Arama

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Long Way Round (2004)

***** Uzun yoldan *****

Konusu şöyle; İngiliz aktör Ewan (yuvın diye okunuyomuş) McGregor ve kankası Charlie Boorman (ingiliz yönetmen John Boorman'ın oğlu) motorsiklet ile Londra'dan New York'a bir macera yaşamaya karar verirler. Ama uzun yoldan. Bu macera hazırlık aşamaları ile birlikte 7 bölümlük bir mini diziye dönüşür.

Ne anladım; iki kankanın kendilerine sponsor bulma çalışmalarını, projenin şekillendiği zamanları konu alan ilk bölüm dahil çok keyifli bir macera. 115 günde 20.000 millik bir yolculuk. Önce Almanya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya gibi ülkeleri hızlı hızlı geçiyorlar, sonra macera başlıyor. Kazakistan'da her yerde eskort vermeye çalışan ve başlarına birşey gelmesinden endişelenen hükümetle biraz sıkıntı yaşıyorlar. Moğolistanda yol namına hiçbirşey yok, Rusya'ya döndüklerinde asfaltı öpecek duruma geliyorlar. Bu sırada da her geçtikleri yerde misafirperverlikle, ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışan insanlarla karşılaşıyorlar, unicef için yaptıkları aktiviteler de cabası. Birbirinden çok farklı kültürlerle karşılaşıyorlar ve bir yerde dedikleri gibi motorsiklet içinden geçtikleri ortamla daha açık bir ilişki kurmalarını sağlıyor. 2004 yılında yaptıkları bu yolculuğun ardından bu sene de Long Way Down isimli bir tur yapmışlar, Londra'dan Cape Town'a. Şu aralar post prodüksiyon çalışmaları devam ediyor.

Aklımda kaldı; evinde kaldıkları Rus Mafyası kılıklı adam. Müzik bandı çok iyi, özellikle Stereophonics'in aynı isimli parçası güzel. Moğolistan'da dibe vurdukları ve kısa yoldan kaçmayı düşündükleri kısımlar. Kazakistan'da içlerinden sadece birinin içebildiği testis çorbası. KTM motorsiklet firmasının attığı kazık (Ewan çok istiyor onunla yola çıkmayı, adamlarda önce kabul ediyor, sonra başarabileceğinize inanmıyoruz diye iptal ediyorlar, elemanlar da BMW ile anlaşıyor).

Sonuç; insanın macera yaşayası geliyor.

25-26 ağustos haftasonunda izledim.

http://www.imdb.com/title/tt0403778/

Disturbia (2007)

*** ***

Konusu şöyle; öğretmenine saldırdığı için 3 ay ev hapsine mahkum edilen lise öğrencisi Kale (Shia LaBeouf) can sıkıntısından komşularını gözetlemeye başlar. Komşusu Ashley ile tanışır ve okuldan arkadaşı Ronnie ile birlikte komşuları Bay Turner'ın (David Morse) tv'lerde sürekli bahsedilen seri katil olduğundan şüphelenir ve izlemeye başlarlar.

Ne anladım; Hitchcock'un arka penceresinin bir modern yeniden çevrimi. Bu sefer merkezde sorunları olan lise öğrencisi var. xbox, itunes, ipod, youtube referansları bugün insanların hayatlarının nelerden oluştuğuna dair mini bir döküm aynı zamanda da filme bir MTV havası veriyor fazlasıyla. Sözkonusu evin her köşesini kullanıyor ki bu evin kaç cephesi var diye şüpheye düştüm bir ara. "Seri katiller de birilerinin kapı komşusudur" şeklinde bir tanıtım cümlesi var.

Aklımda kaldı; girişte Kale ve babasının geçirdiği araba kazası sahnesi. Kamera ile arkadaşının yaptığı yayını evinden izlediği sahneler, sonrasında arkadaşının yaptığı eşek şakası.

