Arama

13 Mart 2008 Perşembe

The Darjeeling Limited (2007)

**** I love the way this country smells. I'll never forget it. It's kind of spicy. ****

Konusu şöyle; üç erkek kardeş en son bir sene önce babalarının cenazesinde görüşmüşlerdir ve hepsinin hayatlarında zor bir dönemdir. Büyük kardeş Francis (Owen Wilson) kendisini öldürmeye çalışmıştır, Peter (Adrian Brody) karısı doğurmak üzere olmasına rağmen ondan uzaklaşmıştır, Jack (Jason Schwartzman) kız arkadaşından ayrılmıştır ancak saplantı şeklinde onu aramaya devam etmektedir. Francis hep birlikte Hindistan'da kendilerini arayacakları bir yolculuğu çıkmaları konusunda ikna eder, ancak yolculuk kısa sürede planların dışına çıkar.

Ne anladım; Wes Anderson birbirinden ilginç filmler çıkartan kendine has bir sinemacı. Bu sefer sevdiği temanın göbeğine bir kendini bulma hikayesine dalmış. Hayatı simgeleyen trenle başlayan yolculuk yazan ekibin öncesinde gerçekten yaptıkları bir doğu yolculuğunun güzel meyvesi. Babalarının gözlüğü, traş bıçağı ve çantalarını serüven boyunca taşıyan oğullar metafor olarak da yaratıcı. Yönetmenin önceki işleri Royal Tenenbaums ve Life Aquatic'in karışımı denebilecek tatta ve bence ikisinden de iyi. Görüntüler bir Hindistan klibinde görülecek kadar canlı renklerle bezeli. Fikir olarak bir Oceans' 12 felaketinin tekrar yaşanabileceğinden korktuğum film aksine çok uyumlu herbiri farklı karakterleri temsil eden 3 kardeşten çok iyi oyunlar çıkartarak keyifle ilerliyor.

Aklımda kaldı; filmin girişinde Bill Murray'in treni kaçırdığı Brody'nin bindiği ve sondaki tren yakalama yavaş çekim sahneleri netliği, renkleri ile mükemmel. Guru filminin müziği. Çocuğunu kaybeden baba ve cenaze töreni. Üç kardeşin de sırayla telefona gidip diğerlerinin "kiminle konuşuyor" dedikleri sahne. Finale yakın trenin vagonları arasında dolaşan kamera ile karakterleri gördüğümüz sahne.

Sonuç; güzel

12 mart çarşamba gecesi

http://www.imdb.com/title/tt0838221/

11 Mart 2008 Salı

Martian Child (2007)

*** I eat lucky chunks ***

Konusu şöyle; yakın zaman önce karısını kaybeden bilim kurgu yazarı David (John Cusack) bir çocuk evlat edinmek ister. 6 yaşındaki Dennis Mars'tan insanları incelemek üzere gönderildiğini söyleyen, güneş ışığından kaçınan ve bir kutunun içinde yaşayan değişik bir çocuktur ve ilgisini çeker.

Ne anladım; Menno Meyjes senarist geçmişine sahip ve ilk uzun metrajı bu sayılabilir. Küçüklüğünden beri çok sosyal olamayan ve çocukluktan çıkamayan yazarın duygusal bir açılım yapması ve onun yanında ailesi olmayan, bu yüzden kendisini dünyalı ve normal hissetmeyen bir çocuğun yeniden insanların arasına karışması ve birlikte yaşama alışmaya çalışmaları üzerine olan hikaye komedi sularına hiç uğramadan psikolojik bir hikaye kıvamında sürüyor. K-Pax i anımsatan ama daha çok Küçük Prens'e benzetilen hikaye bana anlatım olarak Pay It Forward'ı anımsattı. Evlat edinmeye izin veren kurul, yaşlı köpek gibi standart öğeleri kullanmaktan çekinmeyen, daha önce çok karşılaşmadığımız bir hikaye olsa da hemen her sahnesi çok tahmin edilebilir sıradan bir film çıkmış.

Aklımda kaldı; Marslı dansı. Aralarda eğlenceli müziğin başlayıp "bakın bunlar da komik sahneler" diye konulmuş sahneler eğreti geldi.

