Arama

13 Nisan 2008 Pazar

Into The Wild (2007)

***** Happiness only real when shared *****

Konusu şöyle; üniversiteden mezun olduğu dönemde içinde yaşadığı toplumun tüm gereklerinden uzaklaşmaya karar veren, çok başarılı bir öğrenci ve atlet olan Christopher McCandless (Emile Hirsh) , tüm birikimini hayır kurumuna bağışlar, birkaç parça eşyası ile kendini yollara vurur. Hedefi önce batıya, sonra kuzeye gitmek ve Alaska'da doğada bir süre yaşamaktır. Bu yolculuk sırasında hayatını etkileyen ve etkilediği insanlarla tanışacaktır.

Ne anladım; 1990 - 1992 arasında ortadan kaybolan ve kendisine Alexander Supertramp ismini takan Chris'in hikayesi Jon Krakauer tarafından izi sürülerek, tanıştığı kişilere ulaşılarak bir roman haline getirilmiş. Sean Penn bu kitabın film uyarlamasında döktürüyor. Ruhunda kendisini özdeşleştirdiği belli olan bu çocuğun hikayesinde nihayetinde tarafsız davranmayı da başarmış Penn. Üç zaman ve mekanda geçiyor hikaye; önce mezun olduğu dönem, yolculuğun başlangıcı ve sonrasında ailesini anlatan bir iz var. Sihirli Otobüste Alaska'da geçen zaman var, bir de yolculuk sırasında karşılaşılan kişiler; hippi çift, buğdağ biçmeyi öğreten çılgın çiftçi, hayattan atölyesinde saklanan yaşlı asker emeklisi. Alpha Dog'daki sinirli abi Emile Hirsh mükemmel oynuyor Chris'i. Eddie Vedder'in vokal ve müzikleri filmin her yanına yayılmış ve mükemmel temalar yaratıyor. Anlatım olarak bana anımsattığı film Thin Red Line oldu. Nasıl bir çıkışsızlık içinde olduğumuzu ağır bir şekilde gösteren dehşet bir film.

Aklımda kaldı; California'da şehre girdiği, kalacak yer bulduğu ama bir lokantanın penceresinden gördüğü olmak istemediği tiplerden midesinin bulandığı ve koşarak uzaklaştığı sahne. Yaşlı amcayı tepeyi çıkmaya ikna ettiği sahne. Finalde otobüsten yükselen ve doğayı alabildiğine gözler önüne seren kamera.

Sonuç; çok etkileyici.

13 nisan pazar günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0758758/

1 yorum:

Tolga YILDIRIM dedi ki...

"Gitmek"in gercekten ne oldugunu pek guzel anlatan film. Bircok sehirlinin yaptigi gibi yapmacik gitmek degil. Kırsalda bir pansiyona ya da butik otele gidip, sabah kahvaltisinda sozum ona yerlisi tarafindan uretilmis sebze ve peynirlerle donatilmis kahvalti (gittigim bir tatilde bir kizin huşu içerisinde garsona domatesi kastederek "sizin imalatınız mı" diye sorması ve dürüst garson kardesimin "migros'dan aldık" demesi), kahvaltiyi muteakip biraz yuruyus ya da hamakta sekerleme seklinde bir dogaya cikma degil Chris'in yaptigi. Adam hakkıyla "gidiyor" şehirden ve modern yaşamdan. Kazandığı parayı yakmaya kadar vardırıyor işi ("yürrü be" dediğim sahnelerden). Ayrıca geyiği vurduğu ve onunla uğraştığı sahne de etkileyiciydi.
Filmin kuvvetli yönlerinde biri de müzikleri. Tüm müzikler Eddie Vedder'den. "Guaranteed" i özellikle tavsiye ediyorum.
Yönetmen Sean Penn iyi iş çıkarmış ama eksiklikler de yok değildi. Süresi daha kısa tutulabilirdi ve anlatım zaman zaman dağınıklaşıp filme olan dikkatin dağılmasına sebep oluyordu.
Yine de en az 4 ya da Kerem'in verdiği gibi 5 yildizlik bir film.
Gitmek, gitmek, gitmek ...