***** Finish it *****
Konusu şöyle; karısı Izzy ölümcül bir kansere yakalanmış olan Dr. Tom tüm zamanını onu kurtarabilecek bir çözüm bulmaya adar. Izzy yazdığı Fountain isimli kitabında 500 yıl öncesinde ölümsüzlük ağacını bulması için kraliçe tarafından görevlendirilen bir şövalyenin, Tomas'ın hikayesini anlatmaktadır. O günün 500 yıl sonrasında ise ölümü kabullenemeyen ve çevresindeki herşey yokolduğu halde hala ölümsüzlük ağacından parçalar yiyerek yaşamaya devam eden ve sevdiği kadını tekrar hayata döndürmeye çalışan Tommy vardır.
Ne anladım; Requiem For A Dream ve Pi'yi yapan Darren Aranofsky kardeşimiz gene kendini aşmış. Transandantal film denilebilir. Ölümü sorgulayan, ölüm gerçekten bir son mudur yoksa sonraki aşamaya geçiş midir çevresinde dönen bir hikaye.
Aklımda kaldı; kabaca yukarıdaki gibi bir konusu olan hikaye herkes tarafından farklı yorumlanabilir. Ben okuduklarımdan beğendiğim bir yorumu yazayım. Günümüzde karısını kurtarmak için seferber olan, maymunları ameliyat ederek ölüme çare bulmaya çalışan ve karısıyla iletişim kuramayıp ihmal eden Tom'a ulaşabilmek için karısı kitap yazar ve hikayenin sonunu kendisinin tamamlamasını ister. Gelecekteki Tom ise ölümün hayat döngüsü için gerekli olduğunu kabullenene kadar her geçen sene için vücuduna ağaç halkası gibi bir yüzük halkası dövme yapar. Yüzüğün kaybolması Tom'ın hayatın ve birlikteliğin gerçek anlamından uzaklaşmasını simgeliyor.
Sonuç; şaheser. (Tekrar izlenip üzerine okunmayı hakediyor.)
28 nisan 2007 ctesi akşamı evde izledik
http://www.imdb.com/title/tt0414993/
Arama
29 Nisan 2007 Pazar
23 Nisan 2007 Pazartesi
The Science Of Sleep (2006)
**** Distraction is an obstruction for the construction ****
Konusu şöyle; babası annesini terk ederken onunla birlikte giden, babasını kalp krizinde kaybeden ve annesinin yaratıcılığını sergileyebileceği bir iş vaadiyle geri dönen Stephane (Gael Garcia Bernal) annesine ait apartmana yerleşir. Son derece hayalperest olan ve gerçekle hayal arasında gidip gelen Stephane karşı komşusunun arkadaşından hoşlanır, komşusu da ondan.
Ne anladım; Charlie Kaufman'nın yazdığı Eternal Sunshine Of The Spotless Mind isimli şaheserin arkasındaki yönetici beyin Michel Gondry bu sefer tek başına bir filme imza atıyor. Filmin büyük kısmının geçtiği apartman dairesi Gondry'nin 15 yıl önce yaşadığı evmiş. Stephane karakteri de Gondry'i temsil ediyor belli ki. Stephane ve Stephanie arasındaki ilişki Eternal Sunshine daki gibi gelgitlere sahip, problemli ama tutkulu ve gerçekçi bir ilişki.
Aklımda kaldı; girişteki rüyanın formülünü verdiği Stephane TV sahnesi. Rüya sahneleri çok güzeller. Stephane'nın yarattığı felaketoloji takvimi ve ondan dolayı kazandığı başarıya teşekkür konuşmasında "Felaketzedelere teşekkür ederim onlar olmasa başaramazdım" dediği sahne. İkisinin birlikte bulutları akortla tavana tutturdukları, selofandan su ürettikleri sahne.
Sonuç; sevilecek ya da nefret edilecek filmlerden. Herşeyin açıkça gösterilmesini seven aşırı gerçekçilere göre değil.
23 Nisan 2007 ptesi gündüz evde izledik. Yaşasın 23 nisan
http://www.imdb.com/title/tt0354899/
Konusu şöyle; babası annesini terk ederken onunla birlikte giden, babasını kalp krizinde kaybeden ve annesinin yaratıcılığını sergileyebileceği bir iş vaadiyle geri dönen Stephane (Gael Garcia Bernal) annesine ait apartmana yerleşir. Son derece hayalperest olan ve gerçekle hayal arasında gidip gelen Stephane karşı komşusunun arkadaşından hoşlanır, komşusu da ondan.
Ne anladım; Charlie Kaufman'nın yazdığı Eternal Sunshine Of The Spotless Mind isimli şaheserin arkasındaki yönetici beyin Michel Gondry bu sefer tek başına bir filme imza atıyor. Filmin büyük kısmının geçtiği apartman dairesi Gondry'nin 15 yıl önce yaşadığı evmiş. Stephane karakteri de Gondry'i temsil ediyor belli ki. Stephane ve Stephanie arasındaki ilişki Eternal Sunshine daki gibi gelgitlere sahip, problemli ama tutkulu ve gerçekçi bir ilişki.
