Arama

30 Mart 2008 Pazar

Dan In Real Life (2007)

*** Pieces Of Dan ***

Konusu şöyle; 4 yıl önce karısını bir hastalıktan kaybeden Dan (Steve Carell) üç kızıyla birlikte yaşamakta ve bir gazetede insanlara duygusal sorunları ile ilgili rehberlik ettiği köşe yazıları yazmaktadır. Tüm ailesinin toplandığı bir haftasonu tatili için gittiği kasabanın kitapçısında ilgisini çeken bir kadınla kısa bir flört eder. Eve döndüğünde Marie (Juliette Binochet)'nin kardeşinin kız arkadaşı olduğunu öğrenir. İkisi için de duygusal bir ikilem başlamıştır.

Ne anladım; 2003 yapımı çok eğlenceli, aile yemeği konulu minik bir bağımsız yapım olan Pieces Of April'in yönetmeni Peter Hedges'den gene aile konulu bir film. O bağımsız yapımın ardından bu kez yıldız oyuncularla daha ana akım sineması tarzında bir hikaye, ancak yine de sıradışı kişiler ve olaylar yaşanıyor. Dan'in okuyucularının sorunlarını düzeltmeye çalışan tavsiyelerinin kendi yaşamındaki yansı(ma)maları ve bunun ayırdına varması ana tema. Benzer bir karakteri yine Carrell'in yardımcı oyuncu olduğu Little Miss Sunshine'da görmüştük. Binochet'in bu hikaye için çok da uygun kaçmadığını ve örneğin ilk karşılaştıkları sahnedeki acaip monoloğu gibi anlamsız sahnelerin varlığı filmin kalitesini aşağıya çekiyor. Ailenin herkesin yetenek yarışmasından çıkmış gibi geceleri inanılmaz ve moral bozucu.

Aklımda kaldı; bowling salonunda tüm aileye basıldıkları sahne.

Sonuç; idare eder

30 mart pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0480242/

29 Mart 2008 Cumartesi

Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street (2007)

***** Kan banyosu *****

Konusu şöyle; Benjamin Barker (Johnny Depp) güzel karısına göz koyan Yargıç Turpin tarafından haksız yere suçlanır ve 15 yıl sürgünde yaşar. Döndüğünde karısının kendisini öldürdüğünü ve kızının yargıçın evlatlığı olduğunu öğrenir. Adını Sweeney Todd olarak değiştiren Benjamin'in asıl mesleği berberliği icra etmeye başlar. En büyük yardımcısı da alt katında etli turtalar yapan ama Sweeney gelene kadar turtalara koyacak et bulamayan ev sahibesi Bayan Lowett'dir (Helena Bonham Carter)

Ne anladım; orijinali bir Broadway müzikali olan Sweeney Todd tam Tim Burton'ın filmografisine yakışacak hikayeymiş. Son derece trajik olan hikaye sürgünden gelen bir gemiyle başlıyor. Karayip Korsanlarından beri gemiden inemeyen Depp şarkı söyleyerek iniyor gemiden. Diğer Stephen Sondheim müzikallerine göre daha az melodik parçalarla bezeli müzikal Helena Bonham Carter'ın dünyanın en kötü turtaları parçası ve Depp'in "You sir!" parçaları ile eğlenceli de olabiliyor. Pirelli rolünde Sasha Baron Cohen, kötü adam yargıç ise Alan Rickman var. Usta senarist John Logan'ın uyarlama çalışması son derece başarılı. Kan kullanımı giderek artan film Burton'ın en karanlık ve karamsar filmi herhalde.

Aklımda kaldı; bahsettiğim parçalar. Sandıktaki yarı ölü ceset sahnesi. Mekanizmalı traş koltuğu.

Sonuç; çok kanlı ve başarılı

29 mart cumartesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0408236/

Enchanted (2007)

*** And so, they all lived happily ever after ***

Konusu şöyle; evlenmek için prensini bekleyen Giselle (Amy Adams) Prens Andrew'u (James Marsden) bulur sonunda. Oğlunun evlenmesini istemeyen Kraliçe Narissa (Susan Sarandon) Giselle'i şatonun kuyusundan evrenin en uzak ve mutsuz noktasına yani New York'taki Times meydanına gönderir. Burada dul, uzun süredir bir ilişki yaşamakta olan ve 6 yaşında bir kızı olan Robert (Patrick Dempsey) ona yardımcı olmaya çalışır.

Ne anladım; ilk 5 dakikası felaket kötü bir çizgi film olarak başlayan hikaye karakterlerin gerçek dünyaya fırlamaları ile katlanılır hale geliyor. Amy Adams'ın Giselle olduğuna inanmak çok zor, yaştan kaybediyor bayağı. Marsden kanlı canlı prens rolünde ikna edici ama. Disney'in körlemesine evlilik yerine flörtün gerekliliğini kabul eden bir hikaye ile gelmesi liberal bir açılım gibi görünse de nihayetinde iki çiftinde parmaklarında yüzükleri görüp anlıyoruz ki gene de izdivaç şart diyor. Modern aşkların biraz masalsı romantizme, masallardaki gözü kara sevdaların da biraz gerçekçi bakışa ihtiyacı var yoksa ikisi de felakete gidebilir gibi yorumladım. Filmdeki Manhattan kullanımı çok başarılı. En yakın karşılığı "The Princess Bride"

Aklımda kaldı; filmin başında çizgi olarak gördüğümüz hizmetkar hayvanların New York'daki canlı izdüşümleri başarılı. Finale yakın baloda, elmanın merdivenlerden yuvarlanıp çiftin ayaklarına geldiği sahne.

