Arama

31 Ekim 2008 Cuma

The Art Of Travel (2008)

*** The art of travel is to deviate from one's plans ***

Konusu şöyle; liseden mezun olan Conner (Christopher Masterson) çocukluk aşkıyla evlenmek üzeredir. Düğün iptal olunca Orta Amerika'da tek başına balayına çıkar ve üniversiteye başlamadan önce bir kendini bulma yolculuğu yapar.

Ne anladım; Malcolm In The Middle tv dizisininden oyuncu Christopher Masterson ve senaristlerin içinde olduğu bir yol filmi. Eleman okula başlamadan önce bir sene kendisini keşfetmek, hayatta ne istediğini bulmak için bir yolculuk yapar. Darien Gap'i geçip dünya rekoru kırmaya çalışan bir grup insanın çabasının ortasına oturduğu filmin sorunu senaryonun hikayenin hakkını verememesi. Yolculukta yakınlaştığı Angelika ile hikayesi de sarkıyor. Cesur bir finali var; eleman kendisine anlatılan ömründe bir kez görebileceği bir şeyi görmeyi tercih ediyor ama sonunda tam da kendisine söylendiği gibi, bir kandırmacanın kurbanı olduğunu öğrenmesiyle film komik bir şekilde son buluyor. Müsait mekanlarda çekilmiş olmasına rağmen teknik kalitesinin düşüklüğü sebebiyle çok da göz okşayan bir görüntüsü de yok. Özgür ruh gazı için izlenebilir.

Aklımda kaldı; 68 yılda bir patlayan gaygere yetiştiği sahne, sonrasında "gotcha" kartpostalı.

Sonuç; pek olmamış

30 ekim perşembe

http://www.imdb.com/title/tt0448993/

30 Ekim 2008 Perşembe

Get Smart (2008)

** Smart'ı yakala **

Konusu şöyle; Amerika'nın CONTROL örgütünde masa başı ajanı olarak çalışan Ajan 86 Maxwell Smart (Steve Carrell) Rus örgütü KAOS'un başının altından çıkan bazı nükleer komploları araştırmak için saha ajanı olarak terfi eder ve Ajan 99 (Anna Hathaway) ile birlikte görevlendirilir.

Ne anladım; birkaç Adam Sandler filmi ile bildiğimiz Peter Segal'dan soğuk savaş dönemi ajanları üzerine bir tv komedi dizisinin sinema uyarlaması. İzlerken aklıma Çıplak Silah serisi geldi ki yönetmen serisinin son filmini de çeviren kişiymiş. Üst üste bir konser salonunda parçanın son notasıyla patlayacak bir bombayı durdurmaya çalışan ajanlarla ilgili aynı seneye ait iki film izlemek acaip oldu (Diğeri Eagle Eye). Carrell da ciddi ajan rolünde çıplak silahlardan bildiğimiz Frank Drebin'i anımsatıyor. The Rock diye bildiğimiz Dwayne Johnson'un çıktığı sahnelerde nedense filmin kalitesi iyice televizyon seviyesine düşüyor. Günümüzde neden Amerika Rusya ajanlarının çekişmesi üzerine yeni bir filme ihtiyaç olsun ki. İnsanın burnundan hava salmasını sağlayacak birkaç espri dışında zaman kaybı.

Aklımda kaldı; uçağın tuvaletinde oltasıyla kendini avladığı isveç çakısı. Rakibini şaşırtmak için kablolu telefonu attığı sahne.

Sonuç; konu demode

28 ekim çarşamba izledik.

http://www.imdb.com/title/tt0425061/

27 Ekim 2008 Pazartesi

Wanted (2008)

**** What the fuck have you done lately? ****

Konusu şöyle; karısının iş arkadaşıyla yattığını bilen, sürekli iş yerinde baskı altında panik atak geçirip ilaçlarla sakinleşen, mutsuz muhasebeci Wesley Gibson (James McAvoy) aslında kökü yüzyıllara dayanan bir suikastçiler topluluğunun insan üstü yeteneklere sahip elemanlarından birinin oğludur. Fox (Jolie) tarafından hayatının kurtarılmasının ardından çetenin lideri tarafından Sloan (Freeman) kendilerine katılmasını teklif eder.