Aklımda kaldı; girişteki rüyanın formülünü verdiği Stephane TV sahnesi. Rüya sahneleri çok güzeller. Stephane'nın yarattığı felaketoloji takvimi ve ondan dolayı kazandığı başarıya teşekkür konuşmasında "Felaketzedelere teşekkür ederim onlar olmasa başaramazdım" dediği sahne. İkisinin birlikte bulutları akortla tavana tutturdukları, selofandan su ürettikleri sahne.
Sonuç; sevilecek ya da nefret edilecek filmlerden. Herşeyin açıkça gösterilmesini seven aşırı gerçekçilere göre değil.
23 Nisan 2007 ptesi gündüz evde izledik. Yaşasın 23 nisan
http://www.imdb.com/title/tt0354899/
Deja Vu (2006)
*** You can save her ***
Konusu şöyle; bir feribota konulan bomba patlar ve yüzlerce insan ölür. Olayı inceleyen ATF ajanı Doug Carlin (Denzel Washington) bulunan bir cesedin patlama saatinden önce öldüğünü tespit eder, kadın ölmeden önce Doug'u aramıştır üstüne üstlük.
Ne anladım; iyi ki sinemada izlememişiz filmi, bazı yerlerini iki kez izleyip tartışarak anlamaya çalıştık hikayeyi. Fragmandan çok da anlaşılmıyordu hikayenin zamanda yolculuk gibi bir bilimkurgu bir temeli olduğu ki final haricinde çok da geçmiyor. O kadar karışık olmasa da Oniki Maymun tadında bir hikaye.
Aklımda kaldı; yedi uydudan görüntü alıp aynı gerçekliği 4.5 gün geriden yaratan (ama bir kere gösterebilen) :) pamuk prenses.
Sonuç; keyifle izledik,
22 nisan 2007 pazar akşamı izledik. Taksim'de gidecek film bulamayınca eve döndük Volkan ve Yeşim'le beraber yayıla yayıla anlamaya çalıştık.
http://www.imdb.com/title/tt0453467/
Konusu şöyle; bir feribota konulan bomba patlar ve yüzlerce insan ölür. Olayı inceleyen ATF ajanı Doug Carlin (Denzel Washington) bulunan bir cesedin patlama saatinden önce öldüğünü tespit eder, kadın ölmeden önce Doug'u aramıştır üstüne üstlük.
Ne anladım; iyi ki sinemada izlememişiz filmi, bazı yerlerini iki kez izleyip tartışarak anlamaya çalıştık hikayeyi. Fragmandan çok da anlaşılmıyordu hikayenin zamanda yolculuk gibi bir bilimkurgu bir temeli olduğu ki final haricinde çok da geçmiyor. O kadar karışık olmasa da Oniki Maymun tadında bir hikaye.
Aklımda kaldı; yedi uydudan görüntü alıp aynı gerçekliği 4.5 gün geriden yaratan (ama bir kere gösterebilen) :) pamuk prenses.
Sonuç; keyifle izledik,
22 nisan 2007 pazar akşamı izledik. Taksim'de gidecek film bulamayınca eve döndük Volkan ve Yeşim'le beraber yayıla yayıla anlamaya çalıştık.
http://www.imdb.com/title/tt0453467/
Taxidermia (2006)
**** Macar Salamı ****
Konusu şöyle; çükünden alev çıkaran bir asker, yaverlik yaptığı subayın karısına kızına bakarak cinsel fanteziler kurar. Onun oğlu yıllar sonra Macar "hızlı yeme" spor takımının şampiyonluğa oynayan adamı olacaktır. Ve onun oğlu da ölü hayvanların içini dolduran sessiz sakin başka bir ruh hastası haline gelecektir.
Ne anladım; kendim çok birşey anlamadım ama sonrasında izleyenlerin yorumlarını okuyunca şunlar mantıklı geldi. Film dede, baba ve oğulun dönemlerinin 3 adet yarım saatlik bölümle anlatıyor. Bölümler sırasıyla ikinci dünya savaşı sırasındaki, soğuk savaş dönemindeki ve komünizmin yıkılıp tüketim toplumuna dönüşen Macaaristan'ın bu farklı dönemlerine ait karakter ve hikayeler anlatıyor. Üç aile bireyi de (gerçi toplumun geri kalanı da aynı şekilde) sıradışı özelliklere sahip. İlki cinsel fanteziler içinde aklını yitirmiş, ikincisi güç saplantısına kaybetmiş kendini, oğul ise en içe kapalı ve açılamayan ve ölümsüzlük gibi en uçuk hayale kapılan oluyor.
Aklımda kaldı; küvetin etrafında dönen kamera sahnesi. Kendini tahnit edip venüs heykeline dönüşen çocuk. Hızlı yeme karşılaşması ve sonrasında koca kazanın başındaki toplu kusma sahnesi.