Sonuç; balolu masalsı bir romantik komedi

29 mart cumartesi izledik.Doruk'un izin verdiği ölçüde

http://www.imdb.com/title/tt0461770/

Die Fälscher (2007)

*** Para kazanmak için resim yapmak iyi olabilir ama para yapmak daha kolay ***

Konusu şöyle; Nazi partisinin yükselişe geçtiği dönemde 1936'da Berlin'de nam salan kalpazan Salomon Sorowitsch sahte dolar basmaktan suçlanır ve yakalanır. Savaş sırasında Alman ordusunu finanse etmek ve düşman ekonomilerini batırmak için tezgahlanan, Bernhard operasyonu adı verilen, tüm zamanların en büyük kalpazanlık örgütünde önemli bir pozisyona getirilir. Soydaşları cehennemi yaşarken bu tezgahta yer alanlar için bir hayatta kalma umudu vardır.

Ne anladım; geçen seneden sonra bu senede bir Alman filmi (asıl ortak Avusturya) Oscar'da yabancı film ödülünü aldı. Hikaye gerçek bir örgütün ve karakterlerin hikayesi, ama hikayenin sahibi başroldeki yardımcı roldeki Adolf Burger isimli karakter. Esirler hayatta kalmayı mı yoksa Nazileri bir gün bile olsa geciktirmek yolunda kendilerini feda etmeyi mi tercih etmeli temeldeki sorgusu filmin. Burger karakteri idealizmi temsil ederken ana karakter herkesi idare etmeye ve hayatta tutmaya çalışıyor. Askerler her zamanki gibi pislik adamlar olarak tasvir edilirken en ilgi çekici karakter Herzog isimli, kendi gemisini yürümekten başka bir derdi olmayan üst düzey subay. Dönem filmlerinde serbest kamera kullanımı (elde) giderek standart halini alıyor.

Aklımda kaldı; ayakkabı birliği. Herzog'un ping-pong masasını ekibe hediye olarak getirdiği ve savaştan sonrası için yöneticiliğin çok ilgisini çektiğini söylediği sahne. Finalde kare asa rağmen yaptığı ve diğerleri suçluluğun dışavurumu sanırım.

Sonuç; güzel ama müthiş değil

29 mart cumartesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0813547/

24 Mart 2008 Pazartesi

Sleuth (2007)

*** İki adamlık gösteri ***

Konusu şöyle; Milo Tindle (Jude Law) genç bir aktördür ve ünlü yazar Andrew Wyke'in (Michael Caine) karısı ile bir ilişki yaşamaktadır. Wyke'ın kırsaldaki evine onu boşanmak konusunda ikna etmek üzere gelir. Kısa sürede bu iki adamın arasında bir kedi fare oyunu başlar.

Ne anladım; 1972 yapımı aynı isimli film, Jude Law'un yapımcılığında, ilk filmde Milo'yu oynayan Caine'in yaşlı yazara terfi etmesi ve Law'un genç aktör rolüne geçmesi ile Shakespeare takıntılı Kenneth Branagh tarafından perdede. Senaryoda Harold Pinter imzası var. Mekan gene yazarın malikanesi ancak bu sefer ultra modern ve teknolojik bir evde geçiyor olaylar. Hikayeye bir son bölüm eklenmiş ki karakterler arasındaki gerilimi kadın karakter üzerine odaklayan ve iyice çiğleşen tepkilere yol açan daha mantıklı olabilecek bir yöne taşımış, ancak öykünün inandırıcılığına pek katkıda bulunmamış bu tercih. Branagh'ın yönetim konusunda ilginç tercihleri var. Başlangıç sahnesinde giriş kapısının hayli üstüne tepeden aşağıya bakan bir kamera yerleştiren, sonraki sahnelerde güvenlik kameralarından ve acaip açılardan görüntüler alan, renkleriyle fütüristik etki yaratmaya çalışan yaklaşım en azından anlatım açısından filmi yeniliyor. Orijinal filmin finalindeki kalitesiz izlenimi veren kurgunun etkisini en azından silebiliyor. Hiç olmasa başarılı oyunculuklar izliyoruz. Sürekli bir tarafın diğerine üstünlük sağladığı ve oyunun giderek sertleştiği bir satranç/tenis maçı.

Aklımda kaldı; ne kadar makyajı bassan da sonuçta adam tanınıyor. Bu hikayenin en zayıf kaldığı nokta bu bence. Koca "oyuncu" yazarın karşısındaki adamı tanıyamaması. Kurusıkı tabancanın patlayınca adamı zıplatması da ayrı bir şenlik. İki karakterin yaptıkları karşı atakların kimisi zekice.