Ne anladım; Gündüz nöbeti ve gece nöbeti filmlerinin yaratıcısı rus yönetmen Timur Bekmambetov'un ilk Hollywood çalışması. Fragmanlarına bakınca Jolie ile McAvoy arasında geçen bir hikaye zannetmiştim ama film tamamen farklı çıktı. Öncelikle ilk matrix filminin en keyifli bölümünü oluşturan sıradan bir büro çalışanının bambaşka bir hayata davet edilmesi fantezisini burada yeniden ve neredeyse ilkini aşan bir lezzette yaşama fırsatı buluyoruz. Star Wars'un baba oğul durumu biraz da Terminator'dan aksiyon tatları ekleniyor. Bunca tanıdık öğeye rağmen Sloan'lı çete kendine göre özgünlükler de katınca keyifli bir film olmuş. Karakterin dönüşümünü izlediğimiz tekme tokatlı aydınlanma çalışmaları örneğin. Tamamına yakını CGI'la yaratılan sahnelerin teknik kalitesi son derece iyi.

Aklımda kaldı; Fox'un Wesley'i kayarak arabanın içine aldığı sahne. Falsolu kurşun atımı. İlk kurbanı sunrooftan öldürmek için yaptığı atraksiyon. Finalde izleyiciye dönüp söylediği başlığımdaki replik. Tren tepesinde suikast.

Sonuç; eğlenceli

26 ekim pazar günü izledik

Oxford Murders (2008)

*** Oxford manyak dolu ***

Konusu şöyle; Oxford'a okumaya gelen Martin (Elijah Wood) hayranı olduğu profesör Seldom'un (John Hurt) tanıdığı bir anne kızın yanına yerleşir. Profesörü danışmanı olmaya ikna etmeye çalışırken cinayetler işlenmeye başlar. Bir matematik bilmecesine benzeyen notlar da gelmeye başlayınca beraber cinayetleri araştırmaya başlarlar.

Ne anladım; İspanyol yönetmen Alex De La Iglesias'ın tanınmış İngiliz ve Amerikalı oyuncularla ilk filmi. Geçen sene izlediğimiz Fermat'ın Odası'na benzeyen hikayesi; akademik çevrelerde gerçekleşen ama hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığı seri cinayetleri anlatıyor. Hikayenin görsellikten çok konuşarak anlatılması takibi zor bir film çıkartıyor ortaya ama dialoglar takip edilebilirse fena olmayan söylemler filmi biraz sürüklüyor. Koca Oxford'da bir tane akıllı adam yok neredeyse. Çekimindeki kusurlara rağmen işlenen cinayetleri ulvi bir sonuca bağlama konusunda zayıf kalan benzerlerine kıyasla senaryo açısından ayakta kalabilen bir film izlenimi bıraktı bende.

Aklımda kaldı; profesörün bilinemezci söylemleri. Elemanın "ben gördüğüme inanırım" diyip parke taşlarına düştüğü sahne çok acemice çekilmiş gibi geldi. Finaldeki önce profesörü sonra Martin'i odağa alan çözümlemeler.

Sonuç; tv filmi tadında.

25 ekim cumartesi

http://www.imdb.com/title/tt0488604/

20 Ekim 2008 Pazartesi

Iron Man (2008)

*** Buzlanma problemini nasıl hallettin? ***

Konusu şöyle; babasının kurduğu silah şirketini sürdüren süper zengin Tony Stark (Robert Downey Jr.) Afganistan'a silah satmaya gittiği gezisinde kaçırılır. Ürettiği silahların dünyada yarattığı yıkımı gören Stark şirketiyle artık silah üretmeyi bırakmaya karar verir. Kaçmak için ürettiği demir adam kostümünü de geliştirerek kötülükle mücadeleye başlar.