Sonuç; fena değil

26 ağustos pazar gecesi izledik.

http://www.imdb.com/title/tt0486822/

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Bubba Ho-tep (2002)

*** No offense, Jack, but President Kennedy was a white man. ***

Konusu şöyle; Elvis şöhretten sıkılınca kendisine çok benzeyen bir taklitçisi ise yer değiştirmiş, sonra bir kaza geçirmiş ve bir huzurevinde kırık kalçasıyla nerede hata yaptığını düşünerek günlerini geçirmektedir. Ruh emici bir mumya kaldığı huzurevindeki yaşlı insanları birer birer avlamaya başlayınca gizli servis tarafından zenci yapıldığını düşünen Kennedy ile beraber ruhlarını savunmaya ve kahraman olmaya karar verirler.

Ne anladım; kısa bir hikayeden Don Coscarelli tarafında uyarlanan ve yönetilen kendine has fantastik bir hikaye. Sam Raimi'nin Evil Dead'i ile en meşhur B sınıfı film oyuncusu olan Bruce Campbell çok başarılı bir Elvis olmuş. Filmin ilk yarısı çok ilginç; geri dönüşlerle Elvis'in yer değiştirme hikayesi ve huzurevinde yaşadığı yaşlılık problemleri ilgiyle izleniyor ama sonrasında mumya ile dövüş ve b-sınıfı korku filmi finali ve klişelerine girdiğinde kötüleşmese de sıkıcı oluyor biraz.

Aklımda kaldı; taklitçiyi taklit eden Elvis hikayesi. Elvis'in böcekle ilk dövüşü. - Ruh emme günlerin bitti artık pislik! repliği.

Sonuç; çok deli bir hikaye.

24 ağustos gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0281686/

21 Ağustos 2007 Salı

Ace In The Hole (1951)

**** Good news is no news ****

Konusu şöyle; haber yoksa gidip köpeği ısıran gazeteci Charles Tatum (Kirk Douglas) büyük şehirlerin gazetelerinden bir bir kovulup iş bulamaz hale gelince bir küçük kasaba gazetesinde kendine iş bulur. Basit bir habere giderken bir madende göçük altında kalmış kurtarılmayı bekleyen adamı öğrenince hayatının haberini bulduğunu anlar.

Ne anladım; Billy Wilder usta bu filminde medyanın haber şişirmesi, halkın anlamsız ilgisi ve yetkililerin durumdan fayda sağlama çabası yüzünden bir türlü gerçekten kurtarılmayı bekleyen adamın düştüğü durumdan kurtarılamamasını konu almış. Adamın durumunu sömüren gazeteci rolünde Kirk Douglas biraz abartılı oynuyor ve filmin genelinde de aşırı didaktik bir hava var. Ama anlatılanlar artık günümüzde hemen yanıbaşımızda da yaşadığımız durumlar haline geldiğinden aslında çok ileri görüşlü bir hikaye. Replikleri iyi yazılmış.

Aklımda kaldı; bıçaklandığı halde saatlerce dolaştığı final sahneleri dikkat dağıtıcıydı.
- (Reporter) We're all in the same boat - (Tatum) I'm in the boat. You're in the water


Sonuç; başarılı

20 ağustos pazartesi gecesi izledim

http://www.imdb.com/title/tt0043338/

The Dead Girl (2006)

*** Korku filmi değil ***

Konusu şöyle; bir kadın cesedinin bulunması ile etkilenen ve değişen yaşamlar hakkında birbiriyle bağlantılı 5 kısa filmden oluşan bir hikaye.

Ne anladım; filmin adı ve afişi nedense korku filmi izlenimi yaratmış bende, izlemeye başlayınca şaşırdım. Sonuçta çok dingin bir seri katil filmi. Değişik bir çalışma çünkü katili bulmaya çalışan polisleri ya da bir kahramanı görmüyoruz, onun yerine kurbanlardan birini bulanları, onu kendi kayıp kardeşi ve kızı sanan bir aileyi, annesini, katilin karısını tanıyoruz, yani bu tür bir cinayetin yarattığı muhtemel etkinin gerçek insanlar üzerindeki etkisini izliyoruz, kurban kız haricindeki karakterler orijinal ama Brittany Murphy'nin canlandırdığı kızgın ama kızına hasta fahişe anne tiplemesi inandırıcılıktan uzak bir klişe. Anlatımı Crash ya da Monster's Ball gibi bağımsız Amerikanlar tadında.