Sonuç; çok sıradışı bir film, kusma, cinsel organlar, kesme biçme, hayvan ve adam öldürme işkence vs zorlayıcı çok sahne var. Bunları kaldırabilecekler için değişik bir deneyim.
22 nisan pazar gündüz izledim
http://www.imdb.com/title/tt0410730/
Konusu şöyle; çükünden alev çıkaran bir asker, yaverlik yaptığı subayın karısına kızına bakarak cinsel fanteziler kurar. Onun oğlu yıllar sonra Macar "hızlı yeme" spor takımının şampiyonluğa oynayan adamı olacaktır. Ve onun oğlu da ölü hayvanların içini dolduran sessiz sakin başka bir ruh hastası haline gelecektir.
Ne anladım; kendim çok birşey anlamadım ama sonrasında izleyenlerin yorumlarını okuyunca şunlar mantıklı geldi. Film dede, baba ve oğulun dönemlerinin 3 adet yarım saatlik bölümle anlatıyor. Bölümler sırasıyla ikinci dünya savaşı sırasındaki, soğuk savaş dönemindeki ve komünizmin yıkılıp tüketim toplumuna dönüşen Macaaristan'ın bu farklı dönemlerine ait karakter ve hikayeler anlatıyor. Üç aile bireyi de (gerçi toplumun geri kalanı da aynı şekilde) sıradışı özelliklere sahip. İlki cinsel fanteziler içinde aklını yitirmiş, ikincisi güç saplantısına kaybetmiş kendini, oğul ise en içe kapalı ve açılamayan ve ölümsüzlük gibi en uçuk hayale kapılan oluyor.
Aklımda kaldı; küvetin etrafında dönen kamera sahnesi. Kendini tahnit edip venüs heykeline dönüşen çocuk. Hızlı yeme karşılaşması ve sonrasında koca kazanın başındaki toplu kusma sahnesi.
Sonuç; çok sıradışı bir film, kusma, cinsel organlar, kesme biçme, hayvan ve adam öldürme işkence vs zorlayıcı çok sahne var. Bunları kaldırabilecekler için değişik bir deneyim.
22 nisan pazar gündüz izledim
http://www.imdb.com/title/tt0410730/
21 Nisan 2007 Cumartesi
Dünyayı Kurtaran Adam (1982)
* Bir insan beyni ele geçirsem böyle saçma sapan şeyler yapmazdım*
Konusu şöyle; Star Wars, Galactica, Superman gibi filmleri izleyen Türk sinema sektörü Kapadokya'ya tatile gider. Dönüşte de tatildeki animasyon görüntüleri ile o filmlerin bantlarını karıştırıp üstüne alkollü muhabbetler yapıp piyasaya sürer.
Ne anladım; bir grup üniversite öğrencisi yapsa böyle birşeyi belki gülünüp geçilir ama işi bu olanlar yapınca bu kadar olay çıkmış herhalde. Woody Allen'nın da ilk filmi diye geçen böyle bir hadisesi var What's Up Tiger Lily diye, uzakdoğu filmlerinden görüntüler alıp üzerine dublaj yaptığı, o da çok sıkıntı verici bir filmdi. Özellikle ses bandına dayanılması çok zor bu filmin, Tarkan vs gibi o yılların filmlerinde olduğu gibi çok gürültülü bir arkaplan var sürekli.
Aklımda kaldı; unutulacak neresi var ki, tüm filmi yazmak lazım. Açılış jeneriği sanırım kağıda yazılıp elle çekilerek anime edilmiş. Uzay gemisinde yükseliyorum, inişe geçiyorum efektleri çömelme dikelme ile halledilmiş. Girizgahtaki uzay çağından sonra galaksi çağı geldi muhabbeti. "Nerede olduğumuzu mutlak öğrenmemiz gerek yoksa burda açlık ve susuzluktan ölürüz" Star Wars'tan alınan sahneler çok geniş çekilmiş olduğundan bu filme uydurmak için nerdeyse yarısına basılarak sıkıştırılmış. "Kadınların dayanamadığı meşhur ıslık" Elemanın ayaklarına taş bağlayarak çok yükseklere sıçramayı öğrendiği eğitim sahnesi.
Sonuç; ne sonucu? Bi izlemek lazım tabi
21 nisan 2007 cumartesi akşamüstü izledim
http://www.imdb.com/title/tt0182060/
Konusu şöyle; Star Wars, Galactica, Superman gibi filmleri izleyen Türk sinema sektörü Kapadokya'ya tatile gider. Dönüşte de tatildeki animasyon görüntüleri ile o filmlerin bantlarını karıştırıp üstüne alkollü muhabbetler yapıp piyasaya sürer.
