Arama

27 Mayıs 2007 Pazar

Pirates of the Caribbean: At World's End (2007)

*** İkinci filmden daha iyi ***

Konusu şöyle; ölüler diyarına gönderilen Jack Sparrow kurtarılır. Ticaret yollarını ele geçirmeye çalışan Doğu Hindistan Ticaret şirketine karşı korsanlar birliğini harekete geçirmeye çalışırlar.

Ne anladım; MTV kuşağı için zorla seri haline getirilmiş para makinesi. İkinci filmin finalinde sevilen karakterin ölüme gönderilmesi Star Wars'u hatırlatmış ve canımı sıkmıştı. Bu filmde başlardaki espriler genelde zayıf ve zorlamaydı. Konu gereksiz bir karışıklıkta. Oyuncu kadrosu müthiş, 2-3 sıkı film çıkabilecek adam var. Chow-Yun Fat, Bill Nighy, Jonathan Pryce, Stellan Skarsgard.. Orlando Bloom ve Keire Knightley'in karakterlerini gene diğer filmlerdeki gibi sevemedim. 3 saatlik süresi çok uzun.

Aklımda kaldı; Sparrow karakteri için esin kaynağı olduğu söylenen Keith Richards baba rolünde çıkıyor, hatta gitar bile çalıyor. Sparrow'un ölüler diyarındaki taş/yengeçlerle olan sahnesi güzeldi. En kötü sahnesi son dövüş sahnesinde bir yandan da Will ile Elizabeth'in evlendikleri sahne. Sparrow'un Barbossa ile atışmaları güzeldi, dürbün sahnesi.

Sonuç; güldük eğlendik de inşallah başka film yapmazlar bu seriden.

25 mayıs 2007 cuma akşamı natilüs'de gittik. Volkan kardeşim aldı diye bilet aldım, sonra onun yengenin doğum sancıları başlayıp gelemeyince bizim bileti kapıda satıp Nuray'larla girdik filme.

http://www.imdb.com/title/tt0449088/

Copying Beethoven (2006)

*** Fartophony ***

Konusu şöyle; 9. senfoninin ilk kez çalınmasına 4 gün kala notaları orkestra için kopyalamak üzere en yetenekli kompozisyon öğrencisini işe almak ister Beethoven. Gönderilen kişi kendi işlerini de ustaya göstermek isteyen Anna isimli bir kızdır.

Ne anladım; Maesto'nun belki de en bilinen eserini çıkardığı ve öldüğü son yılından esinlenen yarı gerçek yarı kurgu hikaye. Ed Harris makyajla fazlasıyla benzetilmiş Beethoven'a, ama tavırlarıyla Colombo gibi bir tipleme çıkarıyor. Yüzeysel kalan senaryodan karakterlerin davranışlarına makul sebepler çıkartamıyoruz. Yeğen Carl'ın konserde ağlaması, Ludvig Van'ın ilk başarısız konserinden sonra ölümcül hasta olması gibi kısımlar mesela.

Aklımda kaldı; ortalardaki senfoninin ilk kez çalındığı sahne başarılı ve etkileyici kısmı filmin. "Tanrı insanların kulağına fısıldıyor benim kulağıma haykırıyor"

Sonuç; idare eder ama Beethoven'ın hikayesi yolunda ikinci başarısız deneme.

27 mayıs 2007 pazar akşamı izledik evde. Öğlen Başar'la kahvaltı, tenis yaptık.

http://www.imdb.com/title/tt0424908/

Messengers (2007)

** Kötü Haberciler **

Konusu şöyle; anne baba yetişkin kız ve henüz konuşamayan küçük çocuktan oluşan tipik Amerikan ailesi Chicago'da ailenin başına gelen bir şeyden uzaklaşmak için ayçiçeği tarlası ve "ben periliyim" diye bağıran bir eve gidip canlarına susarlar.

Ne anladım; The Eye ile tanınan ikiz Pang biraderlerin Amerika'da yaptığı film. %99 klişeler üzerine kurulu, geçmişte yaşanmış bir olaydan ötürü ruhların terketmediği ve insanlara saldırdığı perili ev filmlerinden. Tek orjinal olabilecek yanı bebeklerin konuşamadığı halde yetişkinlerin göremediklerini görebildiklerini iddia ettiği sahneler olabilir. Daha önce en az bir uzakdoğu korku filmi izlemiş birinin bu filmi izlemesine hiç gerek yok.

Aklımda kaldı; küçük çocuk güzel oynatılmış, mimikleri çok uygun.