Sonuç; eh işte

9 mart pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0415965/

9 Mart 2008 Pazar

I Am Legend (2007)

*** 28 gün sonra da Londrayı gezdik, bi de New York'u gezelim ***

Konusu şöyle; kansere çare arayan bilim adamları genleriyle oynanmış bir virüs yaratarak başarılı olurlar. Kısa süre sonra bu virüs tüm insanlığı zombilere çeviren bir tehdite dönüşür ve dünya nüfusunun çok büyük bir kısmı ölür, küçük bir kısmı zombi olarak yaşar, bir tek kişi de bağışık olarak hayatta kalır. Virüsün yapımında da çalışmış olan askeri doktor Robert Neville (Will Smith)

Ne anladım; Constantine ile tanıdığımız Francis Lawrance, daha önce Charlton Heston'la sinemaya Omega Man ismiyle uyarlanmış olan bir romanı üçüncü kez aktarıyor. Senaryoda Akiva Goldsman'ın da imzası var. Bu sefer Neville olayın sebebine de bulaşmış, bir bilimadamı olarak tanımlanıyor. Bütün Manhattan ona ait, gerçi yolları otlar bürümüş ve geyikler koşturuyor ama sonuçta tüm şehir emrine amade. Bu fantezi mükemmel biçimde perdeye yansımış. Ancak "gece avlananlar"ın görünmesi ile film zayıflıyor ve bence tırt bir finale doğru sürükleniyor. O ana kadar en üst düzeyde zevk alınıyor o yüzden izlenmeyi hakediyor. Kadının Neville'i kurtarması (nasıl becerdi o işi, oraya gelmesi bile mucize) ve final (madem sen de sığıyosun o deliğe niye girmiyosun kardeşim) ciddi senaryo boşlukları olarak görünüyor. Bir de bu "bak genlerle falan fazla oynayıp tanrının işine karışırsanız felakete sürükleniriz" korkutmacası çiğ kalıyor.

Aklımda kaldı; şehirde geyik avı. Gece avlananlar çok kötü canlandırılmış şehir görüntülerinin mükemmelliği yanında. Neville'in tuzaktan kendini kurtardığı ve yaratıkların saldırdığı sahne.

Sonuç; izlenir

8 mart 2008 ctesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0480249/

8 Mart 2008 Cumartesi

The Ten (2007)

*** Tabletlere kafayı takan adam ***

Konusu şöyle; on emir hakkında on film.

Ne anladım; televizyon kökenli yönetmen David Wain'den kaliteli oyuncu kadrosu ile çekilmiş bir skeç toplaması. Winona Ryder, Liev Schreiber gibi oyuncuların da yer aldığı, her emirin ayrı hikayelerle anlatıldığı ve aralarında eğlenceli göndermeler yaptıkları filmde maalesef iyi fikirler bile harcanmış ve uzatılmış. Ama din konusunda komedi filmi yapabilen bir toplumun varlığı bile iç rahatlatıcı çünkü bu konudan ancak bu türde film çıkar zaten. Justin Threoux Isa rolünde tanınmayacak halde. Hikayenin anlatıcısının aralarda devam eden hikayesi pek de bağlantıyı sağlayamayan zayıf bir skeç olmuş.

Aklımda kaldı; iki komşunun birbirine nispet yapmak için tomografi makinaları aldıkları beşinci bölüm ve en sondaki evde çıplak oturan erkekler epizodlarını beğendim.

Sonuç; kopuk

8 mart ctesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0811106/

The Man From Earth (2007)

*** Orada olan adam ***

Konusu şöyle; Profesör John Oldman on yıllık çalışmanın ardından herşeyi bırakıp ayrılmaya karar verir. Diğer öğretim görevlisi dostlarının evinde toplandığı veda partisinde aslında 14.000 yıldır yaşayan ve yaşlanmayan bir adam olduğunu öne sürünce arkadaşları hikayesinin doğruluğunu anlamak için mini bir soruşturma yapmaya başlarlar.

Ne anladım; afişi her ne kadar dünya dışı varlıklarla ilgili bir bilimkurgu gibi gösterse de Jerome Bixby (kendisi Star Trek senaristlerindenmiş ve bu senaryoyu ölüm döşeğinde bitirmiş)'nin senaryosundan Richard Schenkman'ın kotardığı film tam bir bağımsız yapım. 6-7 kişinin bir odada bir kişiye sorular yönelttiği ve zihin jimnastiği yaptığı film ana karakteri itibarıyla K-Pax'i anımsattı. Geri dönüş, canlandırma gibi anlatım unsurlarına hiç başvurmadan sadece dialoga dayalı anlatılınca bir buçuk saatlik bir sohbet olmuş sonuçta, ama senaryonun doğrudan film için yazılmış olması sayesinde takip edilebilir ve bir bütünlüğe sahip yoksa uyarlandığı romanın peşine düşmek gerekecekti. O kadar yıl dayanıp bu sefer çenesini tutamayan, çünkü sonuçta bir insan olan John'un anlattıkları o kadar ilginçleşiyor ki insanlık tarihi hakkında bildiklerimizin ne kadar sınırlı olduğunu yüzümüze vuruyor. Anlatılanlar hayal olabilir ama aynı ölçüde çürütülemeyebilir de. Aynı zamanda akademik dünyanın bile ne kadar dogmacı olabileceğini sergilemesi de çarpıcı. Sonuç itibarıyla görüntü kalitesi ya da oyunculuk ile kesinlikle hatırlanmayacak ama izleyicide vizyon genişletebilecek bir çalışma. Ondört bin yaşında biriyle karşılaşsaydık biz ne sorardık?