Sonuç; iyidir

23 mart pazar sabahı izledik

http://www.imdb.com/title/tt0857265/

17 Mart 2008 Pazartesi

The Mist (2007)

*** You don't have much faith in humanity, do you? ***

Konusu şöyle; küçük bir kasabada bir fırtına ufak çapta hasar verir. İnsanlar ertesi gün marketlerden alışveriş yaparken kalın bir sis tabakası tüm kasabayı kaplar. Sisin içerisinde ahtapot kolları gibi yaratıklar dolaşmaktadır ve ortaya çıkan insanlara saldırmaktadır. Büyük bir grup bir markette mahsur kalırlar.

Ne anladım; Shawshank Redemption, Green Mile ve Majestic'den sonra Frank Darabont gene bir Stephen King öyküsünden uyarlama ile karşımızda. Çıta giderek düşüyor. Klasik bir zombi filmi çatısına sahip hikaye anlatımında da bu tür filmlerine dayanıyor. Çok rahatsız edici kamera hareketleri var, kameranın elde duruyormuş gibi küçük düzeltmeler yapması, odağını değiştirme gibi küçük dokunuşlar yadırgatıyor kendini. Ancak bu tür ucuz film numaralarının iş yaratıkları görüntüleme gelince masraftan kaçınılmadığını (gerçi sisten fazla birşey görmüyoruz) görmemizle bir tercih meselesi olduğu vurgulanıyor. Filmin en ilginçleştiği nokta olanları tanrının işlenen günahlara ceza olarak gösterdiği gazabı olarak gören ve giderek güçlenen köktencilere karşı sayıları giderek azalan mantıklı insanların arasındaki gerilimin işlendiği sahneler. Darabont'u da hikayenin bu kısmı çekmiştir sanıyorum çünkü önceki filmleri referans olarak alınırsa giderek aşağıya inen bir yolda. Filmin finali özellikle ilk bakışta değişik bir son olsa da biraz bir insanın gerçekten bir tehlike ortalıkta görünmezken öyle davranması hiç inandırıcı değil.

Aklımda kaldı; dışarı bilinemeyen bir durum varken aklın yerine korkudan beslenen bir akımın kazanacağını konuştukları ve insanlığın bu konuda sabıkalı olduğunu söyledikleri sahne. "Din ve politika nasıl çıktı sanıyorsun?"

Sonuç; izlenir ve unutulur

16 mart pazar günü izledik

http://www.imdb.com/title/tt0884328/

16 Mart 2008 Pazar

Anatomy Of A Murder (1959)

***** Bir cinayetin anatomisi *****

Konusu şöyle; savcılıktan ayrılmış olan Paul Biegler (James Stewart) ufak tefek davalarla geçimini sağlamaktadır. Karısına tecavüz eden adamı öldüren Teğmen Manion'un karısı Laura ondan kocasını savunmasını ister. Geçici bir cinnet geçirerek yaptığı bu cinayeti anımsamadığını söyleyen tutukluyu beraat ettirmeye çalıştığı davada karşısında büyük şehirden gelen savcı yardımcısı Dancer (George C. Scott) yer alacaktır.

Ne anladım; Otto Preminger'in hukuk ve suç kavramları üzerine zamanında ciddi tartışmalar yaratmış filmi, tartışmaların büyük kısmı bir filmde ilk kez sperm, don gibi kelimelerin geçmesinden kaynaklanıyormuş. Karşımızda haşmetli bir dava filmi var, ve günümüzde alıştığımız bu türün genel karakteristiği olaya odaklı olması, sürpriz gelişmelerle dolu olması ve iyi ile kötünün belirgin şekilde ayrıştırılmış olmasıdır. Burada ise gerçeğin ne olduğundan ziyade davayı kazanmaya odaklı bir avukatın savcılıkla oynadığı satranç mücadelesini izliyoruz. Başarılı diyaloglar, Stewart ve serinkanlı Ben Gazzara'nın iyi oyunculukları ilgiyi arttırıyor (gerçi bunların dışındakilerin oyunculuğu için aynı şeyi söyleyemeyeceğim) Böyle konuşma üzerine kurulu bir filme yakışan senaryosu ile kendine özgü, sinik bir hukuk draması.

Aklımda kaldı; Dancer'ın Laura Manion ifadesi sırasında Biegler'ın görüşünü kestiği sahne çok eğlenceli. Pek beğenilmese de klişe bir tipleme olan yargıç filme eğlence katıyor. Duke Ellington imzalı müzikleri. Filmin afişinin en başarılı 100 film afişi arasında olmak gibi bir ünü var, sanırım "kes biç kendine göre bir doğru yarat" demek istiyor. Yargıç ve avukatların mahkemede "don"a ne diyeceklerini tartıştıkları sahne.

Sonuç; mükemmel

16 mart pazar sabahı izledim

http://imdb.com/title/tt0052561/