Ne anladım; bir grup üniversite öğrencisi yapsa böyle birşeyi belki gülünüp geçilir ama işi bu olanlar yapınca bu kadar olay çıkmış herhalde. Woody Allen'nın da ilk filmi diye geçen böyle bir hadisesi var What's Up Tiger Lily diye, uzakdoğu filmlerinden görüntüler alıp üzerine dublaj yaptığı, o da çok sıkıntı verici bir filmdi. Özellikle ses bandına dayanılması çok zor bu filmin, Tarkan vs gibi o yılların filmlerinde olduğu gibi çok gürültülü bir arkaplan var sürekli.
Aklımda kaldı; unutulacak neresi var ki, tüm filmi yazmak lazım. Açılış jeneriği sanırım kağıda yazılıp elle çekilerek anime edilmiş. Uzay gemisinde yükseliyorum, inişe geçiyorum efektleri çömelme dikelme ile halledilmiş. Girizgahtaki uzay çağından sonra galaksi çağı geldi muhabbeti. "Nerede olduğumuzu mutlak öğrenmemiz gerek yoksa burda açlık ve susuzluktan ölürüz" Star Wars'tan alınan sahneler çok geniş çekilmiş olduğundan bu filme uydurmak için nerdeyse yarısına basılarak sıkıştırılmış. "Kadınların dayanamadığı meşhur ıslık" Elemanın ayaklarına taş bağlayarak çok yükseklere sıçramayı öğrendiği eğitim sahnesi.
Sonuç; ne sonucu? Bi izlemek lazım tabi
21 nisan 2007 cumartesi akşamüstü izledim
http://www.imdb.com/title/tt0182060/
Notes On A Scandal (2006)
**** Öğretmenim, canım benim ****
Konusu şöyle; Sheba Hart (Cate Blanchett) Londra'nın işçi sınıfının çocuklarının gittiği bir liseye yeni resim öğretmeni olarak gelir. Okulun eski öğretmenlerinden yalnız ve huysuz tarih öğretmeni Barbara Covett (Judi Dench) önce aşırı yalnızlığını onunla arkadaş olarak giderebileceğini düşünür, zaman içerisinde onun bir öğrencisi ile ilişkisi olduğunu öğrenir ve Sheba'ya karşı bunu kullanmaya başlar.
Ne anladım; fragmanları izlediğimde bu filmin bir gerilim olduğunu düşünmüştüm, ama hiç alakası yok. Takıntılı bir kadının düşüncelerini not defterlerine yazdıklarından dinleyerek takip ediyoruz. Her iki kadın oyuncu da muhteşemler, özellikle Barbara rolünde Judi Dench. Çok zekice yazılmış diyaloglar, monologlar var. Final sanki bir korku filminin devama açık sonu gibi bitiyor.
Aklımda kaldı; Philip Glass'ın müziği duyunca hemen tanıdık geliyor ve filmin ilk bölümünde hikayenin dinamik anlatımında doğrudan rol oynuyor, ama biraz fazla ön plana çıkıyor. Barbara'nın dış sesinin anlattıklarından; Sheba'nın yalnızlığı nasıl anlayamayacağından bahsettiği aşağıdaki kısım önemliydi mesela.
People like Sheba think they know what it is to be lonely. But of the drip, drip of the long-haul, no-end-in-sight solitude, they know nothing. What it's like to construct an entire weekend around a visit to the launderette. Or to be so chronically untouched that the accidental brush of a bus conductor's hand sends a jolt of longing straight to your groin. Of this, Sheba and her like have no clue.
Sonuç; eli yüzü düzgün bir drama.
21 nisan cumartesi gündüz evde izledik. Akşam Hande'nin düğüne gidiyoz
http://www.imdb.com/title/tt0465551/
Konusu şöyle; Sheba Hart (Cate Blanchett) Londra'nın işçi sınıfının çocuklarının gittiği bir liseye yeni resim öğretmeni olarak gelir. Okulun eski öğretmenlerinden yalnız ve huysuz tarih öğretmeni Barbara Covett (Judi Dench) önce aşırı yalnızlığını onunla arkadaş olarak giderebileceğini düşünür, zaman içerisinde onun bir öğrencisi ile ilişkisi olduğunu öğrenir ve Sheba'ya karşı bunu kullanmaya başlar.
Ne anladım; fragmanları izlediğimde bu filmin bir gerilim olduğunu düşünmüştüm, ama hiç alakası yok. Takıntılı bir kadının düşüncelerini not defterlerine yazdıklarından dinleyerek takip ediyoruz. Her iki kadın oyuncu da muhteşemler, özellikle Barbara rolünde Judi Dench. Çok zekice yazılmış diyaloglar, monologlar var. Final sanki bir korku filminin devama açık sonu gibi bitiyor.
Aklımda kaldı; Philip Glass'ın müziği duyunca hemen tanıdık geliyor ve filmin ilk bölümünde hikayenin dinamik anlatımında doğrudan rol oynuyor, ama biraz fazla ön plana çıkıyor. Barbara'nın dış sesinin anlattıklarından; Sheba'nın yalnızlığı nasıl anlayamayacağından bahsettiği aşağıdaki kısım önemliydi mesela.