Aklımda kaldı; filmin budist söylemi. Jesus isminin oluşumu hakkındaki hikayesi. Finalde baba oğul çıkma ve kalp krizi sahnesi yapmacıklığı ile zayıf kalıyor.

Sonuç; gayet ilginç

8 mart ctesi sabah izledim

http://www.imdb.com/title/tt0756683

5 Mart 2008 Çarşamba

This Is England (2006)

**** Burası İngiltere burdan çıkış yok ****

Konusu şöyle; babasını Falkland savaşında kaybeden 12 yaşındaki Shaun annesiyle birlikte yaşamaktadır. Bir yerlere ait olma ihtiyacını Woody'nin dazlak grubuna kabul edilince tatmin eder. Hapisten çıkan Combo'nun gruba şiddet eğilimini dikte etmeye çalışmasıyla bir bölünme yaşanacaktır.

Ne anladım; 1983 yılında geçen ve yazar yönetmen Shane Meadows'un kendi çocukluğundan esinlendiğini anlattığı film, İngiliz tarihinin Thatcher ve dazlaklar gibi iki mühim olgusunu arkaplana alarak bir çocuk üzerinden dönüşüm hikayesini anlatıyor. Masum ve eğlenceli başlayan hareket nihayetinde her ideolojik harekette olduğu gibi kendi düşmanını bulup ona şiddet uygulama yoluyla kendi varlığını meşru kılmaya çalışıyor. Babasız bir erkek çocuğun kendisini sosyal olarak bir ortama ait hissedebileceği ve çok da ne yaptığını anlayamayacağı bir ortamda sonu gerçekten kötü bitebilecek bir yolun nasıl başlayabileceğini izliyoruz.

Aklımda kaldı; Thomas Turgoose patlak gözleri, sinirli tavırlarıyla hikayeyi sırtlıyor. Köprüaltı gibi bir mekanda çocuğun ekiple ilk tanıştığı sahne. Yavaş çekimlerle sanki çok matah bişeyler yapıyormuş havası verilen sahneler.

Sonuç; iyi

4 mart salı gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0480025

2 Mart 2008 Pazar

There Will Be Blood (2007)

**** I drink your milkshake! ****

Konusu şöyle; hırslı petrol arayıcı Daniel Plainview yalnız başladığı kariyerinde milyonerliğe kadar ulaşacaktır. Babasını erken kaybeden bir yetim, aynı ölçüde hırslı bir din adamı, yıllar sonra ortaya çıkıveren bir kardeş, onu dize getirmeye çalışan büyük petrol şirketleri ile çevrelenmiş, Yurttaş Kane tadında bir karakterin hikayesi.

Ne anladım; Magnolia ile tanıdığımız Paul Thomas Anderson'dan bir sosyalist yazarın romanına tartışmalı bir uyarlama. Kapitalizmin doğuşuna birebir tekabül eden Plainview ve onun karşısında onu rahat bırakmayan, fırsat bulduğunda fayda sağlamaya çalışan dinin temsilcisi Eli Sunday (Paul Dano). Daniel toprak sahiplerini ikna etmekte kullanabileceğini düşündüğü için bir bebeği evlat edinmekten çekinmeyen bir prensipsizken, Eli'da kilisedeki gücünü sağlam tutmak ve tanrı ile kul arasındaki yerini sağlamlaştırmak ve neredeyse haraç almak için kozlarını kullanmaktan çekinmeyen din adamıdır. Bu iki ana gücün otuz yıla yakın hikayesini anlatan film çok klas görüntü çalışması ve petrol kuyularının seslerinden esinlenmiş tema müzikleri ile bezeli. Puan kaybettiren nokta ise Paul ile Eli arasındaki ilişkinin tam anlaşılamaması ,baştan farklı oyuncuların oynaması düşünüldüğüne göre gerçekten bir ikinci kardeş mi var yoksa karakter bölünmesi mi ya da ben mi kaçırdım birşeyleri hiç anlamadım. Daniel Day Lewis'e çok da yakışan bir çok tekrarlar içeren replikler oyuncunun tam bir gövde gösterisi yapmasına çanak tutuyor ve sırf onun oyunculuğu ile filmi unutulmaz bir anıya dönüştürüyor.

Aklımda kaldı; filmin ilk onbeş dakikasındaki diyalogsuz ama buna rağmen doludizgin anlatım. Finaldeki milkshake'li itiraf muhabbeti. (I am a false prophet and God is a superstition) Plainview'un Eli'ı patakladığı sahnelerde tezahürat yapasım geldi. Plainview'un vaftiz sahnesi. (I've abandoned my child)

Sonuç; bayağı iyi

2 mart pazar günü alkazarda izledim

http://www.imdb.com/title/tt0469494/