Ne anladım; Marvel'ın sinema dünyasına markajı tüm ivmesiyle devam ediyor, her sezon birkaç yeni elemanın serisinin başlamasına da tanıklık ediyoruz. Tek kahramanlı seriler, ekiplerden oluşan seriler sonunda farklı süperkahramanların buluştuğu filmlere de yaklaşıyor. Iron Man ilk filminde olmasa da devam filmlerinde Hulk ile buluşup Avengers oluşumunu başlatma yoluna çıkıyor bu filmle. Fantastik filmlerin yönetmeni Jon Favreau'nun payına düşmüş bu ağır metal kahramanın doğum hikayesi. Dünyadışı varlıklarla bezeli çizgiromanın sinema uyarlaması için gerçekçiliğin en üst düzeyde olduğu bir hikaye ve karakterler seçilmiş. Tony Stark zaten çok yetenekli bir mühendis ve tasarımcı. Süper zengin yaşamı yaptıklarının sonucunu görmesi ve yaşamını bunları önlemeye adamasıyla tamamen değişirken karşısına çıkan siftah düşmanı; kendi yarattığı ürünü kullanan, borsadaki şirketin değerinin düşmesinden endişelenen ortakları oluyor. Para, sermaye ve açgözlülüğün gerçek tehlike olduğu yönündeki tema güzel, ama kendi vatandaşları tarafından acımasızca işkence gören zavallı afgan ailenin yardımına koşanın gene Amerikadan uçup gelen bu adam olması filmin mesajını çok da masumca sunmadığını gösteriyor. Süper traşıyla Jeff Bridges'ın Obadiah Stane'i hem ismen hem de oyuncunun karizmasıyla leziz. Downey Jr. aksiyon filminde nasıl olur acaba diye şüpheyle bakıyordum ama tam ona göre biçilmiş bir karakter olmuş. Sekreteri Potts (Paltrow) ile yakınlaşma sahnelerinde de işin dramatik boyutunu iyi kotarmış bir senaryo var. Gelişmelerden geri kalmamak için bu çizgiroman uyarlamalarını da diziler gibi takip etmek gerekiyor.

Aklımda kaldı; gerçek kostümle ilk uçma denemeleri. Yangın çıkmadan söndürmeye çalışan robot.

Sonuç; idare eder.

http://www.imdb.com/title/tt0371746/

Eagle Eye (2008)

*** You have been activated ***

Konusu şöyle; Jerry (Shia LaBeouf) orduda çalışan ikiz kardeşinin tam zıttı, bir baltaya sap olmaya niyeti olmayan fotokopici çalışanıdır. Kardeşinin ölüm haberini aldığı gün cep telefonunda bir kadından talimatlar almaya başlar, aynı zamanda FBI'da peşine takılır. Aynı şekilde bir kadının aradığı dul anne Rachel (Michelle Monaghan)'la beraber kendilerine verilen görevleri yapmaya çalışırlar.

Ne anladım; Spielberg kaynaklı ve destekli hikayenin yönetmeni daha önce Disturbia'sını izlediğimiz D.J.Caruso ve gene Shia ile. Fragmanlarda daha yaşlı bir kadınla kader ortaklığı yapması üzerine sanmıştım ama yanındaki oyuncu Michelle Monaghan'mış. Temel fikir çevremizde görebileceğimiz hemen tüm elektronik aletlerin bir ağa bağlı olması ve bu ağın bir şekilde tek merkezden yönetilebilmesi üzerine. Trafik lambalarının kontrolüyle başlayan fikir cimnastiğinde arazideki yüksek gerilim hatlarını koparabilen ya da mcdonalds'daki televizyonlara güvenlik kamerası görüntüsü aktarabilen uçuk noktalara da giden senaryo hızıyla fazla düşünmeye fırsat bırakmadan izleyiciyi çekiştirerek götürüyor. Sürprizli katmanlarıyla ve karakter tanıtımındaki hızıyla beğendiğim hikaye nihayetinde döke saça bir finale ulaşıyor, herşey derli toplu bitmiyor. Trompet ve kolye gibi birkaç açık nokta kalıyor. Shia'nın hep aynı kişiyi oynadığı çok doğru bir eleştiri, Aria'nın sarı kürelerle dolu odası gibi çok uyumsuz öğelerin bir arada olması eksiklikleri. Kötü adamın teknoloji çılgınlığının çığırından çıkması özgün bir fikir olmasa da abartı ile ilişkilendirilmesi mantıklı bence. Genel olarak bir klasik dönem filmi izliyormuş tadını aldım. I robot, enemy of the state tadında. Ama son iki dakikasını izlemediğimi farzetmeyi tercih ettiğim, sinik haliyle güzel bir aksiyon olarak bende yer edecek.