People like Sheba think they know what it is to be lonely. But of the drip, drip of the long-haul, no-end-in-sight solitude, they know nothing. What it's like to construct an entire weekend around a visit to the launderette. Or to be so chronically untouched that the accidental brush of a bus conductor's hand sends a jolt of longing straight to your groin. Of this, Sheba and her like have no clue.
Sonuç; eli yüzü düzgün bir drama.
21 nisan cumartesi gündüz evde izledik. Akşam Hande'nin düğüne gidiyoz
http://www.imdb.com/title/tt0465551/
14 Nisan 2007 Cumartesi
A Guide To Recognizing Your Saints (2006)
** Çin'e gitmek istiyorsan Çin Mahallesine, doğru dürüst film izlemek için başka filme **
Konusu şöyle; Dito Montiel New York'un suç dolu kenar mahallelerinde ergenliğini yaşayan, çevresindeki arkadaşları ve akrabaları teker teker ölür, şiddete karışır ve hapse düşerken kendi kurtarıcısını bulmaya çalışan bir gençtir.
Ne anladım; yönetmenin kendi yaşam hikayesi midir nedir anlayamadım. Dito 15 yıl sonra şehre geri dönüp babasını görmeye gelir. Bu sırada geri dönüşlerle gidiş hikayesini izleriz. Scorcese'nin Mean Streets'ini hatırlattı bana. Efenim hikayeyi Sting , Chazz Palminteri çok beğenmiş ve yapımcı oyuncu olarak katılmışlarmış. Bağımsız sinema örneği olarak önce yapılmışlardan kırpıp kırpıp bir kolaj oluşturulmuş gibi, yeni bir hikaye bulamadım içinde.
Aklımda kaldı; Öfke patlamaları yaşayan abi Antonio rolünde Channing Tatum akılda kalıcı. Final yazılarından sonra yaşlı bir adam çıkıp konuşuyor. Sanırım Dito'nun babası o.
Sonuç; pek keyif vermedi.
12 nisan perşembe gece izledik.
http://www.imdb.com/title/tt0473488/
Konusu şöyle; Dito Montiel New York'un suç dolu kenar mahallelerinde ergenliğini yaşayan, çevresindeki arkadaşları ve akrabaları teker teker ölür, şiddete karışır ve hapse düşerken kendi kurtarıcısını bulmaya çalışan bir gençtir.
Ne anladım; yönetmenin kendi yaşam hikayesi midir nedir anlayamadım. Dito 15 yıl sonra şehre geri dönüp babasını görmeye gelir. Bu sırada geri dönüşlerle gidiş hikayesini izleriz. Scorcese'nin Mean Streets'ini hatırlattı bana. Efenim hikayeyi Sting , Chazz Palminteri çok beğenmiş ve yapımcı oyuncu olarak katılmışlarmış. Bağımsız sinema örneği olarak önce yapılmışlardan kırpıp kırpıp bir kolaj oluşturulmuş gibi, yeni bir hikaye bulamadım içinde.
Aklımda kaldı; Öfke patlamaları yaşayan abi Antonio rolünde Channing Tatum akılda kalıcı. Final yazılarından sonra yaşlı bir adam çıkıp konuşuyor. Sanırım Dito'nun babası o.
Sonuç; pek keyif vermedi.
12 nisan perşembe gece izledik.
http://www.imdb.com/title/tt0473488/
12 Nisan 2007 Perşembe
The Good Shepherd (2006)
*** Yalancı çoban ***
Konusu şöyle; Edward Wilson (Matt Damon) babasının küçükken intihar ettiğini görmüş, Yale'de okurken devletin yüksek kademelerinin yolunu açan bir klüb kabul edilmiş, gençlik döneminde gerçekten sevdiği yerine hamile bıraktığı bir kadınla evlenmek zorunda kalmış, vatanını herşeyden önde tutan, duygularını belli etmeyen sessiz bir adamdır. Bir generalin yönlendirmesi ile bu adamın nasıl CIA'in kuruluşunda rol oynadığını izleriz.
Ne anladım; Robert De Niro Amerika tarihi ile ilgili bir politik hikaye anlatıyor. İkinci dünya savaşının sonunda ilk deniz aşırı görevine gidişi ve soğuk savaş yıllarında dünya polisliğine kendi kendini atayan Amerikanın biraz kirli yüzünü anlatmaya çalışıyor. Oyuncu seçimlerinin çok başarılı olmadığını düşünüyorum. Angelina Jolie'nin bir genç kız rolünde oynamaması lazım artık. Matt Damon'da fiziksel değişimleri gösterebilen bir oyuncu değil. 15-20 yıllık farklar olan sahnelerde renk, makyaj hiç farklı gelmeyince kafalar karışıyor. Altta yazan tarihlere dikkat etmek zorunda kalıyoruz ki bu tarz bir film için çok eksi puan.
