaptıkları. Orijinal mi bilmiyorum ama hoşuma gitti "Yesterday is history, tomorrow is a mystery, but today is a gift. That is why it is called the present. "

Sonuç; gayet iyi

8 kasım ctesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0441773/

2 Kasım 2008 Pazar

Sleepwalking (2008)

*** Uyurgezer ***

Konusu şöyle; Joleen (Charlize Theron) erkek arkaşının hapise girmesiyle kızı Tara'yı (AnnaSophia Robb) erkek kardeşi James (Nick Stahl) ile bırakıp kendince para bulmak için ortadan kaybolur. James'in işi de pek sağlam değildir.

Ne anladım; özellikle X-men'lerde görsel efektlerde çalışan Bill Maher'den bir aile draması. Çocuklarını sürekli döven aşağılayan bir babadan kaçan iki kardeşin hayata tutunma çabaları ve sonuçta babayla hesaplaşma hikayesi. Anlatı James karakteri üzerine kurulu ve Stahl rolü iyi taşıyor. Theron yapımcılar arasında. Anne karakterinin sahneden çekilmesiyle hikayenin odağı bulanıklaşıyor ve dinamikten yoksun bir senaryo da bildik noktalara tutunarak kör topal yolculuğunu tamamlıyor.

Aklımda kaldı; iki kaçağın sığındığı babanın (Robert Duvall) sapıttığı sahnelerde rolü kısa olmasına rağmen abartılı oyunuyla nefret uyandırıyor (iyi oynuyor baabında).

Sonuç; meraklısına idare eder.

2 kasım pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0888693/

Where In The World Is Osama Bin Laden? (2008)

*** How do I say: "don't take me, take the cameraman"? ***

Konusu şöyle; yakında bir bebeği olacağını öğrenen Morgan Spurlock dünyanın geleceği konusundaki endişelerini gidermek için Usame Bin Ladin'i bulmaya karar verir ve ortadoğu ülkelerinde izini arar.

Ne anladım; Super Size Me'den tanıdığımız Spurlock dünyanın en aranan teröristinin peşinde İslamcı ülkelerin bir profilini çıkarmaya çalışıyor. "Onlar da bizim gibi insanlar", "her toplumda iyiler kötüler bulunur" gibi ilkokul seviyesinde sonuçlar çıkaran gayet basit bir bakış açısı var. Filmi bir bilgisayar oyunu gibi tasarlamış, her ülkeyi bir "level" olarak düşünüp tehlikesine göre derecelemiş ve sırayla Mısır, Filistin - İsrail, Arabistan, Afganistan ve Pakistan'a girip sokaktaki vatandaşa Amerika ve Amerikalılar hakkında ne düşündüğünü ve Bin Ladin'i nasıl gördüklerini sormuş. Komik bir şekilde başlamasına rağmen çok derinleşemeyen ve sonunda iyice baştan savma bir şekilde biten filmin en mesajlı sahnesi; ekibin İsrail'de koyu dindar yahudi mahallesinde itilip kakıldığı bölüm. Burada dışa kapalı, gerektiğinde saldırıya geçebilecek düşüncenin her yerde olabileceğini görüyoruz ve kendisi nasıl o toplumu orada bulunarak rahatsız ediyorsa Amerika'nın da saldırgan dış politikası ile daha büyük bir toplumsal rahatsızlık yarattığını gösteriyor. Çok da iyi bir anlatımı ve temposu olmayan film sonuna doğru iyice güçten düşüyor.

Aklımda kaldı; girişteki Tekken tarzı Spurlock - Bin Ladin dövüşü. Son jenerikte filmde geçen çoğu kişinin gülerkenki hallerini gösteren videolar.

Sonuç; eh işte.

1 kasım ctesi gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0963208/