Sonuç; hiç gereksiz

26 mayıs 2007 ctesi akşamı izledik Tolgalarda. Lost'un üçüncü sezonu bitirdikten sonra cila niyetine

http://www.imdb.com/title/tt0425430/

20 Mayıs 2007 Pazar

I'm A Cyborg But That's OK (2006)

*** Kahve makinası selam söyledi ***

Konusu şöyle;
Bir cyborg olduğunu düşünen, bu sebepten artık yemek yemeyen ve yapılış amacını bulmaya çalışan Young-Goon akıl hastanesine kaldırılır. Burada insanlardan sürekli birşeyler çalan Park Il-Sun ona yardımcı olmaya çalışır.

Ne anladım; filmin türü romantik komedi olarak geçiyor ama kesinlikle Amerikan tarzını beklemeyin. Mizah filmin güçlü tarafı değil. Daha çok Boş Ev'deki gibi bir aşk hikayesi var. Yönetmenin intikam üçlemesi ile de çok alakalı bir film değil bu. Özellikle finali pek havada kalıyor. (Okuduğum bir yoruma göre uzaktan göründükleri son karede sevişiyorlarmış, zaten açık havada olduklarına göre hastaneden bırakılmış olmaları gerek ve birbirlerini bulmuş oluyorlar bu durumda. Yersek..)

Aklımda kaldı; giriş jeneriği ile başlayan çok güzel bir görsellik var bir kere. Adamın kızın sırtına pirinci öğütüp ihtiyacı olan elektrik enerjisine dönüştüren aygıtı yerleştirdiği! sahne. Sonrasında bozulursa kendisini çağırması için verdiği kartta "Ömür boyu garanti" yazması. Çalınanlar arasındaki pinpon vuruşu, merhamet. Ayak parmaklarının güç seviyesini göstermesi.

Sonuç; biraz hayalkırıklığı.

20 mayıs 2007 pazar evde tek izledim. merve pamukova'da. Sabri dede'nin dün cenazesi vardı :(

http://www.imdb.com/title/tt0497137/

17 Mayıs 2007 Perşembe

Music And Lyrics (2007)

**** Söz ve müzik ****

Konusu şöyle; 80'lerin gözde topluluğu PoP un as elemanlarından unutulmuş olan Alex Fletcher (Wham! grubuna gönderme gibi geldi bana) ufak tefek gösterilerde kıvrak danslarını sergilemekte ve yaşamınız sürdürmeye çalışmaktadır. Artık iyice unutulmak üzere olduğundan Megastar (Britney Spears Shakira karışımı) Cora Corman için bir şarkı hazırlama fırsatına atlayıverir. Ama beste konusuna hakim olmasına rağmen söz yazma konusunda bir becerisi yoktur, bu açığı ise çiçeklerini sulamaya gelen Sophie Fisher'ın doğal yeteneği ile halletmeye çalışır.

Ne anladım; About A Boy'un finalinde şarkı söyleyen Hugh Grant hızını alamayıp tüm yeteneklerini böyle bir filmle sergilemeye karar vermiş. Neredeyse tüm şarkılarını kendi seslendirmiş, düeti de Drew Barrymore ile yapmışlar. Two Weeks Notice, About A Boy türünden devam ediyor. Hugh Grant'in bu tarzı tamamen oturdu. Film de zekice dramatik sıkıntılara girmeden iki oyuncusundan mümkün olduğunca faydalanıp eğlendiriyor.

Aklımda kaldı; şarkıyı hazırladıkları sabah yaptıkları kayıt sahnesi. Girişteki klip, finalde VH1 tarzı kliplerin üzerine yazdıkları küçük bilgilerle tekrarlanıyor.

Sonuç; süper eğlenceli

16 mayıs 2007 çarşamba akşamı evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0758766/

14 Mayıs 2007 Pazartesi

Apocalypto (2006)

*** Arı Mayalar ***

Konusu şöyle; Maya krallığının hüküm sürdüğü topraklarda içine düşülen kıtlıktan kurtulmak ve berekete kavuşmak için civar kabilelerden kurban etmek amacıyla esir alan ve saldıran savaşçılar elemanımız Jaguar Pençesini de ele geçirirler. Hamile karısı ve çocuğunu bir kuyuya sallandıran adamımız hayatta kalıp, geri dönüp onları kurtarmaya çalışacaktır.

Ne anladım; öncelikle aksiyon olarak güzel işliyor film. Hiç sıkıcılığa düşmeden uzun süresine rağmen izleniyor güzel güzel. Ama sonuçta hikaye bir Die Hard, Rambo serisinden farklı bir yere gitmiyor. Sıradan adam, koşullar zorlaşınca ailesini kurtarmak için aslan kesilir. Karşındaki düşmanın uyguladığı şiddete göre senin de tedbirler almanda bir sakınca yok diyen tipi bir Mel Gibson vahşeti. Başta domuzları avladıkları yöntemleri sonunda düşmanlarına karşı kullanmasını onaylamamız bekleniyor falan filan.. Final ne öyle, biz geldiğimizde zaten Mayalar birbirine kıyıyordu, insan doğası böyle falan mı demeye çalışıyor?