Aklımda kaldı; Sahte olduğu düşünülen ajana LSD verildikten sonra Amerikanın neden kendi gücünü sağlayabilmek için Sovyetleri öcü gibi göstermeye ihtiyacı olduğuna dair konuşması. Şişelerin gemilerin içerisine nasıl sokulduğunu görüyoruz filmde, bu iş aynı zamanda Wilson'ın karakteri hakkında da hemen izleyiciye ipucu veren bir olmuş.
Sonuç; uzun, sıkıcı, iyi oyunculuklar ama dağınık bir anlatım.
12 nisan perşembe sabahı dün gece uyuyakaldıydım tamamladım. Bugün teyzem dizinden ameliyat oldu.
http://www.imdb.com/title/tt0343737/
Konusu şöyle; Edward Wilson (Matt Damon) babasının küçükken intihar ettiğini görmüş, Yale'de okurken devletin yüksek kademelerinin yolunu açan bir klüb kabul edilmiş, gençlik döneminde gerçekten sevdiği yerine hamile bıraktığı bir kadınla evlenmek zorunda kalmış, vatanını herşeyden önde tutan, duygularını belli etmeyen sessiz bir adamdır. Bir generalin yönlendirmesi ile bu adamın nasıl CIA'in kuruluşunda rol oynadığını izleriz.
Ne anladım; Robert De Niro Amerika tarihi ile ilgili bir politik hikaye anlatıyor. İkinci dünya savaşının sonunda ilk deniz aşırı görevine gidişi ve soğuk savaş yıllarında dünya polisliğine kendi kendini atayan Amerikanın biraz kirli yüzünü anlatmaya çalışıyor. Oyuncu seçimlerinin çok başarılı olmadığını düşünüyorum. Angelina Jolie'nin bir genç kız rolünde oynamaması lazım artık. Matt Damon'da fiziksel değişimleri gösterebilen bir oyuncu değil. 15-20 yıllık farklar olan sahnelerde renk, makyaj hiç farklı gelmeyince kafalar karışıyor. Altta yazan tarihlere dikkat etmek zorunda kalıyoruz ki bu tarz bir film için çok eksi puan.
Aklımda kaldı; Sahte olduğu düşünülen ajana LSD verildikten sonra Amerikanın neden kendi gücünü sağlayabilmek için Sovyetleri öcü gibi göstermeye ihtiyacı olduğuna dair konuşması. Şişelerin gemilerin içerisine nasıl sokulduğunu görüyoruz filmde, bu iş aynı zamanda Wilson'ın karakteri hakkında da hemen izleyiciye ipucu veren bir olmuş.
Sonuç; uzun, sıkıcı, iyi oyunculuklar ama dağınık bir anlatım.
12 nisan perşembe sabahı dün gece uyuyakaldıydım tamamladım. Bugün teyzem dizinden ameliyat oldu.
http://www.imdb.com/title/tt0343737/
11 Nisan 2007 Çarşamba
Happy Feet (2006)
** Bu senenin animasyonlarında hakikaten iş yok **
Konusu şöyle; Mumble (Elijah Wood) tüm İmparator penguenlerinin doğuştan sahip olduğu şarkı söyleme yeteneği yerine tap dansı yeteneğine sahiptir. Bunun haricinde de senaryo namına hiç bir şey yok filmde.
Ne anladım; Hiç bir orijinal fikir yok filmde. Önce çirkin ördek yavrusu hikayesi ile başlıyor. Bir sürü popüler şarkı birbirine karışıyor. Finale doğru çevreci bir mesaja bağlanmaya çalışılıyor ama o kısım tam kepazelik. Ne kendini olduğu gibi kabul etme hikayesini düzgün bağlıyor ne de bir penguenin tüm insanlığı insafa getirmesi gibi bir hikayeyi tutarlı bağlıyor. Heralde nasılsa çocuklar o kadarını sorgulamaz, büyükler de burasına kadar filme dayanamaz diye düşünmüşler. İspanyolca konuşulan ülkeler gerçekten büyük bir pazar herhalde, artık her filme mutlaka etnik çeşitlilik olsun diye bir karakter konuluyor ve onlar ana karakterden daha iyi olur. Shrek'teki çizmeli kedi mesela.. Burada da Ramon ve arkadaşları var ve sahne çalıyorlar.
Aklımda kaldı; Robin Williams'ın seslendirdiği Ramon ve ekibi, özellikle Gypsy Kings yorumuyla My Way'i söylediği kısım. Bir de sonlara doğru Mumbles'ın balıkları kurtarmak için kendini aşağı attığı yüksek bir tepe vardı, oradaki yükseklik içimi kaldırdı, ciddi gerçekçi olmuş. Buradan kendisini hayvanat bahçesinde bulduğu kısma kadar olan kısım filmin tek iyi bölümü.