Aklımda kaldı; oyuncu kadrosu sağlam karakter oyuncularından kurulu. Direk cesedin bulunma sahnesi ile başlıyor, ordaki makyaj başarılı. Özellikle katilin karısı karakteri (filmin 3. hikayesi) değişik.

Sonuç; değişik bir deneme ama çok iyi olduğu söylenemez.

21 ağustos salı gecesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0783238/

19 Ağustos 2007 Pazar

Breaking And Entering (2006)

*** Kırdın kalbimi ***

Konusu şöyle; Londra'nın King's Cross bölgesinde bir depoyu iş yeri olarak kiralayıp taşındıkları gibi soyulmaya başlayan mimari dekorasyon şirketi ortaklarından Will Francis (Jude Law) girmeye çalışan çocuğu takip ederek evini bulur. Kendi evinde karısının ve otistik çocuğu ile ilişki kurmakta zorlanan Will, kendisini tanıtmadan çocuğun Boşnak göçmeni müslüman annesiyle yakınlaşır.

Ne anladım; Anthony Minghella epik filmlerin ardından Londra'ya dönüyor ve göçmenlerin (bosna'dan göçen ve soygun çetesi haline gelenler ve mimarın karısı gibi İsveç'ten göçenler gibi) etkilerini temele yerleştiren, bir insanın kalbini çalmak da hırsızlık değil midir gibi dandik bir soruyu da araya sıkıştıran İngiliz filmi. Karısı ve kızıyla ilişki kurmaya çalışırken bir sonraki sahnede başka bir kadına deli gibi aşık olarak gösterilmesi kanımca sanki bir ikizi var da iki ayrı adamın hikayesini izliyoruz gibi inandırıcılık sorunu katmış filme. Minghella "İngiliz Hasta"daki incelikli anlatımını çok tutturamamış, çok benzer tonda birkaç hikaye yapay kalmış ama Mike Leigh ve Figgis filmlerinin tadını biraz da olsa veriyor.

Aklımda kaldı; Miro ve çetenin çocuklarının binalarda Yamakasi'deki gibi inanılmaz hız ve çeviklikle kaçtıkları kovaladıkları sahneler.

Sonuç; fena değil

19 ağustos 2007 pazar günü evde izledik

http://www.imdb.com/title/tt0443456/

Torn Curtain (1966)

*** Demirperdenin yırtığı ***

Konusu şöyle; Amerikalı bilim insanı Profesör Michael Armstrong (Paul Newman) asistan-sevgilisi Sarah'a bile hiçbirşey söylemeden Doğu Almanya'ya iltica etmeye çalışır. Amacı Profesör Lindt'e iyice yakınlaşıp nükleer saldırılara kalkan oluşturma çalışmalarında bulduğu önemli bir keşfi öğrenmektir.

Ne anladım; Hitchcock'un son dönem filmlerinden. Demirperde ülkeleri, casusluk, soğuk savaş temalarının kullanıldığı, Paul Newman ile Julie Andrews'un evlenmek üzere olan bir çift canlandırdığı film yönetmenin klasik temalarını içeriyor.

Aklımda kaldı; Doğu Berlin'den insanları kaçırmak için normal seferden 10 dakika önce kalkan otobüste geçen gerilimli kaçış sahnesi. Balerinin her dönüşünde sahnenin bir kez donduğu ve giderek Profesörü tanıdığını anladığımız sahne. Giysi kutularının içinde karaya çıkmaya çalıştıkları sahne. Tema müziği de duyulunca hatırlanacak cinsten. Gromek'in bitmek bilmeyen öldürülme sahnesi (insan öldürmenin ne kadar zor olduğunu göstermek için yapılmış)

Sonuç; ustanın her filmi gibi iç rahatlığı ile izlenebilir.

18 ağustos cumartesi izledik

http://www.imdb.com/title/tt0061107/