Aklımda kaldı; Jaguar Pençesinin şelaleden atlayıp kurtulup yukarıdaki takipçilerine atıp tuttuğu, sonra onların da atladığını görünce yüzündeki ifade.

Sonuç; izlenmesine izlenir de ..

6 mayıs pazar evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0472043/

12 Mayıs 2007 Cumartesi

Kader (2006)

**** Kadere bak ****

Konusu şöyle; babasının dükkanında çalışan toy delikanlı Bekir dükkana gelen mahallenin dilberi :P Uğur'a tutulur. Uğur'da tam serseri Zagor'a aşıktır. Zagor'un Uğur'un ailesine bakan adamı öldürüp şehir şehir hapishanelerde gezmeye başlamasıyla bu ekip vazgeçemedikleri tutkularının girdabına düşerler :P

Ne anladım; hep bahsedilen Demirkubuz evreninden Masumiyet'teki Uğur ve Bekir karakterlerinin 15 yıl öncesinin hikayesi. Oyunculukları daha zayıf bir "Duvara Karşı" Türk sinemasının işe yarar bir avuç yönetmeninden biri Demirkubuz. Klasik sinemanın hikayeyi bir doruk noktası ve çözüme ulaştırma kaygılarını gütmeyen, hikayelerini küçük bir parçasına tanıklık ettiğimiz hayat döngülerine dayayan yönetmen, bu filmde de genelde olduğu gibi oyunculukları doğala yakın gösteriyor. O yüzden yadırgadım özellikle kavga bağırış çağırış sahnelerindeki vasatlığını. Ama sinemadaki diğer sahteliklerle değil evimizdeki, sokağımızdaki yaşananlarla karşılaştırmak lazım bazı filmleri.

Aklımda kaldı; finalde başkalarının başına gelenler hakkında konuştukları ve "kader"e bak dedikleri sahne. Siz kendi halinize bakın asıl .. Zeki abimizin gazino patronu olarak çıkıp Bekir'i dövdüğü sahne. Sahneler arasındaki zıplamalarla ki her birinde 1-2 yıl geçmiş oluyor kurguda. İzleyiciyi aktif olmaya iten bir tarz.

Sonuç; Bekleme Odası kadar sevdim bunu da

12 mayıs cumartesi gündüz evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0875595/

6 Mayıs 2007 Pazar

There's Nothing Out There (1992)

** Meşhur son sözler **

Konusu şöyle; 7 lise öğrencisi içlerinden birinin ailesinin yazlık evinde haftasonunu geçirmek için giderler. 3 çift ve Mike isimli bir film manyağından oluşan ekip nereden geldiği belirsiz uzaylı bir yaratığın saldırısına uğrar.

Ne anladım; ben kolay gerildiğim için belki de bu ucuz filmde bile tırsmayı başardım. Çok düşük bütçeyle her sahneye efekt yapılamadığından kurgu ile halledilmiş çoğu sahne. 90'larda belki de Matrix'in geçiş noktasını oluşturduğu tam anlamıyla gerçekçi efektlerin çok öncesinde yapılmış ve tüm o filmler gibi iyimser bir çaba ile sahneleri gösterip seyircinin etkilenmesini umuyor.

Aklımda kaldı; korku filmleri ile kafayı bozmuş felaket kumkuması Mike filmin kendine özgü dokunuşu. Filmin bir yerinde "Ya bir filmdeysek" gibi bir sahneyle kendinin farkında olma kavramına atalık eden bir film belki de. Scream'in ilk eskizi gibi duruyor.

Sonuç; meraklısına.

6 mayıs pazar gündüz izledim

http://www.imdb.com/title/tt0103077/

Rocky Balboa (2006)

**** Acaba ölecek mi? ****

Konusu şöyle; İtalyan Aygırı eski şampiyon Rocky Balboa artık yetmiş yaşlarına gelmiş, Adrian'ı birkaç yıl önce kaybetmiş, hala Paulie ile takılan, kendi İtalyan restoranında isteyen olursa dövüş hikayelerini anlatan, oğlu ile arasında istediği ilişkiyi oluşturamayan yaşlı bir adam haline gelmiştir. Ağır siklet boks şampiyonu ile Rocky'i farklı dönemlerin dövüşçüleri olmasına rağmen bilgisayar animasyonu ile dövüştüren spor basınından ilham alan menajerler bunu paraya çevirmek için gerçek bir dövüş organizasyonu teklif ederler.