Sonuç; sıkıntı verici
10 nisan salı evde izledik
http://www.imdb.com/title/tt0366548/
Konusu şöyle; Mumble (Elijah Wood) tüm İmparator penguenlerinin doğuştan sahip olduğu şarkı söyleme yeteneği yerine tap dansı yeteneğine sahiptir. Bunun haricinde de senaryo namına hiç bir şey yok filmde.
Ne anladım; Hiç bir orijinal fikir yok filmde. Önce çirkin ördek yavrusu hikayesi ile başlıyor. Bir sürü popüler şarkı birbirine karışıyor. Finale doğru çevreci bir mesaja bağlanmaya çalışılıyor ama o kısım tam kepazelik. Ne kendini olduğu gibi kabul etme hikayesini düzgün bağlıyor ne de bir penguenin tüm insanlığı insafa getirmesi gibi bir hikayeyi tutarlı bağlıyor. Heralde nasılsa çocuklar o kadarını sorgulamaz, büyükler de burasına kadar filme dayanamaz diye düşünmüşler. İspanyolca konuşulan ülkeler gerçekten büyük bir pazar herhalde, artık her filme mutlaka etnik çeşitlilik olsun diye bir karakter konuluyor ve onlar ana karakterden daha iyi olur. Shrek'teki çizmeli kedi mesela.. Burada da Ramon ve arkadaşları var ve sahne çalıyorlar.
Aklımda kaldı; Robin Williams'ın seslendirdiği Ramon ve ekibi, özellikle Gypsy Kings yorumuyla My Way'i söylediği kısım. Bir de sonlara doğru Mumbles'ın balıkları kurtarmak için kendini aşağı attığı yüksek bir tepe vardı, oradaki yükseklik içimi kaldırdı, ciddi gerçekçi olmuş. Buradan kendisini hayvanat bahçesinde bulduğu kısma kadar olan kısım filmin tek iyi bölümü.
Sonuç; sıkıntı verici
10 nisan salı evde izledik
http://www.imdb.com/title/tt0366548/
10 Nisan 2007 Salı
The Queen (2006)
**** 10 Başbakan eskiten kraliçenin Lady Di'nin hayaleti ile savaşı ****
Konusu şöyle; İngiltere'de seçimle yapılır ve işçi partisi büyük bir başarıyla kazanır, genç Tony Blair'e başbakanlık görevi verilecektir. Bu sırada artık kraliyet ailesinin üyesi olmayan Leydi Diana Paris'te araba kazasında ölür. Halk kraliyet ailesinden olaya saygı göstermesini bekler. Kraliçe hayatının en zor haftasını yaşar.
Ne anladım; Blair'in temsil ettiği modernizm rüzgarı ile kendini kraliçenin simgesi altında korumaya çalışan geleneklerin çarpıştığı bir haftanın hikayesi. Henüz bütün karakterlerinin gerçekten yaşadığı ve çok da sevilebilir gösterilmediği (Blair hariç, ona sevimli arabulucu rolü verilmiş) cesur bir hikaye. İlki Churchill olmak üzere onuncu kez başbakanlık görevini teslim eden kraliçe rolünde Helen Mirren çok ölçülü oynuyor. Gerçek haber görüntüleri ile birlikte başarılı bir mini belgesel aynı zamanda.
Aklımda kaldı; Buckingham Sarayının önünün tepeden gösterildiği gerçek görüntüdeki devasa çiçek yığını. Blair'in kraliçeden görevi almaya karısı ile geldiği sahne. Geyik sahnesi.
Filmi özetleyen şu replik:
Tony Blair: When you get it wrong you really get it wrong. This woman has devoted her whole life to her people... a job she didn't want... the job that killed her father and as far as I can see has done her duty with honor and dignity and now we're all after her blood just because she dis having difficulty going to the funeral of the woman who threw everything that she offered back in her face and spent the last few years trying to destroy her life.
Sonuç; dönemin havasını yansıtan başarılı bir film.
10 nisan salı gündüz evde izledik. Mervenin burundaki alçı duruyor hala
http://www.imdb.com/title/tt0436697/
Konusu şöyle; İngiltere'de seçimle yapılır ve işçi partisi büyük bir başarıyla kazanır, genç Tony Blair'e başbakanlık görevi verilecektir. Bu sırada artık kraliyet ailesinin üyesi olmayan Leydi Diana Paris'te araba kazasında ölür. Halk kraliyet ailesinden olaya saygı göstermesini bekler. Kraliçe hayatının en zor haftasını yaşar.
Ne anladım; Blair'in temsil ettiği modernizm rüzgarı ile kendini kraliçenin simgesi altında korumaya çalışan geleneklerin çarpıştığı bir haftanın hikayesi. Henüz bütün karakterlerinin gerçekten yaşadığı ve çok da sevilebilir gösterilmediği (Blair hariç, ona sevimli arabulucu rolü verilmiş) cesur bir hikaye. İlki Churchill olmak üzere onuncu kez başbakanlık görevini teslim eden kraliçe rolünde Helen Mirren çok ölçülü oynuyor. Gerçek haber görüntüleri ile birlikte başarılı bir mini belgesel aynı zamanda.