Aklımda kaldı; en akılda kalıcı, orijinal aksiyonu herhalde havaalanı kargo bölümünde geçen kısmı.

Sonuç; beğendim

18 ekim ctesi sinemada izledik.

http://www.imdb.com/title/tt1059786/

19 Ekim 2008 Pazar

My Sassy Girl (2001)

***** Ölmek mi istiyosun? *****

Konusu şöyle; Kyun-woo (Tae-hyun Cha) metroda bir adamın üstüne kusan sarhoş kıza(Ji-hyun jun), arkadaşı sanılınca mecburen yardım eder. İlginç başlayan sıradışı ilişkileri genelde kızın hırçınlıklarına ve adamın ayak uydurmasına dayalıdır.

Ne anladım; gerçek olaylara dayalı hikaye baş kişinin kız arkadaşıyla ilişkisini internette blog olarak anlatması ile duyulmuş ardından romana ve bu filmin senaryosuna dönüşmüş. Tabii bu dönüşüm kendi kendine olmamış, yönetmen Jae-young Kwak aynı zamanda senaryonun da sahibi, ki filmin başarısı orada yatıyor. Vurdumduymaz gencin kız ile bazen oteldeki gibi durum komedisine dönüşen, bazı kısımlarda birlikte çevrelerine isyan ettikleri ilişkilerindeki, film bittikten sonra hızla bir göz attığımda kullanılmış yan hikayelerin çeşitliliğine şaşırdım. Aslında bölümler gerek anlatım gerek hava olarak bir filmin sahnelerinden ziyade komedi programının skeçleri gibi duruyor ama iki oyuncunun doğallığı iyi bir bağ sağlıyor. Son bölümündeki büyük tesadüf bile öncesinde bu kadar iyi hazırlık yapılınca hatta tüm filmin bunun üzerine kurulduğu düşünülürse, en basit hikayenin bile anlatımla nasıl renklendirilebileceğinin bir örneği. Kore sineması bunları bir kural kitabına bağlı kalmadan denemeye cesaret etmesi sayesinde başyapıtlar çıkarabiliyor.

Aklımda kaldı; metroda kusma sahnesi, oteldeki sahneler, kızın senaryoları, metroda yerdeki çizgi bahisleri, ayakkabı değiştikleri sahne, 100. gün, lise kıyafetinde çıkışları, kızıyla aynı şekilde içen baba, sürekli annenin ziyarete zorladığı teyze

Sonuç; gayet iyi

11 ekim ctesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0293715/

13 Ekim 2008 Pazartesi

Hancock (2008)

*** "Good Job!" ***

Konusu şöyle; berduş alkolik süperkahraman Hancock (Will Smith) iyilik yaparken bir yandan da dağlar devirdiği için halk tarafından çok da tutulmaz. Bir trenin altında kalmaktan kurtardığı halkla ilişkiler uzmanı Ray (Jason Bateman) borcunu ödemek için ona yol göstermeye karar verir. İlk tavsiyesi polise teslim olması ve o içerideyken imajını düzeltmek konusunda çalışmasıdır.

Ne anladım; daha çok oyuncu olarak tanıdığımız Peter Berg, Kingdom'un ardından sıradışı süperkahraman tiplemesi ile karşımızda. Çıkış noktası çok eğlenceli. Uçarken, vururken, patlatırken arka planda kaynayan, yıkılan binalar ve oluşan maddi zararlardan yapanın sorumlu tutulması durumunda ne olur. Kırk dakika boyunca bu konudaki varyasyonlar Will Smith'in rahatlıkla taşıdığı karizmasıyla da komik bir bütün içerisinde anlatılıyor. Maalesef filmi tamamına erdirmek zorunluluğunda hisseden senaryo bir ezeli aşk hikayesi, sevgililerin bir araya gelince güçten düşmesi gibi trüklerle oluşturmuş hikayeyi ama elle tutulur yanı yok.

Aklımda kaldı; imaj çalışması sonunda büründüğü deri kostümle ilk çıktığı ve polislere zorla "iyi iş çıkardınız" dediği sahne. Aya koyduğu logo. Bir adamın kafasını diğerinin kıçına soktuğu sahne.

Sonuç; ilk yarısı için izlenir.