Ne anladım; beşinci filmle hiç kimseyi tatmin etmeyen bir final yapan Rocky karakteriyle bu şekilde vedalaşmak istemeyen Stallone bu hikayeyi çıkarmış, gerekli destekle de filmi yapmış. İyi de yapmış. İlk filmlerin havasını yakalayan filmde dört hikaye var. Rocky'nin bir kenara bırakılmayı ve yaşlanmayı kabul etmeme hikayesi, oğlunun babasının isminin gölgesinden kurtulma isteği, şampiyon Dixon'ın kendini topluma kabul ettirme çabaları ve Rocky'nin Marie ve oğlu ile ilişkisi var. İzlerken eski filmleri izlediğim zamanlar geldi aklıma. Zaman gerçekten de çok hızlı geçiyor. Film boyunca finalde ölecek mi acaba düşüncesi insanı bırakmıyor. Diyaloglar bazı kısımlarda iyice basit kaçıyor. Gereksiz sahnelerle uzatılmamış derli toplu hikayesini anlatıp gidiyor Rocky.

Aklımda kaldı; baba ile oğlunun tartıştıkları sahnede öyle iyi yakalamış ki ağız hareketlerini oğul rolündeki eleman gerçek baba oğul gibi görünüyorlar. Rocko gene et dövüyor, merdiven tırmanıyor, tek kolla şınav çekiyor. Son jenerik akarken aynı merdivenleri tırmanan ve Rocky hareketleri yapan insanlar görünüyor.

Sonuç; Rocky serisi için enfes bir final.

6 mayıs pazar akşamı evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0479143/

5 Mayıs 2007 Cumartesi

Tokyo Godfathers (2003)

**** Üç serseri ve bir küçük bebek ****

Konusu şöyle; biri travesti, biri evden kaçmış bir çocuk, diğeri karısı ve çocuğunu kaybetmiş eski bir bisikletçi olan 3 evsiz çöplükte bir çocuk bulurlar ve annesini aramaya başlarlar.

Ne anladım; Japonyadan gelen bir noel hikayesi. Kilisede başlayan hikaye çocuğun bulunması ile İsa'nın doğumuna göndermelerle devam ediyor. Üç sıradışı karakterin de geçmişiyle hesaplaşmaları gereken yarım kalmış hikayeleri var ve iyimser bir toplamada birleşiyor bunlar.

Aklımda kaldı; her tür küfürü kabullenen ama "yaşlı" denilmesini hazmedemeyen travesti. Japonya'nın bu kadar koyu hristiyan bir toplum olduğunu bilmezdim, en azından bu filmde öyle gösteriliyor.

Sonuç; bilimkurguya kaçmayan başarılı bir anime.

5 mayıs ctesi sabah evde izledim

http://www.imdb.com/title/tt0388473

1 Mayıs 2007 Salı

The Pursuit of Happyness (2006)

**** Amerikan rüyasının peşinde ****

Konusu şöyle; Chris Gardner (Will Smith) yaşamını hiç kimsenin almak istemediği bir tıbbi aleti satarak kazanmaya çalışan ortalama bir Amerika'dır. Önünden geçtiği bir binadaki mutlu görünen insanlara bakıp gaza gelir ve broker olmak için başvurur. 6 aylık eğitim sürecine kabul edilir ama bu sırada bir yandan da para kazanıp en azından gereksinimlerini karşılamalıdır.

Ne anladım; en dibe vuran bir adamın oğluna iyi bir hayat sağlama mücadelesi, aynı zamanda bir şeyi gerçekten istersen ve çalışırsan kazanırsın laf salatası. Çok kötü bir filme dönüşebilecek hikaye italyadan transfer yönetmen ve Will Smith sayesinde başarılı bir ton tutturuyor. Gerçekçi hikaye, birkaç yerde gördüm Bisiklet Hırsızlarına benzetilmiş. Zaten gerçek bir yaşam öyküsü ve Chris Gardner sonunda bir şirket sahibi haline dönüşüyormuş filmin finalinde de şöyle bir görünüyor.

Aklımda kaldı; sürekli koşturan Will Smith. Şu espri hoşuma gitti: Chris iş görüşmesine üstü başı dağınık girer. Patron sorar: "Birisi iş görüşmesine gömleksiz gelse ve ben onu işe alsam ne düşünürdün" Chris: "Gerçekten iyi bir pantolonu olduğunu" 80lerin simgesi rubik kübü.

Sonuç; sıradan hikaye güzel anlatıldığı için bir defalık çekilebilir

29 nisan pazar akşamı evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0454921/