Aklımda kaldı; Buckingham Sarayının önünün tepeden gösterildiği gerçek görüntüdeki devasa çiçek yığını. Blair'in kraliçeden görevi almaya karısı ile geldiği sahne. Geyik sahnesi.
Filmi özetleyen şu replik:
Tony Blair: When you get it wrong you really get it wrong. This woman has devoted her whole life to her people... a job she didn't want... the job that killed her father and as far as I can see has done her duty with honor and dignity and now we're all after her blood just because she dis having difficulty going to the funeral of the woman who threw everything that she offered back in her face and spent the last few years trying to destroy her life.
Sonuç; dönemin havasını yansıtan başarılı bir film.
10 nisan salı gündüz evde izledik. Mervenin burundaki alçı duruyor hala
http://www.imdb.com/title/tt0436697/
1 Nisan 2007 Pazar
Music Of The Heart (1999)
*** Violins vs. Violence ***
Konusu şöyle; kocası tarafından terk edilen Roberta Guaspari (Meryl Streep) Harlem'de bir okulun müdiresini zar zor ikna ederek daha önce kendi çocuklarından başka tecrübesi olmamasına rağmen çocuklara keman eğitim programı başlatır.
Ne anladım; benzerinden bir sürü olan bir "zor mahallede gerçekten eğitim vermek isteyen idealist öğretmen" hikayesi çatısı üzerine kurulmuş film. Gerçek bir yaşam öyküsü var burada ve hikaye anlamsız şekilde durumu idealize etmeye çalışmıyor. Roberta çok sabırlı bir öğretmen değil herşeyden önce. Yaptıkları da bir mucize değil, çok çalışmanın başarmanın anahtarı olduğunu söylemi var. Film iki ayrı bölüme sahip. İlk bir saatte Roberta'nın terkedilişi, iş arama çabaları, ilk sınıfı oluşturması ve minik bir konserle kendini kabul ettirişini izliyoruz, ikinci yarıda ise on yıl sonrasında ciddi bir kapanma tehlikesi karşısındaki savaşımını. Wes Craven'in hiç de tarzı olmayan bir hikaye bu anlattığı. Roberta haricindeki onlarca karakterleri çok derinlemesine anlatmıyor ve biraz kolaya kaçıyor gibi geldi. Küçük düğüm ve çözümlerle dolu hikaye bu sayede gerçekçiliğe daha çok yaklaşıyor ama komple vurucu, akılda kalıcı olma şansını yitiriyor.
Aklımda kaldı; Carnegie Hall'daki Itzsak Perlman'lı final konseri. Türkiye'de 50 cesur kemancı adıyla oynamıştı film.
Sonuç; Mr. Holland's Opus'un erkek versiyonu ama onun kadar etkileyici olmamış.
1 nisan pazar 2007 de evde yayılarak izledik.
http://www.imdb.com/title/tt0166943/
Konusu şöyle; kocası tarafından terk edilen Roberta Guaspari (Meryl Streep) Harlem'de bir okulun müdiresini zar zor ikna ederek daha önce kendi çocuklarından başka tecrübesi olmamasına rağmen çocuklara keman eğitim programı başlatır.
Ne anladım; benzerinden bir sürü olan bir "zor mahallede gerçekten eğitim vermek isteyen idealist öğretmen" hikayesi çatısı üzerine kurulmuş film. Gerçek bir yaşam öyküsü var burada ve hikaye anlamsız şekilde durumu idealize etmeye çalışmıyor. Roberta çok sabırlı bir öğretmen değil herşeyden önce. Yaptıkları da bir mucize değil, çok çalışmanın başarmanın anahtarı olduğunu söylemi var. Film iki ayrı bölüme sahip. İlk bir saatte Roberta'nın terkedilişi, iş arama çabaları, ilk sınıfı oluşturması ve minik bir konserle kendini kabul ettirişini izliyoruz, ikinci yarıda ise on yıl sonrasında ciddi bir kapanma tehlikesi karşısındaki savaşımını. Wes Craven'in hiç de tarzı olmayan bir hikaye bu anlattığı. Roberta haricindeki onlarca karakterleri çok derinlemesine anlatmıyor ve biraz kolaya kaçıyor gibi geldi. Küçük düğüm ve çözümlerle dolu hikaye bu sayede gerçekçiliğe daha çok yaklaşıyor ama komple vurucu, akılda kalıcı olma şansını yitiriyor.
Aklımda kaldı; Carnegie Hall'daki Itzsak Perlman'lı final konseri. Türkiye'de 50 cesur kemancı adıyla oynamıştı film.
Sonuç; Mr. Holland's Opus'un erkek versiyonu ama onun kadar etkileyici olmamış.
1 nisan pazar 2007 de evde yayılarak izledik.
http://www.imdb.com/title/tt0166943/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)