12 ekim pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0448157/

10 Ekim 2008 Cuma

Smart People (2008)

*** Sevdiğim türde zayıf bir film ***

Konusu şöyle; yakın zamanda kaybettiğin karısına saplantıyla bağlılık duyan çevresine ilgisiz profesör Wetherhold (Dennis Quaid) sivridilli kızıyla (Ellen Page) beraber yaşamaktadır. Çulsuz kardeşi (Thomas Hayden Church) bir süreliğine yanına taşınır, profesör de geçirdiği bir kaza sonrası hastanede kendisiyle ilgilenen doktor Janet (Sarah Jessica Parker) ile yakınlaşır.

Ne anladım; İsrailli yönetmen Noam Murro'nun ilk filmi. Bağımsız film tadından, sinirli ve huysuz bir ana karakter ve etrafındaki sıradışı tiplemeler üzerinden bir uyum sağlama çalışması. Quaid vücut diliyle ciddi bir çaba harcamış, yamalı dirsekli ceketiyle de tamamlamış. Parker haricindeki oyuncular rollere uygun duruyorlar, ama filmin zayıflığı senaryoda yatıyor. Fazla derinleşemeyen karakterler ve çok ilgi çekmeyen durumlar izleyicinin merağını üzerinde tutamıyor. Girme o yola diye yalvartacak kadar pembe bir finale gitmesi de felaket. Thomas Haden Church sağlam bir yardımcı oyuncu artık, bu filmde de ilgi merkezi olmayı başarıyor. "Accidental Tourist"in zayıf bir versiyonu.

Aklımda kaldı; filmin adındaki "smart" sıfatı zeki insanlardan ziyade idare eder, yaşamayı becerecek yetenekte insanları ifade ediyor, ama belki de izleyiciyi yanlış yönlendiren bir ifade olmuş, yoksa izlediklerimiz "ukala" insanlar. Amca kızın içmeye gittikleri sahne, "aptal olmak nasıl bir şey?" sorusu ile biten.

Sonuç; idare eder.

http://www.imdb.com/title/tt0858479/

The Package (1989)

*** Soğuk komplolar ***

Konusu şöyle; Nükleer silahlanma yarışını sona erdirmek için iki süper güç soğuk savaşın son günlerinde anlaşma sağlamak üzeredir. Her iki ülkenin askeriyesinde de bu durumdan rahatsız olan komutanlar vardır. Johnny Gallagher (Gene Hackman) toplantının ardından bir komutana yapılan saldırıda gereken korumayı sağlayamaz, paket olarak tanımlanan bir adamı (Tommy Lee Jones) Amerika'ya götürmek gibi içi boş bir göreve verilir.

Ne anladım; Norris ve Seagal'ın etkafa aksiyonlarının yönetmeni Andrew Davis'ten iki baba oyunculu politik gerilim filmi. Çok sıkı bir başlangıcı var, Midnight Run gibi bir yöne giden hikaye Washington havaalanındaki sahnede tamamen farklı bir yola sapıyor, karmaşıklaşıyor. Hikayede Gallagher'ın yakınında durmamıza rağmen izleyiciyi karakterinden daha farklı bilgilendirerek hikayeye daha çok dahil ediyor. Çekildiği tarihlerde Berlin duvarının yıkılması bir dönemin sona ermesi çekimler bitmeden içerdiği olayların güncelliğini yitirmesine yol açmış. Sonlara doğru günümüzden bakınca benzerlerini çok gördüğümüz finallerden birine girmesi ilginçliğini yitirmesine yol açıyor ama artık giderek daha seyrek çekilen bir tür olarak sevenleri tatmin edecek nitelikte.

Aklımda kaldı; finalde arabanın arka koltuğuna dönen şoförün iki kurşunu bütün bu komplonun daha devasa bir olayın küçük bir parçası olduğunu hissettirmesiyle çarpıcı. Artık çekilen bu tür filmlerde mesela kadın mutfağında öldürülürken gösterilmiyor, bu sebepten de numunelik sahneler var.

Sonuç; gayet ilginç

9 ekim perşembe izledim

http://www.imdb.com/title/tt0098051/

7 Ekim 2008 Salı

Speed Racer (2008)

*** Klişe yarışı ***

Konusu şöyle; yarış arabası üreticisi bir babanın yıllar önce abisini bir yarışta kaybetmiş oğlu Speed Racer (Emile Hirsch) da başarılı bir yarışçı olmak istemektedir. Büyük şirket Royalton'un bünyesine katılması çağrısının ardında gelmiş geçmiş tüm büyük yarışların şikeli olduğunu ve çarkın para etrafında döndüğünü öğrenmesi Speed'i ikileme götürür.

Ne anladım; Wachowski biraderler Matrix sonrası V For Vendetta'nın ardında gene bir uyarlamaya imza atıyor. Bu sefer kaynak eski bir anime serisi. Konu gene kapitalizmin yarattığı bir dünyada uykudan uyanan masum insan figürü ve onun sistemle savaşı. Senaryo çok sıradan, her anında gelecek olayları hatta replikleri tahmin etmek mümkün. Ama filmi izlenir kılan renk cümbüşü bir canlı animasyon estetiği ve ilgi çekici kurgu. Her sahnedeki her bileşen ayrı oluşturulmuş görüntüler, bu sayede sürekli ekranda kayan objeler ve insanlar her ana derinlik katıyor. Aynı çerçevede farklı zamanların hikayeleri dönüyor ve filmin başarısı bütün bu kargaşada izleyici olarak yolumuzu kaybetmiyoruz. Into The Wild sonrası Emile Hirsch için Speed Racer rolü bir geri adım gibi görünüyor (ki aslında hem çocuk hem delifişek şoför rolü için uygun bir seçim olmuş) ve Lost'un Jake'i Matthew Fox'un gene his yoksunu oyunları ne kazmalar oyuncu oluyor dedirtiyor. Böyle bir film için aşırı uzun süresini gene kurgu ve efektler sayesinde kaldırıyor.

Aklımda kaldı; Moritz Bleibtrue resmen bir figüran ama Alman yarışçı olarak hepitopu 30 sn görünse de dikkat çekiyor. Çöl yarışı için diğer ekiplerin rüşvetleri aldığı sahneler, gözünde dolarlar parlayan eleman.

Sonuç; katlanılır

6 ekim ptesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0811080/

6 Ekim 2008 Pazartesi

Waiting For Guffman (1996)

*** Guffman'ı beklerken ***

Konusu şöyle; küçük bir Amerikan kasabası olan Blaine'in kuruluş yıldönümü için bir müzikal sahneye koymak isteyen başarısız yönetmen Corky St. Clair (Christopher Guest) kadroyu kasabanın gönüllülerinden seçme yaparak oluşturur ve okulun müzik öğretmeninin yardımıyla provalara başlar.

Ne anladım; This Is Spinal Tap'in baş oyuncularından Christopher Guest'in yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı bir sahte belgesel. Yıllar önce uzaylıların ziyaret ettiğini söyleyen kasabalının bacaklarının uyuşmasından başka bir etkisi olmamış bunun, seyahat acentesini işleten karıkoca hayatında şehir dışına gitmemiş, müzik öğretmeni yönetmene diş biliyor, tam çatlak bir kasaba. Tüm yan roller tanıdık karakter oyuncularında ve sağlam ellerde emanet. Özellikle Bob Balaban müzik öğretmeninde, Eugene Levy'de doktor rollerinde Guest'e iyi ayak uyduruyorlar. Espriler izleyicinin gözüne sokulmuyor, genelde ağızda geveleniyor ya da laf arasında patlayıveriyorlar. Sonuçta gösterilerini izlemeye gelmesini bekledikleri Broadway temsilcisi bu oyunun ve oynayanların bir kurtuluş umudu ama adamın gelmemesi de dünyanın sonu değil. Guest'in temsil ettiği tarz çizginin gülümsetmeyen tarafında kalmaya da çok müsait, riskli bir tür ama burada eğlenceli bölgeye geçmeyi başarıyor.

Aklımda kaldı; Çin lokantasında doktor ve seyahat acentacıların yemeği. Müzik öğretmeninin Corky projeden çekilince keyifle görevi devralması, ama adam geri dönünce kenardan gözlerini devirerek gene arka plana itilmesi.

Sonuç; izlenir

3 Ekim cumartesi günü izledim

http://www.imdb.com/title/tt0118111/